17 Temmuz 2008 Perşembe

YMMD Özel: Polis devleti Ordu’ya savaş açtı!

AKP’nin daha ortalarda olmadığı yılları hatırlayalım. 2000’lere girmeden hemen önce, DSP-MHP-ANAP hükümetinin ilk günlerinde TÜSİAD ve medyası bir tartışma başlatmıştı


“Normalleşme” tartışmasıyla Türkiye’nin artık “normale” dönmesi, AB yoluna girmesi ve tekrar sivil demokrasiyi canlandırması gerektiği sık sık dillendirilmeye başlanmıştı.

Büyük burjuvazi ne zaman normalleşmekten bahsetse, halkın anormal bir şekilde canının yanacağı devrimciler açısından sınanmış bir gerçektir. 27 Mayıs sonrası yaşanan normalleşmenin neye mal olduğunu veya 12 Eylül öncesi normalleşme isteklerinin getirdiği kanlı faşist rejimi unutmak elde değil.

Son normalleşme tartışmaları başladığında daha AKP kurulmamıştı. Türkiye’nin AB trenine binip, dayak ve hakaret yedikten sonra bir tarafına tekme yiyerek aşağı atılması süreci yaşanmamıştı. Demokrasi trenine atlamak, zıplamak masalları anlatılıyordu. Nasıl olsa RP kapatılmış, PKK ise bitmişti. Artık “demokrat” olmak zamanıydı.

İşte böyle bir sürecin üstünde daha birkaç yıl geçti ki Türkiye normalleşmenin ne menem bir şey olduğunu acı bir şekilde gördü.

AKP kuruldu. İktidara oturdu. PKK hortladı. Suç ve terör patladı. Kıbrıs elden gitti. Kanunlar değişti. “Demokrasi” geldi. Baskılar ve hukuksuzluklar 12 Eylül dönemini aratır bir düzeyde arttı. Türkiye Kürt-İslam faşizmiyle tanıştı.

Şimdi görüyoruz ki Türkiye’de her geçen gün normalleşen tek bir şey var; o da faşist idarenin kanunsuz uygulamaları ve hukuk cinayetleri.

Nerede o eski telekulaklar…

Aslına bakılırsa faşizm tam da hukuksuzluğun ve suçun normalleşmesi ve genel standart haline gelmesi demektir.

Faşizm burjuva demokrasisinin olağan kurumlarını, parlamenter işleyişini, kuvvetler ayrımı ilkesini ve hatta burjuva hukukunun temeli olan bireysel mülkiyet dahil her şeyi ayaklar altına alan bir düzendir. Burjuvazinin yarattığı kendi canavarıdır. Şimdi yaşanan da bu.

AKP’den önceki süreci hatırlayalım. Eskiden de telefonlar dinlenirdi. Ama bu daha çok devrimciler ile polis arasındaki rutin bir selamlaşma işlemi gibiydi.

Normal sömürücü iktidarlar anormal hukukdışı uygulamaları sadece devrimcilere ve onları destekleyen halk katmanlarına uygular. Eskiden de böyleydi.

Örneğin bir dernekte oturuyorsunuz. Telefonu açtınız. Garip bir hışırtı, bir nefes sesi veya öksürük mü duydunuz? Bilin ki dernek dinleniyor. Tabii o zaman teknoloji bu kadar da ileri değil. Uzayda TURKSAT uyduları yok. Cep telefonu ve internet bilimkurgu konusuydu.

Eskiden kimse telefon dinlemeyi, hatta dinleyenler bile önemsemezdi. Dinlenme ihtimali olanlar, risk grubunda olduklarını bilirdi. Ona göre davranırdı. Dinleyenler de sadece sizi takip ediyoruz diyebilmek için bu işe koyulurdu.

Türkiye bu konuda ilk skandalını 28 Şubat döneminde yaşamıştı. O zamanın “sivil demokrasi kahramanlarının” başında olan DYP’li (bugünkü MHP’li) Meral Akşe-ner’in Emniyet’teki adamı Bülent Orakoğlu Genelkurmay’ın telefonlarını dinlemişti. Suçüstü yakalanınca “telekulak skandalı” patlak verdi.

Bu olay gerçekten de büyük bir skandaldı. Çünkü ilk kez polis, devletin bir kurumunu hem de Genelkurmay’ı dinliyordu.

İşte bu “normal” değildi. Adeta vatana ihanet ve casusluk meselesiydi. Sıradan bir sol derneği dinlemiyorsunuz ki!

Zaten Orakoğlu casusluktan yargılandı. Kolay hazmedilemeyecek bu olay aylarca basının zirvesinden inmedi.

Hiç yorum yok: