PKK’ya adres gösterdi
Irak’ın kukla devlet başkanı Talabani, “Türkiye’nin Kürt bölgelerinde, Kandil’den daha çok dağ ve vadi var” diyerek terör örgütüne akıl verdi
Irak’ın ABD kuklası devlet başkanı Celal Talabani, Türkiye’de Kandil’den daha fazla dağ olduğunu belirterek, bölücü terör örgütü PKK’yı Kuzey Irak’taki faaliyetlerine son vermeye çağırdı. Milliyet’in haberine göre, Yunan Eleftherotipia gazetesine konuşan Talabani’nin açıklamaları Kürt internet sitelerinde yayımlandı. PKK’ya akıl veren Talabani, şunları söyledi: “Türkiye’deki Kürt kardeşlerimizden defalarca savaşa son vermelerini istedik. Siyasi mücadeleye geçsinler. Bunu yapmazlarsa ülkemizi terk ederek, ülkelerine dönmelerini talep ediyoruz. Türkiye’nin Kürt bölgelerinde Kandil Dağı’ndan daha çok dağ ve vadi var. Bizi dinlemeyerek, Türkiye’de belirli çevrelere buraya gelmeleri için bahane sağlıyorlar. Bombalamalardan ve şu anda Irak Kürdistanı’nda olanlardan PKK sorumludur. İran Kürtlerinin uyguladığı taktiği örnek alsınlar. İran Kürt partizanlarının kampları Irak Kürdistanı’nda, ancak topraklarımızdan İran’a karşı askeri faaliyette bulunmuyorlar. PKK’nın da aynısını yapacağını ümit ediyoruz. Bunu onlardan istedik fakat bizi dinlemiyorlar.”
AKP’ye övgü yağdırdı
AKP hakkındaki kapatma davasına da dikkat çeken Amerikan kuklası Celal Talabani, şunları kaydetti: “Irak hükümeti ve halk, bu durumdan kaygı duyuyor. Böyle bir şey olursa, bu bir geriye gidiş olacak. AKP bize karşı hep dostça ve net bir politika uyguladı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile kısa süre önce görüşüp dostluk ilişkileri anlaşmasının temellerini attık. AKP ile Türkiye-Irak ilişkilerinin dostluk çerçevesinde kalması gerektiği konusunda anlaştık. Anayasa Mahkemesi, AKP’yi kapatırsa yeni bir parti kurulacak ve bu parti gene oyların çoğunu alacak.” Talabani, DTP’nin kapatılmasının ise Kürt sorununda silahlı mücadele düşüncesini savunanların elini güçlendireceğini savundu.
18/07/2008 01:00 13 defa okundu
17 Temmuz 2008 Perşembe
Cezaevinden mektup var
Yenerer’den Balbay’a tepki
Ümranİye soruşturmasında tutuklanan gazeteci Vedat Yenerer, gözaltına alınıp tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan gazeteci Mustafa Balbay’ın, açıklamalarına tepki gösterdi. Yenerer, “Balbay, ’Vedat Yenerer Cumhuriyet’ten gayri ahlaki nedenlerden kovulmuştu’ iftirasının hesabını mahkemede verecek” dedi.
Vedat Yenerer’den mektup var
Mahkemede hesaplaşacağız
Gazeteci Vedat Yenerer, Balbay’ın kendisi hakkındaki sözlerine sert tepki gösterdi
Ümraniye soruşturmasında tutuklanan gazeteci Vedat Yenerer, cezaevinden YENİÇAĞ’a mektup gönderdi. Aynı soruşturmada gözaltına alınan gazeteci Mustafa Balbay’ın, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmasının ardından kendisiyle ilgili yaptığı açıklamalara tepki gösteren Yenerer, “Mahkemede hesaplaşacağız” dedi.
Bu neyin paniği?
Yenerer, “Sabah programında Mustafa Balbay, beni dehşete düşüren, aşağılayan, ailemi zor duruma düşüren bir iftira attı. Şoke olmuş durumdayım. Konuşmasında benim adımı da zikrederek, ’Bana, Vedat Yenerer’in sitesinin sana neden ödül verdiğini sordular. Sitenin adını bile bilmiyorum. Zaten Vedat Yenerer Cumhuriyet’ten gayri ahlaki nedenlerden kovulmuştu. Hazzetmediğim biri. Ödülü de almadım’dedi. Eşim telefonda ağlıyor. Bu iftirayı kabul edemem. Yenilir yutulur gibi değil” dedi. Yenerer, mektubuna şöyle devam etti: “Çalıştığım dönemde hiçbir disiplin soruşturması geçirmediğim gibi, geride ne bir yalan haber, ne gayri ahlaki bir dava ne de yüz kızartıcı bir olay bırakmamışımdır. ’Gayri ahlaki nedenler’ iftirasını ispat etmek zorundadır. 2005 yılı Aralık başında kendisini aradım. Kuvai Milliye ruhunu devam ettirdiğini düşündüğümüz kişilere yılın kuvvacısı ödülü veriyoruz. Eğer kabul ederse sana da vermek istiyoruz, dedim. O da ’Ah... Çok teşekkür ederim. Tabi ki kabul ederim vs. vs.’dedi. 15 gün sonra ödül töreni vardı. Tekrar aradım. ” Çok yoğunum gelemeyebilirim “ dedi. Sonuçta törene gelmedi. Ben de ödülünü gönderdim. Şimdi inkâr etmesini anlayamadım. Kaldı ki ödül almak vermek suç değildir. Bu neyin paniği?..”
yeniçağ.com
18/07/2008 01:03 32 defa okundu
Ümranİye soruşturmasında tutuklanan gazeteci Vedat Yenerer, gözaltına alınıp tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan gazeteci Mustafa Balbay’ın, açıklamalarına tepki gösterdi. Yenerer, “Balbay, ’Vedat Yenerer Cumhuriyet’ten gayri ahlaki nedenlerden kovulmuştu’ iftirasının hesabını mahkemede verecek” dedi.
Vedat Yenerer’den mektup var
Mahkemede hesaplaşacağız
Gazeteci Vedat Yenerer, Balbay’ın kendisi hakkındaki sözlerine sert tepki gösterdi
Ümraniye soruşturmasında tutuklanan gazeteci Vedat Yenerer, cezaevinden YENİÇAĞ’a mektup gönderdi. Aynı soruşturmada gözaltına alınan gazeteci Mustafa Balbay’ın, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmasının ardından kendisiyle ilgili yaptığı açıklamalara tepki gösteren Yenerer, “Mahkemede hesaplaşacağız” dedi.
Bu neyin paniği?
Yenerer, “Sabah programında Mustafa Balbay, beni dehşete düşüren, aşağılayan, ailemi zor duruma düşüren bir iftira attı. Şoke olmuş durumdayım. Konuşmasında benim adımı da zikrederek, ’Bana, Vedat Yenerer’in sitesinin sana neden ödül verdiğini sordular. Sitenin adını bile bilmiyorum. Zaten Vedat Yenerer Cumhuriyet’ten gayri ahlaki nedenlerden kovulmuştu. Hazzetmediğim biri. Ödülü de almadım’dedi. Eşim telefonda ağlıyor. Bu iftirayı kabul edemem. Yenilir yutulur gibi değil” dedi. Yenerer, mektubuna şöyle devam etti: “Çalıştığım dönemde hiçbir disiplin soruşturması geçirmediğim gibi, geride ne bir yalan haber, ne gayri ahlaki bir dava ne de yüz kızartıcı bir olay bırakmamışımdır. ’Gayri ahlaki nedenler’ iftirasını ispat etmek zorundadır. 2005 yılı Aralık başında kendisini aradım. Kuvai Milliye ruhunu devam ettirdiğini düşündüğümüz kişilere yılın kuvvacısı ödülü veriyoruz. Eğer kabul ederse sana da vermek istiyoruz, dedim. O da ’Ah... Çok teşekkür ederim. Tabi ki kabul ederim vs. vs.’dedi. 15 gün sonra ödül töreni vardı. Tekrar aradım. ” Çok yoğunum gelemeyebilirim “ dedi. Sonuçta törene gelmedi. Ben de ödülünü gönderdim. Şimdi inkâr etmesini anlayamadım. Kaldı ki ödül almak vermek suç değildir. Bu neyin paniği?..”
yeniçağ.com
18/07/2008 01:03 32 defa okundu
60 bin esir Türk'ün Rusya'da çektiği acılar
60 bin esir Türk'ün Rusya'da çektiği acılar
16 Temmuz 2008, Çarşamba | Bu haber 72 defa okunmuştur.
Sarıkamış Harekatı ve Kafkas Cephesi'nde Ruslar'a esir düşerek Sibirya'daki çeşitli esir kamplarına götürülen Türk askerlerinin, esir kamplarındaki esaret yılları ''Cehennem Adası Nargin'' adlı belgesele konu oldu
Sarıkamış Harekatı ve Kafkas Cephesi'nde Ruslar'a esir düşerek Sibirya'daki çeşitli esir kamplarına götürülen Türk askerlerinin, esir kamplarındaki esaret yılları ''Cehennem Adası Nargin'' adlı belgesele konu oldu
Belgeselin yönetmeni Haluk Ölçekçi'den alınan bilgiye göre, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından desteklenen belgeselin çalışmaları 14 ay sürdü. Belgesel, Sarıkamış Harekatı'nda esir düşerek Sibirya'daki esir kamplarına götürülen ve 5 yıl boyunca çeşitli kamplarda esir kalan Tuğgeneral Ziya Yergök'ün 1850 sayfalık üç ciltten oluşan el yazması anılarından yola çıkılarak hazırlandı.
Belgeselde, Nargin ile diğer esir kamplarında kalan ve Anadolu'ya tekrar dönmeyi başaran 11 askerin anılarına, birinci derecedeki yakınlarıyla yapılan röportajlara ve döneme ait Türkiye, İngiltere ve Rusya devlet arşivlerindeki belge, fotoğraflar ve görüntülere yer verildi.
Sarıkamış Dayanışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Birgün Sönmez, eski milletvekili Turhan Çömez, Prof. Dr. Cemalettin Taşkıran, Yrd. Doç. Dr. Cemil Kutlu, Yrd. Doç. Dr. Celal Metin, Dr. Umur Işık ile esaret yaşayan Tuğgeneral Ziya Yergök'ün oğlu Nurullah Yergök, İrfanoğlu İsmail Efendi'nin oğlu Ahmet Rıza İrfanoğlu ile Ahmet Göze'nin oğlu Gazeteci-yazar Ergun Göze'nin de aralarında bulunduğu çok sayıda akademisyen ve düşünürün de katıldığı çalışmada ayrıca Prof. Dr. Birgün Sönmez'in özel arşivinden de görüntüler yer alıyor.
Yönetmenliğini Haluk Ölçekçi'nin, proje koordinatörlüğünü Konur Alp Koz'un, görsel yönetmenliğini Cihan Kahraman'ın üstlendiği ve Türk esirlerinin yaşamlarının konu edildiği belgesel için Rusya Devleti Askeri Tarih Arşivi (RDATA) ve İngiliz Devlet Arşivine de girildi. Ayrıca, arşivlerdeki binlerce belge ve döneme ait Türk ve Rus askerlerinin anıları da incelendi.
Uluslararası Kızılhaç Komitesi'nce 1914-1919 yılları arasında çekilen ve ilk kez Türk araştırmacılar tarafından kullanılan görüntülerin de bulunduğu belgesel için Türk esirlerinin mektup ve hatıraları da incelemeye alındı.
Belgeselin ilk bölümünde, Doğu Cephesi'nde Ruslar'a ve Ermeni çetelerine esir düşen ve yaya olarak Tiflis'e, oradan da yük vagonlarıyla Sibirya'da bulunan esir kamplarına götürülen Türkler'in bu yolculuklar sırasında yaşadıkları resmi belgeler ve hatıratlara dayanılarak aktarıldı. İkinci bölümde ise Nargin Esir Kampı ile Sibirya'daki diğer esir kamplarındakilerin yaşamları, Osmanlı Üsera Temsilcisi Yusuf Akçura'nın raporu ışığında tarihi belgeler ve döneme ait tarihi görüntülerle desteklenerek hazırlandı.
Son bölümde de kamplardan kaçarak Türkiye'ye dönmeyi başaran esirlerin hatıraları ve birinci derecede yakınlarının ifadelerine yer verildi. Çalışma için Balıkesir, Manisa, İstanbul, Ankara, Erzurum, Trabzon ve Adana'da çekimler yapıldı. Toplam 39 bin 657 sayfa Türkçe, 2 bin 67 sayfa İngilizce ve Rusça kaynak tarandı. Belgesel için Türkiye ve Azerbaycan'dan 78 kişiyle görüşüldü, bunlardan 16'sıyla çekim yapıldı. Belgeselde, Nargin Adası'ndaki esir kampında tutsak Türk esirlerinin görüntülerine yer verildi.
Belgeselde, Rusya Devleti Askeri Tarih Arşivi'nde ulaşılan bazı raporlarda Sarıkamış Harekatı sırasında Osmanlı idaresindeki Ermeniler'in bölge hakkında Ruslar için istihbarat topladığı, bazı Ermeni köylerinin ise harekat sırasında Türk birliklerine lojistik sağlanmaması için Ermeniler tarafından yakıldığı gibi konulara tarihi belgeler ışığında yer veriliyor.
Belgeselin çekiminde 7 kişilik ekip görev alırken, ikinci bölüm çalışmaları için İngiltere, Azerbaycan, Mısır ile yurt dışındaki Türk şehitliklerinin bulunduğu merkezlerde de çekimler yapılacak. Belgesel, yurt dışı festivallere de katılacak.
-SOĞUK VE AÇLIĞA YENİLDİLER-
Sarıkamış Harekatı'na ilişkin anılarını aktaran Tuğgeneral Ziya Yergök, Rus esaretindeki yıllarını ilerlemiş yaşına rağmen belgesele bütün detaylarıyla aktardı.
Belgeseldeki bilgilere göre, Nurullah Yergök, Sarıkamış Harekatı'na 83. Alay Komutanı olarak katılan babasının askerlerin ne bulursa onu yediğini, soğuktan korunmak için girdikleri ahırlarda da hayatını kaybedenlerin olduğunu, sefalet yüzünden taburların mevcudunun da 300'e düştüğünü aktardığını dile getirdi.
Babasının düşman karşısında son gücüne kadar çarpıştığını anlatan Yergök, ayağında çarıkla eksi 25 derecede kara bata çıka yürüyen askerlerin öylece donup kaldığını da ifade etti. Çocukluğunda, babasının bunları anlatırken gözyaşlarını tutamadığını aktaran Yergök, savaşın sonlarına doğru kafasına isabet eden bir şarapnel parçasıyla yaralanan babasının kaldırıldığı sahra hastanesinde Ruslar'a esir düştüğünü belirtti.
Babasının, ''kendisi için esaretin ölümden beter olduğunu'' sık sık ifade ettiğini söyleyen Yergök, ''Buna rağmen yaşamak için direnmiştir. Onun bu mücadelesi ölüm kalım savaşından çok vatana kavuşma maksadıyla verilen onurlu bir mücadeledir'' diyor. Rus ordularının içindeki Ermeniler'in esir kamplarında yönetici olarak görev aldıklarını babasından duyduğunu da anlatan Yergök, babasının anlatımıyla yaşananları şöyle aktarıyor:
''Savaş yetmiyormuş gibi birçok Mehmetçiği de bu yolculuklarda kaybettik. Babam bunları anlatırken çok duygulanırdı. Esarete daha fazla dayanamamış ve özellikle Azerbaycan'da kurulu bulunan Türk derneklerinden de yardım alarak esir kampından kaçmıştır. Kaçışı sırasında yakalanmış, Ruslar tarafından aylarca hapiste tutulmuş ve bitler nedeniyle yakalandıkları tifo gibi bulaşıcı hastalıklarla, ölümle pençeleşmiştir. Bunlar yakın tarih çalışmalarında çok anlatılmadı, konuşulmadı.''
-ESİR TÜRKLERİN ÇEKTİĞİ ACILAR-
Prof. Dr. Taşkıran ise Çarlığın harekat öncesi toprak vaadiyle örgütün önde gelenlerine Rus birliklerinde üst düzeyde görevler verdiğini, bazı örgüt üyelerinin ise gizlice Osmanlı topraklarına sızarak erzak teminini engellemek için Ermeni ve Türk köylerini ateşe verdiğini ifade etti.
Rus birliklerindeki Ermeni komutanların esir Türkler'e tarihin en büyük acılarını yaşattığını belirten Taşkıran, belgeselde bunu şu sözlerle anlatıyor:
''Ermenilerin, Türk esirlerine çok kötü davrandıklarını, esirlerimizin hemen hemen hepsi söylemektedir. Bolşevik ihtilalini destekleyen, buna katılan Ermeniler de var. Bu Ermeniler yönetici konumuna geldiler, kamplarda oldular.
Bunların esirlerimize kötü davrandığını söylüyorlar. Dönen esirlerin anılarında bunlar var. Antep'te defterdarlıkta görev yapan bir memur esir edilmiş, Mısır'daki kampta yaşadıklarını anlatıyor. 'Kampta Ermeni doktorlar vardı. Biz revire müracaat ettiğimiz zaman bizi hemen hastaneye gönderirlerdi. Hastanede bulunan Ermeni doktorların eline düşerdik. Ermeni doktorlar nişan almada kullanıldığı için özellikle sağ gözümüzden başlayarak hiçbir şeyi olmadığı halde gözümüzü oyarlardı' diyor.''
Belgeselin Rus devlet arşivlerindeki çalışmalarını yürüten Dr. Tamara Ölçekçi de, ''Ermeni doktorların bulunduğu esir kamplarında her gün 35-40 Türk esirinin öldüğü Rus arşivlerine bile yansımıştır. Bunlar ölmemiş, resmen gerekli sağlık şartları yerine getirilmediği için öldürülmüştür'' dedi.
Rus elçiliği tarafından 23 Şubat 1915 tarihinde Rus Dışişleri Bakanlığına gönderilen belgenin Ermeni çetelerinin sivil katliamlar yaptığını kanıtladığını belirten Ölçekçi, Ermeni çetelerinin bazı doğu illerinde sivil katliamlara başlamalarının Rus generalleri de rahatsız ettiğini, harekattan 38 gün sonra bir Rus komutanının çektiği telgrafın çetelerin doğu illerindeki faaliyetlerini ve belgeselde anlatılan katliamı özetlediğini kaydetti.
zaman (birol aslan bayrak pirahmetli köyü taşköprü kastamonu)
16 Temmuz 2008, Çarşamba | Bu haber 72 defa okunmuştur.
Sarıkamış Harekatı ve Kafkas Cephesi'nde Ruslar'a esir düşerek Sibirya'daki çeşitli esir kamplarına götürülen Türk askerlerinin, esir kamplarındaki esaret yılları ''Cehennem Adası Nargin'' adlı belgesele konu oldu
Sarıkamış Harekatı ve Kafkas Cephesi'nde Ruslar'a esir düşerek Sibirya'daki çeşitli esir kamplarına götürülen Türk askerlerinin, esir kamplarındaki esaret yılları ''Cehennem Adası Nargin'' adlı belgesele konu oldu
Belgeselin yönetmeni Haluk Ölçekçi'den alınan bilgiye göre, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından desteklenen belgeselin çalışmaları 14 ay sürdü. Belgesel, Sarıkamış Harekatı'nda esir düşerek Sibirya'daki esir kamplarına götürülen ve 5 yıl boyunca çeşitli kamplarda esir kalan Tuğgeneral Ziya Yergök'ün 1850 sayfalık üç ciltten oluşan el yazması anılarından yola çıkılarak hazırlandı.
Belgeselde, Nargin ile diğer esir kamplarında kalan ve Anadolu'ya tekrar dönmeyi başaran 11 askerin anılarına, birinci derecedeki yakınlarıyla yapılan röportajlara ve döneme ait Türkiye, İngiltere ve Rusya devlet arşivlerindeki belge, fotoğraflar ve görüntülere yer verildi.
Sarıkamış Dayanışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Birgün Sönmez, eski milletvekili Turhan Çömez, Prof. Dr. Cemalettin Taşkıran, Yrd. Doç. Dr. Cemil Kutlu, Yrd. Doç. Dr. Celal Metin, Dr. Umur Işık ile esaret yaşayan Tuğgeneral Ziya Yergök'ün oğlu Nurullah Yergök, İrfanoğlu İsmail Efendi'nin oğlu Ahmet Rıza İrfanoğlu ile Ahmet Göze'nin oğlu Gazeteci-yazar Ergun Göze'nin de aralarında bulunduğu çok sayıda akademisyen ve düşünürün de katıldığı çalışmada ayrıca Prof. Dr. Birgün Sönmez'in özel arşivinden de görüntüler yer alıyor.
Yönetmenliğini Haluk Ölçekçi'nin, proje koordinatörlüğünü Konur Alp Koz'un, görsel yönetmenliğini Cihan Kahraman'ın üstlendiği ve Türk esirlerinin yaşamlarının konu edildiği belgesel için Rusya Devleti Askeri Tarih Arşivi (RDATA) ve İngiliz Devlet Arşivine de girildi. Ayrıca, arşivlerdeki binlerce belge ve döneme ait Türk ve Rus askerlerinin anıları da incelendi.
Uluslararası Kızılhaç Komitesi'nce 1914-1919 yılları arasında çekilen ve ilk kez Türk araştırmacılar tarafından kullanılan görüntülerin de bulunduğu belgesel için Türk esirlerinin mektup ve hatıraları da incelemeye alındı.
Belgeselin ilk bölümünde, Doğu Cephesi'nde Ruslar'a ve Ermeni çetelerine esir düşen ve yaya olarak Tiflis'e, oradan da yük vagonlarıyla Sibirya'da bulunan esir kamplarına götürülen Türkler'in bu yolculuklar sırasında yaşadıkları resmi belgeler ve hatıratlara dayanılarak aktarıldı. İkinci bölümde ise Nargin Esir Kampı ile Sibirya'daki diğer esir kamplarındakilerin yaşamları, Osmanlı Üsera Temsilcisi Yusuf Akçura'nın raporu ışığında tarihi belgeler ve döneme ait tarihi görüntülerle desteklenerek hazırlandı.
Son bölümde de kamplardan kaçarak Türkiye'ye dönmeyi başaran esirlerin hatıraları ve birinci derecede yakınlarının ifadelerine yer verildi. Çalışma için Balıkesir, Manisa, İstanbul, Ankara, Erzurum, Trabzon ve Adana'da çekimler yapıldı. Toplam 39 bin 657 sayfa Türkçe, 2 bin 67 sayfa İngilizce ve Rusça kaynak tarandı. Belgesel için Türkiye ve Azerbaycan'dan 78 kişiyle görüşüldü, bunlardan 16'sıyla çekim yapıldı. Belgeselde, Nargin Adası'ndaki esir kampında tutsak Türk esirlerinin görüntülerine yer verildi.
Belgeselde, Rusya Devleti Askeri Tarih Arşivi'nde ulaşılan bazı raporlarda Sarıkamış Harekatı sırasında Osmanlı idaresindeki Ermeniler'in bölge hakkında Ruslar için istihbarat topladığı, bazı Ermeni köylerinin ise harekat sırasında Türk birliklerine lojistik sağlanmaması için Ermeniler tarafından yakıldığı gibi konulara tarihi belgeler ışığında yer veriliyor.
Belgeselin çekiminde 7 kişilik ekip görev alırken, ikinci bölüm çalışmaları için İngiltere, Azerbaycan, Mısır ile yurt dışındaki Türk şehitliklerinin bulunduğu merkezlerde de çekimler yapılacak. Belgesel, yurt dışı festivallere de katılacak.
-SOĞUK VE AÇLIĞA YENİLDİLER-
Sarıkamış Harekatı'na ilişkin anılarını aktaran Tuğgeneral Ziya Yergök, Rus esaretindeki yıllarını ilerlemiş yaşına rağmen belgesele bütün detaylarıyla aktardı.
Belgeseldeki bilgilere göre, Nurullah Yergök, Sarıkamış Harekatı'na 83. Alay Komutanı olarak katılan babasının askerlerin ne bulursa onu yediğini, soğuktan korunmak için girdikleri ahırlarda da hayatını kaybedenlerin olduğunu, sefalet yüzünden taburların mevcudunun da 300'e düştüğünü aktardığını dile getirdi.
Babasının düşman karşısında son gücüne kadar çarpıştığını anlatan Yergök, ayağında çarıkla eksi 25 derecede kara bata çıka yürüyen askerlerin öylece donup kaldığını da ifade etti. Çocukluğunda, babasının bunları anlatırken gözyaşlarını tutamadığını aktaran Yergök, savaşın sonlarına doğru kafasına isabet eden bir şarapnel parçasıyla yaralanan babasının kaldırıldığı sahra hastanesinde Ruslar'a esir düştüğünü belirtti.
Babasının, ''kendisi için esaretin ölümden beter olduğunu'' sık sık ifade ettiğini söyleyen Yergök, ''Buna rağmen yaşamak için direnmiştir. Onun bu mücadelesi ölüm kalım savaşından çok vatana kavuşma maksadıyla verilen onurlu bir mücadeledir'' diyor. Rus ordularının içindeki Ermeniler'in esir kamplarında yönetici olarak görev aldıklarını babasından duyduğunu da anlatan Yergök, babasının anlatımıyla yaşananları şöyle aktarıyor:
''Savaş yetmiyormuş gibi birçok Mehmetçiği de bu yolculuklarda kaybettik. Babam bunları anlatırken çok duygulanırdı. Esarete daha fazla dayanamamış ve özellikle Azerbaycan'da kurulu bulunan Türk derneklerinden de yardım alarak esir kampından kaçmıştır. Kaçışı sırasında yakalanmış, Ruslar tarafından aylarca hapiste tutulmuş ve bitler nedeniyle yakalandıkları tifo gibi bulaşıcı hastalıklarla, ölümle pençeleşmiştir. Bunlar yakın tarih çalışmalarında çok anlatılmadı, konuşulmadı.''
-ESİR TÜRKLERİN ÇEKTİĞİ ACILAR-
Prof. Dr. Taşkıran ise Çarlığın harekat öncesi toprak vaadiyle örgütün önde gelenlerine Rus birliklerinde üst düzeyde görevler verdiğini, bazı örgüt üyelerinin ise gizlice Osmanlı topraklarına sızarak erzak teminini engellemek için Ermeni ve Türk köylerini ateşe verdiğini ifade etti.
Rus birliklerindeki Ermeni komutanların esir Türkler'e tarihin en büyük acılarını yaşattığını belirten Taşkıran, belgeselde bunu şu sözlerle anlatıyor:
''Ermenilerin, Türk esirlerine çok kötü davrandıklarını, esirlerimizin hemen hemen hepsi söylemektedir. Bolşevik ihtilalini destekleyen, buna katılan Ermeniler de var. Bu Ermeniler yönetici konumuna geldiler, kamplarda oldular.
Bunların esirlerimize kötü davrandığını söylüyorlar. Dönen esirlerin anılarında bunlar var. Antep'te defterdarlıkta görev yapan bir memur esir edilmiş, Mısır'daki kampta yaşadıklarını anlatıyor. 'Kampta Ermeni doktorlar vardı. Biz revire müracaat ettiğimiz zaman bizi hemen hastaneye gönderirlerdi. Hastanede bulunan Ermeni doktorların eline düşerdik. Ermeni doktorlar nişan almada kullanıldığı için özellikle sağ gözümüzden başlayarak hiçbir şeyi olmadığı halde gözümüzü oyarlardı' diyor.''
Belgeselin Rus devlet arşivlerindeki çalışmalarını yürüten Dr. Tamara Ölçekçi de, ''Ermeni doktorların bulunduğu esir kamplarında her gün 35-40 Türk esirinin öldüğü Rus arşivlerine bile yansımıştır. Bunlar ölmemiş, resmen gerekli sağlık şartları yerine getirilmediği için öldürülmüştür'' dedi.
Rus elçiliği tarafından 23 Şubat 1915 tarihinde Rus Dışişleri Bakanlığına gönderilen belgenin Ermeni çetelerinin sivil katliamlar yaptığını kanıtladığını belirten Ölçekçi, Ermeni çetelerinin bazı doğu illerinde sivil katliamlara başlamalarının Rus generalleri de rahatsız ettiğini, harekattan 38 gün sonra bir Rus komutanının çektiği telgrafın çetelerin doğu illerindeki faaliyetlerini ve belgeselde anlatılan katliamı özetlediğini kaydetti.
zaman (birol aslan bayrak pirahmetli köyü taşköprü kastamonu)
YMMD Özel: Polis devleti Ordu’ya savaş açtı!
AKP’nin daha ortalarda olmadığı yılları hatırlayalım. 2000’lere girmeden hemen önce, DSP-MHP-ANAP hükümetinin ilk günlerinde TÜSİAD ve medyası bir tartışma başlatmıştı
“Normalleşme” tartışmasıyla Türkiye’nin artık “normale” dönmesi, AB yoluna girmesi ve tekrar sivil demokrasiyi canlandırması gerektiği sık sık dillendirilmeye başlanmıştı.
Büyük burjuvazi ne zaman normalleşmekten bahsetse, halkın anormal bir şekilde canının yanacağı devrimciler açısından sınanmış bir gerçektir. 27 Mayıs sonrası yaşanan normalleşmenin neye mal olduğunu veya 12 Eylül öncesi normalleşme isteklerinin getirdiği kanlı faşist rejimi unutmak elde değil.
Son normalleşme tartışmaları başladığında daha AKP kurulmamıştı. Türkiye’nin AB trenine binip, dayak ve hakaret yedikten sonra bir tarafına tekme yiyerek aşağı atılması süreci yaşanmamıştı. Demokrasi trenine atlamak, zıplamak masalları anlatılıyordu. Nasıl olsa RP kapatılmış, PKK ise bitmişti. Artık “demokrat” olmak zamanıydı.
İşte böyle bir sürecin üstünde daha birkaç yıl geçti ki Türkiye normalleşmenin ne menem bir şey olduğunu acı bir şekilde gördü.
AKP kuruldu. İktidara oturdu. PKK hortladı. Suç ve terör patladı. Kıbrıs elden gitti. Kanunlar değişti. “Demokrasi” geldi. Baskılar ve hukuksuzluklar 12 Eylül dönemini aratır bir düzeyde arttı. Türkiye Kürt-İslam faşizmiyle tanıştı.
Şimdi görüyoruz ki Türkiye’de her geçen gün normalleşen tek bir şey var; o da faşist idarenin kanunsuz uygulamaları ve hukuk cinayetleri.
Nerede o eski telekulaklar…
Aslına bakılırsa faşizm tam da hukuksuzluğun ve suçun normalleşmesi ve genel standart haline gelmesi demektir.
Faşizm burjuva demokrasisinin olağan kurumlarını, parlamenter işleyişini, kuvvetler ayrımı ilkesini ve hatta burjuva hukukunun temeli olan bireysel mülkiyet dahil her şeyi ayaklar altına alan bir düzendir. Burjuvazinin yarattığı kendi canavarıdır. Şimdi yaşanan da bu.
AKP’den önceki süreci hatırlayalım. Eskiden de telefonlar dinlenirdi. Ama bu daha çok devrimciler ile polis arasındaki rutin bir selamlaşma işlemi gibiydi.
Normal sömürücü iktidarlar anormal hukukdışı uygulamaları sadece devrimcilere ve onları destekleyen halk katmanlarına uygular. Eskiden de böyleydi.
Örneğin bir dernekte oturuyorsunuz. Telefonu açtınız. Garip bir hışırtı, bir nefes sesi veya öksürük mü duydunuz? Bilin ki dernek dinleniyor. Tabii o zaman teknoloji bu kadar da ileri değil. Uzayda TURKSAT uyduları yok. Cep telefonu ve internet bilimkurgu konusuydu.
Eskiden kimse telefon dinlemeyi, hatta dinleyenler bile önemsemezdi. Dinlenme ihtimali olanlar, risk grubunda olduklarını bilirdi. Ona göre davranırdı. Dinleyenler de sadece sizi takip ediyoruz diyebilmek için bu işe koyulurdu.
Türkiye bu konuda ilk skandalını 28 Şubat döneminde yaşamıştı. O zamanın “sivil demokrasi kahramanlarının” başında olan DYP’li (bugünkü MHP’li) Meral Akşe-ner’in Emniyet’teki adamı Bülent Orakoğlu Genelkurmay’ın telefonlarını dinlemişti. Suçüstü yakalanınca “telekulak skandalı” patlak verdi.
Bu olay gerçekten de büyük bir skandaldı. Çünkü ilk kez polis, devletin bir kurumunu hem de Genelkurmay’ı dinliyordu.
İşte bu “normal” değildi. Adeta vatana ihanet ve casusluk meselesiydi. Sıradan bir sol derneği dinlemiyorsunuz ki!
Zaten Orakoğlu casusluktan yargılandı. Kolay hazmedilemeyecek bu olay aylarca basının zirvesinden inmedi.
“Normalleşme” tartışmasıyla Türkiye’nin artık “normale” dönmesi, AB yoluna girmesi ve tekrar sivil demokrasiyi canlandırması gerektiği sık sık dillendirilmeye başlanmıştı.
Büyük burjuvazi ne zaman normalleşmekten bahsetse, halkın anormal bir şekilde canının yanacağı devrimciler açısından sınanmış bir gerçektir. 27 Mayıs sonrası yaşanan normalleşmenin neye mal olduğunu veya 12 Eylül öncesi normalleşme isteklerinin getirdiği kanlı faşist rejimi unutmak elde değil.
Son normalleşme tartışmaları başladığında daha AKP kurulmamıştı. Türkiye’nin AB trenine binip, dayak ve hakaret yedikten sonra bir tarafına tekme yiyerek aşağı atılması süreci yaşanmamıştı. Demokrasi trenine atlamak, zıplamak masalları anlatılıyordu. Nasıl olsa RP kapatılmış, PKK ise bitmişti. Artık “demokrat” olmak zamanıydı.
İşte böyle bir sürecin üstünde daha birkaç yıl geçti ki Türkiye normalleşmenin ne menem bir şey olduğunu acı bir şekilde gördü.
AKP kuruldu. İktidara oturdu. PKK hortladı. Suç ve terör patladı. Kıbrıs elden gitti. Kanunlar değişti. “Demokrasi” geldi. Baskılar ve hukuksuzluklar 12 Eylül dönemini aratır bir düzeyde arttı. Türkiye Kürt-İslam faşizmiyle tanıştı.
Şimdi görüyoruz ki Türkiye’de her geçen gün normalleşen tek bir şey var; o da faşist idarenin kanunsuz uygulamaları ve hukuk cinayetleri.
Nerede o eski telekulaklar…
Aslına bakılırsa faşizm tam da hukuksuzluğun ve suçun normalleşmesi ve genel standart haline gelmesi demektir.
Faşizm burjuva demokrasisinin olağan kurumlarını, parlamenter işleyişini, kuvvetler ayrımı ilkesini ve hatta burjuva hukukunun temeli olan bireysel mülkiyet dahil her şeyi ayaklar altına alan bir düzendir. Burjuvazinin yarattığı kendi canavarıdır. Şimdi yaşanan da bu.
AKP’den önceki süreci hatırlayalım. Eskiden de telefonlar dinlenirdi. Ama bu daha çok devrimciler ile polis arasındaki rutin bir selamlaşma işlemi gibiydi.
Normal sömürücü iktidarlar anormal hukukdışı uygulamaları sadece devrimcilere ve onları destekleyen halk katmanlarına uygular. Eskiden de böyleydi.
Örneğin bir dernekte oturuyorsunuz. Telefonu açtınız. Garip bir hışırtı, bir nefes sesi veya öksürük mü duydunuz? Bilin ki dernek dinleniyor. Tabii o zaman teknoloji bu kadar da ileri değil. Uzayda TURKSAT uyduları yok. Cep telefonu ve internet bilimkurgu konusuydu.
Eskiden kimse telefon dinlemeyi, hatta dinleyenler bile önemsemezdi. Dinlenme ihtimali olanlar, risk grubunda olduklarını bilirdi. Ona göre davranırdı. Dinleyenler de sadece sizi takip ediyoruz diyebilmek için bu işe koyulurdu.
Türkiye bu konuda ilk skandalını 28 Şubat döneminde yaşamıştı. O zamanın “sivil demokrasi kahramanlarının” başında olan DYP’li (bugünkü MHP’li) Meral Akşe-ner’in Emniyet’teki adamı Bülent Orakoğlu Genelkurmay’ın telefonlarını dinlemişti. Suçüstü yakalanınca “telekulak skandalı” patlak verdi.
Bu olay gerçekten de büyük bir skandaldı. Çünkü ilk kez polis, devletin bir kurumunu hem de Genelkurmay’ı dinliyordu.
İşte bu “normal” değildi. Adeta vatana ihanet ve casusluk meselesiydi. Sıradan bir sol derneği dinlemiyorsunuz ki!
Zaten Orakoğlu casusluktan yargılandı. Kolay hazmedilemeyecek bu olay aylarca basının zirvesinden inmedi.
Dikkat: Tuncay baksana
Miting demeye bin şahit lazım! Tuncay Özkan’ın siyasi hayatı daha başlamadan bitecek gibi görünüyor. Kanaltürk’ün Fethullahçılara satılmasının ardından yeni bir kanal ve parti ile yürüyüşünü sürdüreceğini açıklayan Tuncay, Fethullahçılardan aldığı milyon dolarlarla ilk iş olarak Mümtaz Soysal’ın Bağımsız Cumhuriyet Partisi’ne el atmış ve borçlarını üstlendiği BCP’yi devralmak üzere harekete geçmişti
Bu amaçla 6 Temmuz’da yurt çapında 20 ilde eş zamanlı olarak yapılacak mitinglerle aklı sıra gövde gösterisi yapacak ve iktidar yürüyüşünü başlatacaktı Tuncay.
Üstelik mitinglere verilen “Yargı’ya Saygı” ismi sayesinde de AKP faşizminin Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay Başsavcısı’na karşı giriştiği saldırıya yönelik toplumsal tepkiden faydalanarak mitinglere katılım arttırılacaktı.
Ancak Tuncay’ın numarası tutmadı ve mitingler fiyaskoyla sonuçlandı. Aslında Tuncay’ın siyasete görkemli bir giriş yapmak amacıyla düzenlediği bu mitinglere miting demeye bile bin şahit lazım, zira Tuncay’ın mitinglerine katılanlar parmakla sayılabilecek kadar azdı
Bizkaçkişiyiz Derneği tarafından düzenlenen mitinglerin en kalabalığı Tuncay’ın konuşmacı olduğu Gaziantep “mitingi” oldu. Tuncay’ı dinlemek için alana gelen kişi sayısı ise sadece 500’dü. (Yazıyla Beşyüz!) Biz katılımcı sayısını basında yer alan en yüksek sayıyı dikkate alarak verdik zira kimi basın yayın organlarında katılımca sayısı 250 kişi olarak verildi.
Ankara Sıhhiye’deki mitinge katılım sayısı 100-150 kişi civarındaydı.
Eskişehir’deki mitingde ise katılımcı sayısı kimi basın organlarında 100-150, kimisinde de 250 kişi olarak verildi. Zaten gazetelere yansıyan “miting” fotoğraflarına bakıldığında da durumun ne kadar içler acısı olduğu görülüyordu.
Tuncay bu gidişle değil Meclis’e, seçime bile zor girer
Bu fiyasko göz önüne alındığında Tuncay’ın bırakın iktidara gelmesini ya da en azından Meclis’e girmesini, BCP’nin şube eksiklerini tamamlayıp partiyi seçime hazır hale getirmesi bile pek mümkün görünmüyor.
Üstelik Tuncay’ın milyonluk internet ve telefon destekçisi sanal kitlesine umut bağlayan Mümtaz Soysal ve Yaşar Okuyan gibi isimler de herhalde bu miting hezimetinden sonra bir kez daha ne yaptıklarını sorgulayacaklardır.
Tuncay mitinglerle Türkiye’yi ayağa kaldırayım derken kendi ayağını kaydırmış oldu farkında değil.
Şimdi kimileri kalkıp mitingler öncesinde “darbe mitingi” diyerek antipropagandaya girişen basını suçlayacaktır ancak Cumhuriyet mitingleri öncesinde de aynı basın benzer propagandayla katılımı azaltmaya çalışmış ama alanlara inen milyonlarca insan bu propagandanın hiç de etkili olmadığını, tam tersine bu propagandanın mitinglerin duyurulmasını sağlayıp tepki olarak da katılımın artmasına yol açtığını göstermişti.
Ama zaten Tuncay’ın kendisi bile bu tür bir savunma yapma yolunu tutmamış ve bu kadar düşük katılımla geçen fiyasko mitinglerinden hiç bahsetmemeyi tercih etmiş. Oysa bizim bildiğimiz Tuncay en küçük bir açık yakalasa buradan propagandaya girişip bir şekilde olayı kendi işine geldiği şekle dönüştürürdü ama görülüyor ki bu fiyasko Tuncay gibi bir çığırtkanı bile susturmuş.
Tuncay ve ekibi mitinglerin yapıldığı pek çok ilde de çeşitli aydın ve yazarları konuşmacı olarak kürsüye çıkartarak-örneğin Antalya mitinginde Vural Savaş konuşmacıydı- kalabalık toplamaya çalıştılar ama bu bile onları kurtarmaya yetmedi.
Yani Tuncay’ın bir aydır gazete ilanları ve televizyon aracılığıyla yaptığı duyurular ve 1 milyonu aşkın üye sayısına ulaştığını iddia ettiği Bizkackisiyiz platformu aracılığıyla Türkiye’nin 20 ilinde (Aslında 20 ilde mitingi yapamadı ancak 6 ilde yapabildi!) toplayabildiği kalabalık birkaç bin kişiyi ancak bulabildi. Mitinglerden sonra da ne Tuncay, ne de Bizkaçkişiyiz platformu mitinglerle ilgili bir yorum yapmadı. Bırakın yorum yapmayı mitinglerin yapıldığına ilişkin olarak sitelerinde tek bir satır haber ve tek bir kare fotoğraf bile yayınlayamadılar.
Bu arada milyonluk üye sayısına sahip olduğu söylenen sitede aylardır destek mesajı yayınlayan ve reklam veren insan sayısı da ancak bir elin parmaklarıyla sınırlı. O halde ya bu milyonluk üye sayısı tümüyle uydurma ya da bu insanlar Tuncay’ın gerçek yüzünü görüp bu işi bıraktılar.
Tuncay görevini yaptı; ulusal tepki dibe vurdu
TÜRKSOLU’nun önceki sayılarında Tuncay’ın Kanaltürk’ü Fethullahçılara satışının ulusal güçleri demoralize etme operasyonunun sadece bir parçası olduğunu, ama Tuncay’ın asıl misyonunun AKP faşizmine ve ABD emperyalizmine karşı büyüyen ulusal tepkinin ortadan kaldırılması olduğunu söylemiş ve “Cumhuriyet mitinglerinde de mi aynı tezgaha geldik” diye sormuştuk. Şimdi görüyoruz ki; çok değil bir yıl öncesine kadar alanlara sığmayan milyonluk mitinglerden geriye kala kala 100-150 kişi kalabilmiş. Bu büyük başarıda da kabul etmeliyiz ki Tuncay’ın büyük payı var!
Mitinglerden söz etmişken, mitinglerin bir diğer tertipçisi olan ÇYDD başkanı Türkan Saylan’ı da hatırlatmak da yarar var. Bilindiği üzere Ankara Tandoğan’da ADD öncülüğünde gerçekleşen ilk mitingin ardından İstanbul-Çağlayan ve İzmir-Gündoğdu mitinglerinde Tuncay’la birlikte ÇYDD başkanı Türkan Saylan ve ekibi öncülüğü ele geçirmiş ve bu mitinglerde “Ordu’ya uzanan eller kırılsın” sloganı atan milyonlara karşı kürsüden Ordu düşmanı liberal cephenin “Ne Şeriat, Ne darbe” sloganı öne çıkarılmış ve sanki ülkede bir darbe tehlikesi varmış gibi bir ortam yaratılarak milyonların Ordu’ya karşı konumlandırılması sağlanmıştı. Böylece bugün darbecilikle suçlanan emekli paşaların tutuklanması planı için Atatürkçü kitlenin hazır hale getirilmesi amaçlanmıştı. Zaten Tuncay Özkan’da Mehmet Ali Birand’ın 32. Gün programında-Aydın Doğan eski adamı Tuncay’a sahip çıkarak onu aklayacak bir programa izin vermişti- kendilerinin “Ne Şeriat Ne darbe” diyerek darbeye karşı çıktığını söylemiş bir de 27 Nisan muhtırasının esas olarak kendisine verildiğini söyleyip ordu düşmanlığında gemi azıya alarak programdaki diğer konuşmacılar Nazlı Ilıcak ve Yeni Şafak yazarı Fikri Akyüz’ü bile şaşkına çevirmişti.
Son Ergenekon operasyonu kapsamında yapılan tutuklamalardan sonra Tuncay’ın yakın çalışma arkadaşı Türkan Saylan’dan da nedense tek bir karşı çıkış duymadık. Duyan varsa lütfen bizi uyarsın! Üstelik mitinglerdeki tavrı düşünüldüğünde Türkan Hanım’ın bu operasyonu desteklediğini ve “çetelerin” ve “cuntaların” ortaya çıkarılmasını istediğini de rahatlıkla düşünebiliriz. Bilumum İkinci Cumhuriyetçi ile yakın dost olan Türkan Hanım’ın böyle bir tavır alması da herhalde kimseyi şaşırtmayacaktır.
Türkan Saylan’ın derin sessizliğine karşı Tuncay yine o bilindik üslubu ile çığırtkanlığa devam etti ama hem Cumhuriyet mitinglerinde ve sonrasında, hem de 32. Gün programında ortaya koyduğu ordu düşmanı tavır, Tuncay’ın bu olayda da asıl amacının yine sadece siyasi rant elde etmek olduğunu gösteriyor. Ama bu numaraları artık kimse yemiyor.
22 Temmuz seçimleri öncesinde Atatürkçü kesimler içinde ordu düşmanlığı yaymaya çalışan bu ekibin aslında tek amacının AKP ve ABD’ye karşı büyüyen ve milyonlarla ifade edilen ulusal hareketi bitirmek olduğu artık daha net görülebiliyor.
Tuncay’ın son “mitingleri” de bu operasyonun başarıyla yerine getirildiğini gösteriyor.
Umut taciri Tuncay kontör hırsızlığına devam ediyor hala!
Ancak Tuncay ulusalcık satmanın tadını aldı bir kere ve o nedenle bu işi götürebildiği son noktaya kadar götürecek gibi görünüyor. Yani anlayacağınız Tuncay tek başına kalana dek mücadeleyi sürdürecek!
Bizkaçkişiyiz platformunun sitesinde Tuncay’ın Bizkaçkişiyizcileri “umut gönüllüsü” olmaya çağıran yazısı bugünlerde sitede yine öne çıkarılıyor. Tuncay umut gönüllüsü olacak kişileri bir eğitim programından geçirdikten sonra bu kişileri kapı kapı gezdirerek AKP’ye oy veren 16 milyon insanı ikna edecekmiş. Tabii umut gönüllüsü olmak için Tuncay’ın verdiği telefon numarasına bir kısa mesaj atmanız gerekiyor. Yani atıyorsunuz mesajı, umut gönüllüsü oluyorsunuz! Tabii bu arada bu mesajın karşılığında Tuncay’ın kontör bankasında da kontörler birikmeye devam ediyor.
Tuncay tüccarlıkta o kadar ustalaştı ki artık “umut tacirliği” yaparak havadan para kazanıyor! Tam bir antikapitalist yani şu bizim Tuncay!
Peki ama bu umut gönüllüleri AKP’li seçmene gittiklerinde ne anlatacaklar, vatandaşı nasıl ikna edecekler? Tuncay bu soruların cevabını da vermiş sitede; “Türkiye’yi mutlu insanların ülkesi yapacağız” Anlayacağınız Tuncay’ın vatandaşa siyaset götürmek, Türkiye üzerinde oynanan oyunları, bölücülük ve irtica tehdidini ya da ABD ve AB ‘nin kirli emellerini insanlara anlatmak gibi bir derdi yok. Tek bir şey var;Türkiye mutlu insanlar ülkesi yapılacak!
Umut gönüllüleri, vatandaşa hırsızlıktan ve yoksulluktan bahsedecekler ve böylelikle sağ-sol ayrımı kalkacak, Tuncay’ın liderliğinde mutlu insanlar ülkesi kurulacak!
Tuncay yakında biraz daha ileri gidip Erbakan gibi cennetten tapu dağıtmaya başlarsa hiç ama hiç şaşırmayacağız.
Aslında Tuncay’ın siyasi meseleleri bir yana bırakması bir anlamda sevindirici zira TÜRKSOLU’nda daha önce Tuncay’ın Türk insanına siyaset adı altında neler empoze etmeye çalıştığından bahsetmiştik. Kürt sorununun Apo’nun Kürt halkına anlatılması-bunu da ancak Tuncay yapabilirmiş- ve Kürt kimliğinin kabul edilip üniversitelerde Kürt enstitüleri kurarak Kürtçe eğitim ve yayının serbest bırakılmasıyla çözüleceğini söyleyen Tuncay ayrıca AB’ye karşı olmadığını, Obama seçimi kazanıp Irak’tan asker çekerse ABD’yi destekleyeceğini de açıklamıştı. O nedenle Tuncay’ın umut tacirliği, bu bölücü ve işbirlikçi fikirleri düşünüldüğünde çok daha kabul edilebilir ve zararsız geliyor, ne yalan söyleyelim.
Türkiye’yi zübüklerden kurtularak kurtarmak
Görüldüğü gibi Tuncay vakası artık tam bir komediye dönüşmüş durumda ama bütün bu olan biten arasında Türkiye’nin parçalanması planları ne yazık ki daha da hızlanıyor. Ve Tuncay gibi zübükler bu süreçte sonuç alıcı bir ulusal bir tepkinin ve örgütlenmenin önündeki en büyük engel olarak ortaya çıkıyorlar.
AKP’nin kapatılma sürecinde sona yaklaşılırken Türkiye’nin üniter yapısını ve Cumhuriyet rejimini ortadan kaldırmaya yönelik girişimler hız kazanıyor. Türkiye’nin Büyük Ortadoğu Projesi içinde parçalanması planlarında önemli adımlar atılırken bu sürece karşı çıkacak ulusal bir örgütlenmenin de önü kesilmek isteniyor. Tuncay Özkan gibi zübüklerin bu süreçteki rolü de aslında tam bu noktada ortaya çıkıyor. Türkiye, Cumhuriyet mitinglerinde doruğa ulaşan halk tepkisini ciddi bir liderlikle buluşturabilseydi bugün karşı karşıya kaldığımız tüm olumsuzluklar rahatlıkla engellenebilir ve milyonların özlemi olan “Tam Bağımsız Türkiye”yi kurma yolunda da önemli bir mesafe alınabilirdi. Ama başta Tuncay Özkan olmak üzere pek çok sahte ulusalcı hareketi piyasaya süren emperyalist güç odakları, gerçek bir ulusal örgütlenme arayışına büyük bir darbe indirdiler.
Bu süreç bugün hala devam ediyor ve üstelik Türkiye 22 Temmuz seçimleri öncesinden çok daha çaresiz bir durumda zira, o günlerde doruğa ulaşan halk tepkisi bugün neredeyse sıfırlanmış durumda.
O nedenle Türkiye’yi önce bu durumun baş sorumlularından olan Tuncay gibi zübüklerden kurtarmak gerekiyor.
Ama bundan da önemlisi artık giderek daha yakın bir tehdide dönüşen emperyalist paylaşım planlarına karşı devrimci bir ulusal direniş hareketi örgütlemektir.
Bu da zübüklerin değil, gerçek Atatürkçülerin ve devrimcilerin görevidir.
ymmd.com dan alınmıştır.(birol aslan bayrak ,taşköprü kastamonu)
Bu amaçla 6 Temmuz’da yurt çapında 20 ilde eş zamanlı olarak yapılacak mitinglerle aklı sıra gövde gösterisi yapacak ve iktidar yürüyüşünü başlatacaktı Tuncay.
Üstelik mitinglere verilen “Yargı’ya Saygı” ismi sayesinde de AKP faşizminin Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay Başsavcısı’na karşı giriştiği saldırıya yönelik toplumsal tepkiden faydalanarak mitinglere katılım arttırılacaktı.
Ancak Tuncay’ın numarası tutmadı ve mitingler fiyaskoyla sonuçlandı. Aslında Tuncay’ın siyasete görkemli bir giriş yapmak amacıyla düzenlediği bu mitinglere miting demeye bile bin şahit lazım, zira Tuncay’ın mitinglerine katılanlar parmakla sayılabilecek kadar azdı
Bizkaçkişiyiz Derneği tarafından düzenlenen mitinglerin en kalabalığı Tuncay’ın konuşmacı olduğu Gaziantep “mitingi” oldu. Tuncay’ı dinlemek için alana gelen kişi sayısı ise sadece 500’dü. (Yazıyla Beşyüz!) Biz katılımcı sayısını basında yer alan en yüksek sayıyı dikkate alarak verdik zira kimi basın yayın organlarında katılımca sayısı 250 kişi olarak verildi.
Ankara Sıhhiye’deki mitinge katılım sayısı 100-150 kişi civarındaydı.
Eskişehir’deki mitingde ise katılımcı sayısı kimi basın organlarında 100-150, kimisinde de 250 kişi olarak verildi. Zaten gazetelere yansıyan “miting” fotoğraflarına bakıldığında da durumun ne kadar içler acısı olduğu görülüyordu.
Tuncay bu gidişle değil Meclis’e, seçime bile zor girer
Bu fiyasko göz önüne alındığında Tuncay’ın bırakın iktidara gelmesini ya da en azından Meclis’e girmesini, BCP’nin şube eksiklerini tamamlayıp partiyi seçime hazır hale getirmesi bile pek mümkün görünmüyor.
Üstelik Tuncay’ın milyonluk internet ve telefon destekçisi sanal kitlesine umut bağlayan Mümtaz Soysal ve Yaşar Okuyan gibi isimler de herhalde bu miting hezimetinden sonra bir kez daha ne yaptıklarını sorgulayacaklardır.
Tuncay mitinglerle Türkiye’yi ayağa kaldırayım derken kendi ayağını kaydırmış oldu farkında değil.
Şimdi kimileri kalkıp mitingler öncesinde “darbe mitingi” diyerek antipropagandaya girişen basını suçlayacaktır ancak Cumhuriyet mitingleri öncesinde de aynı basın benzer propagandayla katılımı azaltmaya çalışmış ama alanlara inen milyonlarca insan bu propagandanın hiç de etkili olmadığını, tam tersine bu propagandanın mitinglerin duyurulmasını sağlayıp tepki olarak da katılımın artmasına yol açtığını göstermişti.
Ama zaten Tuncay’ın kendisi bile bu tür bir savunma yapma yolunu tutmamış ve bu kadar düşük katılımla geçen fiyasko mitinglerinden hiç bahsetmemeyi tercih etmiş. Oysa bizim bildiğimiz Tuncay en küçük bir açık yakalasa buradan propagandaya girişip bir şekilde olayı kendi işine geldiği şekle dönüştürürdü ama görülüyor ki bu fiyasko Tuncay gibi bir çığırtkanı bile susturmuş.
Tuncay ve ekibi mitinglerin yapıldığı pek çok ilde de çeşitli aydın ve yazarları konuşmacı olarak kürsüye çıkartarak-örneğin Antalya mitinginde Vural Savaş konuşmacıydı- kalabalık toplamaya çalıştılar ama bu bile onları kurtarmaya yetmedi.
Yani Tuncay’ın bir aydır gazete ilanları ve televizyon aracılığıyla yaptığı duyurular ve 1 milyonu aşkın üye sayısına ulaştığını iddia ettiği Bizkackisiyiz platformu aracılığıyla Türkiye’nin 20 ilinde (Aslında 20 ilde mitingi yapamadı ancak 6 ilde yapabildi!) toplayabildiği kalabalık birkaç bin kişiyi ancak bulabildi. Mitinglerden sonra da ne Tuncay, ne de Bizkaçkişiyiz platformu mitinglerle ilgili bir yorum yapmadı. Bırakın yorum yapmayı mitinglerin yapıldığına ilişkin olarak sitelerinde tek bir satır haber ve tek bir kare fotoğraf bile yayınlayamadılar.
Bu arada milyonluk üye sayısına sahip olduğu söylenen sitede aylardır destek mesajı yayınlayan ve reklam veren insan sayısı da ancak bir elin parmaklarıyla sınırlı. O halde ya bu milyonluk üye sayısı tümüyle uydurma ya da bu insanlar Tuncay’ın gerçek yüzünü görüp bu işi bıraktılar.
Tuncay görevini yaptı; ulusal tepki dibe vurdu
TÜRKSOLU’nun önceki sayılarında Tuncay’ın Kanaltürk’ü Fethullahçılara satışının ulusal güçleri demoralize etme operasyonunun sadece bir parçası olduğunu, ama Tuncay’ın asıl misyonunun AKP faşizmine ve ABD emperyalizmine karşı büyüyen ulusal tepkinin ortadan kaldırılması olduğunu söylemiş ve “Cumhuriyet mitinglerinde de mi aynı tezgaha geldik” diye sormuştuk. Şimdi görüyoruz ki; çok değil bir yıl öncesine kadar alanlara sığmayan milyonluk mitinglerden geriye kala kala 100-150 kişi kalabilmiş. Bu büyük başarıda da kabul etmeliyiz ki Tuncay’ın büyük payı var!
Mitinglerden söz etmişken, mitinglerin bir diğer tertipçisi olan ÇYDD başkanı Türkan Saylan’ı da hatırlatmak da yarar var. Bilindiği üzere Ankara Tandoğan’da ADD öncülüğünde gerçekleşen ilk mitingin ardından İstanbul-Çağlayan ve İzmir-Gündoğdu mitinglerinde Tuncay’la birlikte ÇYDD başkanı Türkan Saylan ve ekibi öncülüğü ele geçirmiş ve bu mitinglerde “Ordu’ya uzanan eller kırılsın” sloganı atan milyonlara karşı kürsüden Ordu düşmanı liberal cephenin “Ne Şeriat, Ne darbe” sloganı öne çıkarılmış ve sanki ülkede bir darbe tehlikesi varmış gibi bir ortam yaratılarak milyonların Ordu’ya karşı konumlandırılması sağlanmıştı. Böylece bugün darbecilikle suçlanan emekli paşaların tutuklanması planı için Atatürkçü kitlenin hazır hale getirilmesi amaçlanmıştı. Zaten Tuncay Özkan’da Mehmet Ali Birand’ın 32. Gün programında-Aydın Doğan eski adamı Tuncay’a sahip çıkarak onu aklayacak bir programa izin vermişti- kendilerinin “Ne Şeriat Ne darbe” diyerek darbeye karşı çıktığını söylemiş bir de 27 Nisan muhtırasının esas olarak kendisine verildiğini söyleyip ordu düşmanlığında gemi azıya alarak programdaki diğer konuşmacılar Nazlı Ilıcak ve Yeni Şafak yazarı Fikri Akyüz’ü bile şaşkına çevirmişti.
Son Ergenekon operasyonu kapsamında yapılan tutuklamalardan sonra Tuncay’ın yakın çalışma arkadaşı Türkan Saylan’dan da nedense tek bir karşı çıkış duymadık. Duyan varsa lütfen bizi uyarsın! Üstelik mitinglerdeki tavrı düşünüldüğünde Türkan Hanım’ın bu operasyonu desteklediğini ve “çetelerin” ve “cuntaların” ortaya çıkarılmasını istediğini de rahatlıkla düşünebiliriz. Bilumum İkinci Cumhuriyetçi ile yakın dost olan Türkan Hanım’ın böyle bir tavır alması da herhalde kimseyi şaşırtmayacaktır.
Türkan Saylan’ın derin sessizliğine karşı Tuncay yine o bilindik üslubu ile çığırtkanlığa devam etti ama hem Cumhuriyet mitinglerinde ve sonrasında, hem de 32. Gün programında ortaya koyduğu ordu düşmanı tavır, Tuncay’ın bu olayda da asıl amacının yine sadece siyasi rant elde etmek olduğunu gösteriyor. Ama bu numaraları artık kimse yemiyor.
22 Temmuz seçimleri öncesinde Atatürkçü kesimler içinde ordu düşmanlığı yaymaya çalışan bu ekibin aslında tek amacının AKP ve ABD’ye karşı büyüyen ve milyonlarla ifade edilen ulusal hareketi bitirmek olduğu artık daha net görülebiliyor.
Tuncay’ın son “mitingleri” de bu operasyonun başarıyla yerine getirildiğini gösteriyor.
Umut taciri Tuncay kontör hırsızlığına devam ediyor hala!
Ancak Tuncay ulusalcık satmanın tadını aldı bir kere ve o nedenle bu işi götürebildiği son noktaya kadar götürecek gibi görünüyor. Yani anlayacağınız Tuncay tek başına kalana dek mücadeleyi sürdürecek!
Bizkaçkişiyiz platformunun sitesinde Tuncay’ın Bizkaçkişiyizcileri “umut gönüllüsü” olmaya çağıran yazısı bugünlerde sitede yine öne çıkarılıyor. Tuncay umut gönüllüsü olacak kişileri bir eğitim programından geçirdikten sonra bu kişileri kapı kapı gezdirerek AKP’ye oy veren 16 milyon insanı ikna edecekmiş. Tabii umut gönüllüsü olmak için Tuncay’ın verdiği telefon numarasına bir kısa mesaj atmanız gerekiyor. Yani atıyorsunuz mesajı, umut gönüllüsü oluyorsunuz! Tabii bu arada bu mesajın karşılığında Tuncay’ın kontör bankasında da kontörler birikmeye devam ediyor.
Tuncay tüccarlıkta o kadar ustalaştı ki artık “umut tacirliği” yaparak havadan para kazanıyor! Tam bir antikapitalist yani şu bizim Tuncay!
Peki ama bu umut gönüllüleri AKP’li seçmene gittiklerinde ne anlatacaklar, vatandaşı nasıl ikna edecekler? Tuncay bu soruların cevabını da vermiş sitede; “Türkiye’yi mutlu insanların ülkesi yapacağız” Anlayacağınız Tuncay’ın vatandaşa siyaset götürmek, Türkiye üzerinde oynanan oyunları, bölücülük ve irtica tehdidini ya da ABD ve AB ‘nin kirli emellerini insanlara anlatmak gibi bir derdi yok. Tek bir şey var;Türkiye mutlu insanlar ülkesi yapılacak!
Umut gönüllüleri, vatandaşa hırsızlıktan ve yoksulluktan bahsedecekler ve böylelikle sağ-sol ayrımı kalkacak, Tuncay’ın liderliğinde mutlu insanlar ülkesi kurulacak!
Tuncay yakında biraz daha ileri gidip Erbakan gibi cennetten tapu dağıtmaya başlarsa hiç ama hiç şaşırmayacağız.
Aslında Tuncay’ın siyasi meseleleri bir yana bırakması bir anlamda sevindirici zira TÜRKSOLU’nda daha önce Tuncay’ın Türk insanına siyaset adı altında neler empoze etmeye çalıştığından bahsetmiştik. Kürt sorununun Apo’nun Kürt halkına anlatılması-bunu da ancak Tuncay yapabilirmiş- ve Kürt kimliğinin kabul edilip üniversitelerde Kürt enstitüleri kurarak Kürtçe eğitim ve yayının serbest bırakılmasıyla çözüleceğini söyleyen Tuncay ayrıca AB’ye karşı olmadığını, Obama seçimi kazanıp Irak’tan asker çekerse ABD’yi destekleyeceğini de açıklamıştı. O nedenle Tuncay’ın umut tacirliği, bu bölücü ve işbirlikçi fikirleri düşünüldüğünde çok daha kabul edilebilir ve zararsız geliyor, ne yalan söyleyelim.
Türkiye’yi zübüklerden kurtularak kurtarmak
Görüldüğü gibi Tuncay vakası artık tam bir komediye dönüşmüş durumda ama bütün bu olan biten arasında Türkiye’nin parçalanması planları ne yazık ki daha da hızlanıyor. Ve Tuncay gibi zübükler bu süreçte sonuç alıcı bir ulusal bir tepkinin ve örgütlenmenin önündeki en büyük engel olarak ortaya çıkıyorlar.
AKP’nin kapatılma sürecinde sona yaklaşılırken Türkiye’nin üniter yapısını ve Cumhuriyet rejimini ortadan kaldırmaya yönelik girişimler hız kazanıyor. Türkiye’nin Büyük Ortadoğu Projesi içinde parçalanması planlarında önemli adımlar atılırken bu sürece karşı çıkacak ulusal bir örgütlenmenin de önü kesilmek isteniyor. Tuncay Özkan gibi zübüklerin bu süreçteki rolü de aslında tam bu noktada ortaya çıkıyor. Türkiye, Cumhuriyet mitinglerinde doruğa ulaşan halk tepkisini ciddi bir liderlikle buluşturabilseydi bugün karşı karşıya kaldığımız tüm olumsuzluklar rahatlıkla engellenebilir ve milyonların özlemi olan “Tam Bağımsız Türkiye”yi kurma yolunda da önemli bir mesafe alınabilirdi. Ama başta Tuncay Özkan olmak üzere pek çok sahte ulusalcı hareketi piyasaya süren emperyalist güç odakları, gerçek bir ulusal örgütlenme arayışına büyük bir darbe indirdiler.
Bu süreç bugün hala devam ediyor ve üstelik Türkiye 22 Temmuz seçimleri öncesinden çok daha çaresiz bir durumda zira, o günlerde doruğa ulaşan halk tepkisi bugün neredeyse sıfırlanmış durumda.
O nedenle Türkiye’yi önce bu durumun baş sorumlularından olan Tuncay gibi zübüklerden kurtarmak gerekiyor.
Ama bundan da önemlisi artık giderek daha yakın bir tehdide dönüşen emperyalist paylaşım planlarına karşı devrimci bir ulusal direniş hareketi örgütlemektir.
Bu da zübüklerin değil, gerçek Atatürkçülerin ve devrimcilerin görevidir.
ymmd.com dan alınmıştır.(birol aslan bayrak ,taşköprü kastamonu)
YMMD Özel: Medya terörü
Tartışmalar yaratan ve kimi eleştirileri gündeme getiren Ergenekon soruşturmasını ABD İstanbul Başkonsolosluğu’na yapılan saldırı izledi. Soruşturmaya ilişkin gizli bilgilerin tarflı basına sızması, suç oluşturacak dinleme ve izlemeler konusunda hukuk devletine yaraşan tutumla açıklama yapacak yerde anamuhalefet partisi liderine yanıt yetiştirmeye çalışarak gündemi değiştirip kamuoyunu oyalamak isteyen Başbakan, gözaltına alınanları şimdiden dolaylı anlatımla “Çete ve mafya” ilgilisi olarak suçladı.
Anayasa’nın 15/2. ve 38/2. maddelerine göre kesin hüküm giyinceye kadar suçlu sayılamayacak kimselere yönelik bu yaklaşım yönetimin kimler eliyle ne amaçla nelere yöneldiğinin belirtisidir. Silâhlı Kuvvetler’i daha sessiz ve suskun, donuk ve tutuk duruma düşürmek için izlenen yöntem sonuç vermek üzeredir. Polis gücüyle komutanlar içeri alınmakta, askerler birbirine karşı duruma getirilmekte, kişisel karşıtlıklar kurumsal ayrışmaya dönüştürülmektedir. Sevinçten etekleri zil çalanlarla, gülmekten ağızları kapanmayanlar bunun göstergesidir. Önceki Genelkurmay Başkanı’nın desteği de gecikmemiştir.
Yerel seçimler yaklaştıkça seçim ekonomisine ağırlık veren iktidar yargıya kafa tutarak oy toplayacağını sanmaktadır. Anayasa Mahkemesi ile öbür yüksek mahkemelere çatmaktan çekinmeyenler şimdilerde cumhuriyet savcılığı soruşturması nedeniyle hukuka, yargıya saygıdan sözederek ikilemlerini, yandaşlık ve karşıtlıklarının kanıtı biçiminde açıklamaktadırlar. Yıllık cari işlemler açığı 40, dış ticaret açığı ilk beş aylık dönemde 29.3 milyar dolara çıktı. Enflasyon % 10’un çok üstünde iken altında gösteriliyor. Yılın ilk dört ayında dış borç 263, özel sektör borcu ise 172 milyar dolara dayandı. İşsizlik yaygın ve büyük. Enerji alımı dayanılacak gibi değil. Kapanan işyerinin sayısı onbinleri aştı. Yönetimi başarılı sayacak hiçbir olumlu gelişme olmadığı gibi yabancılara toprak satımında olduğu gibi Anayasa Mahkemesi kararlarına karşı anlamsız direnme sürmekte hatta yinelenmektedir.
Yönetim kabadayılık yaparak sonuç alacağını sanmaktadır. Sözcülüğünü üstlenen eski teröristler, çıkarcılar, dönekler ve sapkınlar ılımlı islâm yapılaşmasına yönelik çabaları demokratiklikle savunup halk düşmanlığı yapmaktadır. Gerçekte yaşanan bir yönetim ve medya terörüdür. Çöküntü, çürümeye dönüşmeden önlenemezse çok geç kalınmış olunacaktır. Hukuk yolları izlenerek sonuç alınabilmesi için yurtseverlerin dağınıklığının önlenmesi, iktidar karşıtlarının birleşmesi, etkin oylarla, öncelikle halkın uyarılmasıyla kargaşadan kurtulunması gerekir. Hukuksal, siyasal, ekonomik vd. alanlarda gerçekleştirilmesi zorunlu birçok atılım vardır. Bunları iktidar kafasıyla düşünenlerin masum, düşünmeyenlerin suçlu sayılması akıl ve vicdan dışı bir değerlendirmedir. İktidara karşı olmak başka, devlete karşı olup yıkmayı istemek başkadır. İktidara karşı olmak asla suç değildir. Bunun en geçerli kanıtı muhalefetin varlığı ve kimi yetkilerle donatılmasıdır.
İmamlar bildiğini okuyor
Olumsuzlukları gidermede olumlu bir çabaya tanık olunmuyor. Gereksiz, anlamsız, sert sözler, grup konuşmaları, medya kullanımıyla yayılan tutarsızlıklar sona ermedikçe toplumsal barışın iyiliklerini yaşamak olanaksızdır. Güvenlik büyük ölçüde yara almıştır. Dinlenme ve izlenme herkese karşı büyük bir saygısızlıktır. Açıkçası rezalettir. Yatak odalarına kadar yurttaşları dinlemek bunu yapanlar kadar bunu isteyenleri, buna olur verenleri de sorumlu kılan bir çağdışılıktır. Hırant Dink dâvasının duruşmasındaki disiplinsizlik, Ümraniye soruşturmasının yandaş basına sızdırılması, Ceza Yasası ile Basın Yasası’nın ilgili kurallarının göz ardı edilmesi, etkileme ve saptırma çabalarının önlenememesi olumsuz eleştirilere neden olmuştur. Yönetim bildiğinden şaşmamakta, her şey olduğu gibi sürüp gitmektedir.
Memur aylıklarına 1 Temmuz’dan başlayarak yapılacak zammın yetersizliğinden yakınılmaktadır. Geçim ve yaşam koşulları giderek ağırlaşmakta, bu durumun neden olduğu suçlar, kötülükler, acılar karanlığı artırmaktadır.
MÜSİAD yetkilileri kamu düzenini bozmayan dinsel gereklerle irtica sayılacak davranışları ayıramıyor. Dincilik nedeniyle irticanın araçlarına serbesti istiyor.
Adalet Bakanlığı gizli belgelerin yandaş basına sızdırılmasını adıyla bağdaşmayacak biçimde açıklıyor.
Soruşturmanın biçimine, uygulamalarına yönelik eleştirileri eleştirmeye çalışarak ayıplayan bir yazar kendi zikzaklarının unutuyor. Asker karşıtlığı iliklerine kadar işlemiş ki komutanlara ilişkin kınanacak tutumları destekliyor. Oysa, PKK’lılara bile böyle davranılmamıştı. Partilerinin yöneticileri, Belediye Başkanları nasıl konuşup dolaşıyor, ortada.
Siyaset cambazları, ekonomideki başarısızlıklarıyla kendi tutumlarının sonucu olan kırılganlığı ve kriz olasılıklarını siyasal gelişmelere bağlayıp bunu da muhalefete yüklemek istemektedir. Hani “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” sözünün anımsattığı kurnazlık. Yargıyı yönlendirme durumları da böyle.
Kimileri de Atatürk’le ilgili en küçük bir belirti olsa ona sarılıp kendini haklı çıkarmaya girişmektedir. Çocuğun biri bir çalışma mı yaptı? Kendi kişisel eğilimlerine ve yaklaşımlarına ağırlık veren sözde bir incelemeye mi kalkıştı? Kendine göre eleştiri ve değerlendirmelerde mi bulundu? Ya da kimi duygusal, aşırı ve abartılı bağlılık sözlerle davranışlar mı oldu? Hemen Atatürk’ü ve Atatürkçüleri karalayıp suçlamaya yeni bir dayanak yapıyor. Yargı kararlarını, karşı oyları, Atatürk ve annesine yönelik insanlıkdışı nitelemeleri karşılamaya çalışan sözleri tersine çeviren bu tür hasta tipler, kendini göstermek için “Ben de varım” diye terslikle ortaya çıkanlara destek verir, onları över. Atatürk’ün Türkiye, Türkler ve Türkiye Cumhuriyeti için değil bütün tutsak ve geride kalmış toplumlar için yaptıklarını unutup onu kendi düşünce sınırı içinde ve duygu karşıtlığıyla değerlendiren kitaplar tanıtılmakta, olumsuzluklar yüreklendirilmektedir.
Dinci ve Kürtçü terör Türkiye Cumhuriyeti’nin polisine kıymıştır. Terör iktidarın tutumu nedeniyle durmamaktadır. Başbakanın Irak gezisinin de sonuç sağlayacağı kuşkuludur. Bittiği-bitirildiğini öylenen terör Ağrı Dağı’ndan İstanbul’un en iyi korumalı yerine gidip gelebilmektedir.
Ya Kuddisi Okkır’ın ölümü için Avrupalı gevezelerle içimizdeki zevzeklerin suskunluğuna, ilgisizliğine ne demeli? İnsanlık öldü mü? Ölümün sorumlularına ne yapılacak? Gericilerin, Fethullahcı ağırlıkla her yere sızdığı kuşkuları ayyuka çıktı. Akılları dincilikte, çıkarları iktidar yandaşlığında olanların ortaklığı nedir?
Hukuk bilgiçliği taslayanların hukuk konularındaki gülünecek yazıları da ne günlere ve kimlere kaldığımızı gösteriyor.
Özgün Sözler’den: Vicdanı temiz olmayanın eli, eli temiz olmayanın vicdanı temiz olamaz.
Yalan, yalancının zehiridir.
İnsanlık adalet, adalet insanlıktır.
Adaletle oynayanlarla adaleti saymayanlar adalete yaraşır olmayanlardır.
Adalet insanlığın en sağlıklı gıdası ve dünyanın temelidir.
(ymmd.com sitesinden alınmıştır)birol aslan bayrak taşköprü kastamonu
Anayasa’nın 15/2. ve 38/2. maddelerine göre kesin hüküm giyinceye kadar suçlu sayılamayacak kimselere yönelik bu yaklaşım yönetimin kimler eliyle ne amaçla nelere yöneldiğinin belirtisidir. Silâhlı Kuvvetler’i daha sessiz ve suskun, donuk ve tutuk duruma düşürmek için izlenen yöntem sonuç vermek üzeredir. Polis gücüyle komutanlar içeri alınmakta, askerler birbirine karşı duruma getirilmekte, kişisel karşıtlıklar kurumsal ayrışmaya dönüştürülmektedir. Sevinçten etekleri zil çalanlarla, gülmekten ağızları kapanmayanlar bunun göstergesidir. Önceki Genelkurmay Başkanı’nın desteği de gecikmemiştir.
Yerel seçimler yaklaştıkça seçim ekonomisine ağırlık veren iktidar yargıya kafa tutarak oy toplayacağını sanmaktadır. Anayasa Mahkemesi ile öbür yüksek mahkemelere çatmaktan çekinmeyenler şimdilerde cumhuriyet savcılığı soruşturması nedeniyle hukuka, yargıya saygıdan sözederek ikilemlerini, yandaşlık ve karşıtlıklarının kanıtı biçiminde açıklamaktadırlar. Yıllık cari işlemler açığı 40, dış ticaret açığı ilk beş aylık dönemde 29.3 milyar dolara çıktı. Enflasyon % 10’un çok üstünde iken altında gösteriliyor. Yılın ilk dört ayında dış borç 263, özel sektör borcu ise 172 milyar dolara dayandı. İşsizlik yaygın ve büyük. Enerji alımı dayanılacak gibi değil. Kapanan işyerinin sayısı onbinleri aştı. Yönetimi başarılı sayacak hiçbir olumlu gelişme olmadığı gibi yabancılara toprak satımında olduğu gibi Anayasa Mahkemesi kararlarına karşı anlamsız direnme sürmekte hatta yinelenmektedir.
Yönetim kabadayılık yaparak sonuç alacağını sanmaktadır. Sözcülüğünü üstlenen eski teröristler, çıkarcılar, dönekler ve sapkınlar ılımlı islâm yapılaşmasına yönelik çabaları demokratiklikle savunup halk düşmanlığı yapmaktadır. Gerçekte yaşanan bir yönetim ve medya terörüdür. Çöküntü, çürümeye dönüşmeden önlenemezse çok geç kalınmış olunacaktır. Hukuk yolları izlenerek sonuç alınabilmesi için yurtseverlerin dağınıklığının önlenmesi, iktidar karşıtlarının birleşmesi, etkin oylarla, öncelikle halkın uyarılmasıyla kargaşadan kurtulunması gerekir. Hukuksal, siyasal, ekonomik vd. alanlarda gerçekleştirilmesi zorunlu birçok atılım vardır. Bunları iktidar kafasıyla düşünenlerin masum, düşünmeyenlerin suçlu sayılması akıl ve vicdan dışı bir değerlendirmedir. İktidara karşı olmak başka, devlete karşı olup yıkmayı istemek başkadır. İktidara karşı olmak asla suç değildir. Bunun en geçerli kanıtı muhalefetin varlığı ve kimi yetkilerle donatılmasıdır.
İmamlar bildiğini okuyor
Olumsuzlukları gidermede olumlu bir çabaya tanık olunmuyor. Gereksiz, anlamsız, sert sözler, grup konuşmaları, medya kullanımıyla yayılan tutarsızlıklar sona ermedikçe toplumsal barışın iyiliklerini yaşamak olanaksızdır. Güvenlik büyük ölçüde yara almıştır. Dinlenme ve izlenme herkese karşı büyük bir saygısızlıktır. Açıkçası rezalettir. Yatak odalarına kadar yurttaşları dinlemek bunu yapanlar kadar bunu isteyenleri, buna olur verenleri de sorumlu kılan bir çağdışılıktır. Hırant Dink dâvasının duruşmasındaki disiplinsizlik, Ümraniye soruşturmasının yandaş basına sızdırılması, Ceza Yasası ile Basın Yasası’nın ilgili kurallarının göz ardı edilmesi, etkileme ve saptırma çabalarının önlenememesi olumsuz eleştirilere neden olmuştur. Yönetim bildiğinden şaşmamakta, her şey olduğu gibi sürüp gitmektedir.
Memur aylıklarına 1 Temmuz’dan başlayarak yapılacak zammın yetersizliğinden yakınılmaktadır. Geçim ve yaşam koşulları giderek ağırlaşmakta, bu durumun neden olduğu suçlar, kötülükler, acılar karanlığı artırmaktadır.
MÜSİAD yetkilileri kamu düzenini bozmayan dinsel gereklerle irtica sayılacak davranışları ayıramıyor. Dincilik nedeniyle irticanın araçlarına serbesti istiyor.
Adalet Bakanlığı gizli belgelerin yandaş basına sızdırılmasını adıyla bağdaşmayacak biçimde açıklıyor.
Soruşturmanın biçimine, uygulamalarına yönelik eleştirileri eleştirmeye çalışarak ayıplayan bir yazar kendi zikzaklarının unutuyor. Asker karşıtlığı iliklerine kadar işlemiş ki komutanlara ilişkin kınanacak tutumları destekliyor. Oysa, PKK’lılara bile böyle davranılmamıştı. Partilerinin yöneticileri, Belediye Başkanları nasıl konuşup dolaşıyor, ortada.
Siyaset cambazları, ekonomideki başarısızlıklarıyla kendi tutumlarının sonucu olan kırılganlığı ve kriz olasılıklarını siyasal gelişmelere bağlayıp bunu da muhalefete yüklemek istemektedir. Hani “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” sözünün anımsattığı kurnazlık. Yargıyı yönlendirme durumları da böyle.
Kimileri de Atatürk’le ilgili en küçük bir belirti olsa ona sarılıp kendini haklı çıkarmaya girişmektedir. Çocuğun biri bir çalışma mı yaptı? Kendi kişisel eğilimlerine ve yaklaşımlarına ağırlık veren sözde bir incelemeye mi kalkıştı? Kendine göre eleştiri ve değerlendirmelerde mi bulundu? Ya da kimi duygusal, aşırı ve abartılı bağlılık sözlerle davranışlar mı oldu? Hemen Atatürk’ü ve Atatürkçüleri karalayıp suçlamaya yeni bir dayanak yapıyor. Yargı kararlarını, karşı oyları, Atatürk ve annesine yönelik insanlıkdışı nitelemeleri karşılamaya çalışan sözleri tersine çeviren bu tür hasta tipler, kendini göstermek için “Ben de varım” diye terslikle ortaya çıkanlara destek verir, onları över. Atatürk’ün Türkiye, Türkler ve Türkiye Cumhuriyeti için değil bütün tutsak ve geride kalmış toplumlar için yaptıklarını unutup onu kendi düşünce sınırı içinde ve duygu karşıtlığıyla değerlendiren kitaplar tanıtılmakta, olumsuzluklar yüreklendirilmektedir.
Dinci ve Kürtçü terör Türkiye Cumhuriyeti’nin polisine kıymıştır. Terör iktidarın tutumu nedeniyle durmamaktadır. Başbakanın Irak gezisinin de sonuç sağlayacağı kuşkuludur. Bittiği-bitirildiğini öylenen terör Ağrı Dağı’ndan İstanbul’un en iyi korumalı yerine gidip gelebilmektedir.
Ya Kuddisi Okkır’ın ölümü için Avrupalı gevezelerle içimizdeki zevzeklerin suskunluğuna, ilgisizliğine ne demeli? İnsanlık öldü mü? Ölümün sorumlularına ne yapılacak? Gericilerin, Fethullahcı ağırlıkla her yere sızdığı kuşkuları ayyuka çıktı. Akılları dincilikte, çıkarları iktidar yandaşlığında olanların ortaklığı nedir?
Hukuk bilgiçliği taslayanların hukuk konularındaki gülünecek yazıları da ne günlere ve kimlere kaldığımızı gösteriyor.
Özgün Sözler’den: Vicdanı temiz olmayanın eli, eli temiz olmayanın vicdanı temiz olamaz.
Yalan, yalancının zehiridir.
İnsanlık adalet, adalet insanlıktır.
Adaletle oynayanlarla adaleti saymayanlar adalete yaraşır olmayanlardır.
Adalet insanlığın en sağlıklı gıdası ve dünyanın temelidir.
(ymmd.com sitesinden alınmıştır)birol aslan bayrak taşköprü kastamonu
YMMD Özel: Sıra Yaşar Paşa’da mı?
Senin bindiğin dallar ve bindiğimiz dallar, Unutma bu dallardan başka asıl ağaç var, öfkeyle homurdanan yarı çıplak, yarı aç, bizi silkip atmaya fırsat kollıyan ağaç... Nazım Hikmet
AKP’nin değil ABD’nin operasyonu
Kürt-İslamcı faşist çetenin Ergenekon tertibi beklendiği şekliyle ve içine beklenen isimleri de dahil ederek devam ediyor.
Şemdinli’de astsubayla başlayan Ergenekon süreci, daha sonra Danıştay’la yüzbaşı kademesine yükselmiş, Şubat ayında ise tuğgenerallik mertebesine varmıştı. Son operasyonla birlikte rütbe orgeneralliğe kadar yükseldi.
Astsubaydan orgenerale kadar her rütbeden emekli asker ve bir kısım muvazzaf askerin iki yıldır operasyonlarla tutuklanması hedefin Ordu’nun kurumsal varlığı olduğunu göstermeye yetiyor.
Ancak Ordu neden hedef ve kimler hedef alıyor?
Bu konularda kafalar henüz aydınlanmış değil.
Burada iç içe geçen iki süreci birbirinden ayırdetmemiz gerekmektedir.
İlki, AKP iktidarının muhalif kesimleri yok etmesi için yapılan operasyondur.
Açık faşizme yönelen AKP, toplumsal hiçbir muhalif güç olmasının istememektedir. Bu nedenle “ulusal güçler”i hedef almıştır ve bu kesimler de birer birer Ergenekon’un içine dahil edilerek içeri alınmakta ve muhalefet bitirilmektedir.
Ancak ikincisi çok daha önemlidir. Bu, Türkiye’nin ABD’nin Büyük Ortadoğu’suna uygun hale getirilmesi sürecidir. Esas belirleyen de budur.
Bugün AKP’nin idare ettiği bir tertip süreci ile değil tümüyle ABD’nin idare ettiği bir süreçle karşıyayız.
Burada daha önce de vurguladığımızı bir kez daha vurgulayalım: Tayyip Erdoğan bu süreci idare eden değil, bu süreç içerisinde güdülen konumdadır. Yakın çevresini oluşturan Kürt-İslamcı çete tüm tertipleri planlamakta, uygulamakta ve süreci şekillendirmektedir.
Kürt-İslamcı çete bir CIA hücresidir ve asıl kontrgerilla da odur. Bu kontrgerilla çetesinin hedefi Türkiye’yi yalnızca Büyük Ortadoğu haritasına razı etmek değil aynı zamanda Güney Afrika modeline ikna etmektir.
ABD Türk Ordusu’ndan geçmişin hesabını sormak istemektedir. Hatırlanacağı üzere ilk Körfez Savaşı sırasında Türk Ordusu ABD’ye karşı kararlı bir duruş sergilemişti. Ancak asıl önemli kopuş 1998 ile 2002 yılları arasında olmuştu. Önce İsmail Hakkı Karadayı daha sonra ise Hüseyin Kıvrıkoğlu dönemlerinde Türk Ordusu ABD denetiminin dışına çıkmıştı. Hilmi Özkök ile başlayan dönem ise en tepede Amerikancı bir komutan olsa bile diğer kuvvet komutanlıklarının yine
ABD’ye mesafeli komutanlardan oluştuğunu görüyoruz. Bugün gözaltına alınan komutanların tümü de ABD’ye karşı tavırları ile bilinenlerdir. Bu elbette basit bir tesadüf değildir. ABD’ye karşı tavır alan komutanları içeri tıkarak ABD bugünkü ve gelecekteki komutanlara iyi bir gözdağı vermektedir. Demektedir ki komutan oldunuz diye istediğinizi yapmaya kalkmayın, 10 yıl sonra bile olsa sizi ele geçiririm. Tam da ABD’nin İran’a saldırısı öncesinde iyi bir gözdağıdır bu. Bu bakış açısından Ergenekon’nu geriye ve ileriye doğru nasıl ilerleyeceğini rahatlıkla kestirebiliriz. Geriye doğru gidilecekse, önceki Genelkurmay Başkanları Kıvrıkoğlu ve Karadayı’nın bu operasyona dahil edilmelerini bekleyebiliriz. Ancak bunun bir de ileriye gidişi vardır: Yani bir ay sonra emekli olacak şimdiki Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın da bu operasyona dahil edilmesini beklemek son derece normaldir!
Güney Afrika modeli
Büyük Ortadoğu haritası Türkiye’nin küçülmesini ifade etmektedir. Türkiye için bunun anlamı güneyimizde kurulacak Kürt devletçiğini kabullenmektir. Bugüne kadar bu büyük oranda kabullenilmiştir de.
Ancak bundan sonra işin önemli kısmı kalmaktadır geriye: Türkiye’nin kendi içindeki Kürt meselesini çözmesi.
CIA’nın burada bulduğu yöntem Güney Afrika’da uygulanan yöntemdir. Türkiye Kürt meselesini kendisinin yarattığını kabul edecektir, Kürtlere karşı soykırım suçu işlediğini kabul edecektir, bu ırkçı geçmişiyle yüzleşecektir ve Kürtlerle barışacaktır.
Dolayısıyla Ergenekon sürecinde belirleyici olan esas halka AKP’nin muhalif kesimleri yok etmesi değildir. Darbe hiç değildir. Önemli olan Kürt meselesinde Türkiye’nin ikna edilmesidir.
Bugüne kadar Kürt meselesi emperyalizme bağlı bir sorun olarak algılanıyordu. Türkiye’yi bölmek isteyen emperyalist güçler ve Batılı devletler Kürtleri kışkırtmakta ve Türkiye’yi bölmeye çalışmaktaydı. Bu sadece dolaylı bir destek de değildi. PKK bizzat Batı tarafından silahlandırılıyordu.
Şimdi Ergenekon’la birlikte bu anlayış yıkılmak istenmektedir. Buna göre Türkiye’de Ergenekon adı verilen bir derin devlet bulunmaktadır. Bu derin devlet Kürt meselesini kendisi yaratmıştır. PKK’yı kuran bu derin devlettir, silahlandıran da, Türk Ordusu’na saldırtan da. Dolayısıyla devletin bir kirli savaşı söz konusudur.
Bebek katili Apo’dan bebek katili Ordu’ya
En son Taraf gazetesinde yayınlanan Dağlıca ile ilgili belge bu operasyonla ilgili en önemli belgedir. Buna göre Türkiye Dağlıca’da yapılacak PKK baskınını biliyordu ama hiçbir önlem almadı. Bunun anlamı açıktır, Türk Ordusu PKK’nın bu tür baskınlarından zarar görmemekte, PKK’ya karşı savaşını bu tür baskınları gerekçe göstererek sürdürmektedir.
Böylesi bir gelişmeden varılacak yer bellidir. Bebek katili Apo’dan bebek katili Ordu’ya varılacaktır.
O nedenle bugün gözaltına alınan ve yargılanmak istenen paşaların darbecilikle suçlanması şimdiki durumdur. Asıl hedeflenen paşaların Kürt soykırımından ve kirli savaştan yargılanmasıdır!
O nedenle operasyonun boyutu çok büyüktür ve çok büyük yerlere kadar gidecektir.
Burada yeniden Şemdinli’ye dönüleceğini beklemek kehanet değil işin doğasıdır. Bu bölgede görev yapan komutanlarımızın tümü hedeftedir. Yani yarın öbür gün gazetelerimizin bebek katili Apo değil Büyükanıt’mış manşetini attıklarını görürsek şaşırmamalıyız!
O nedenle hedefin gerçek boyutunu kavramalı ve stratejimizi de buna uygun bir biçimde belirlemeliyiz.
Yarın öbür gün Türkiye’de bir darbe tezgahı ile ilgili belgelerin ortaya çıkması beklenebilir ama bunun bir anlamı ve önemi olmayacaktır. Zaten böylesi uçuk teorilerle bir yere de varılamaz.
Ama şunu beklemeliyiz: Dağlıca benzeri bazı belge ve görüntüler bazı gazetelere servis edilebilir.
Mesela Türk Ordusu’nun bir köy yakma görüntüsü, işkence görüntüleri vb. görüntüler!
Burada Taraf’ta yayınlanan belge önemlidir. Ama ilk belge değildir. Benzeri bir belgeyi bugün Ergenekon’dan tutuklu bulunan Doğu Perinçek’in 2000’e Doğru dergisi de yayınlamıştı: “Vur Emri” manşetiyle.
Belgeyi ortaya çıkaran ise o dönem askerliğini yapan, bugün Cumhuriyet gazetesi yazarı ve sıkı bir ulusalcı olan Ümit Zileli’ydi! Kaldı ki onun gazetesi de bugün Ergenekon’dan sorgulanıyor.
Demek ki bu siyasal düzende kimin hangi “taraf”ta olduğunu tespit etmek o kadar kolay değildir.
Orgeneral’den Genel Kurmay Başkanı’na
Ama ABD’nin kimleri hedef alacağını kimleri ise almayacağını rahatlıkla görebiliriz.
Mesela savcıların derdi darbecilerle hesaplaşmak olsa Kenan Evren oracıkta durmaktadır, üstelik darbe girişiminde bulunmamıştır, darbeyi yapmıştır!
Demek ki hedef darbeyici dövmek değilmiş...
ABD Türk Ordusu’ndan geçmişin hesabını sormak istemektedir. Hatırlanacağı üzere ilk Körfez Savaşı sırasında Türk Ordusu ABD’ye karşı kararlı bir duruş sergilemişti.
Ancak asıl önemli kopuş 1998 ile 2002 yılları arasında olmuştu. Önce İsmail Hakkı Karadayı daha sonra ise Hüseyin Kıvrıkoğlu dönemlerinde Türk Ordusu ABD denetiminin dışına çıkmıştı.
Hilmi Özkök ile başlayan dönemde ise en tepede Amerikancı bir komutan olsa bile, diğer kuvvet komutanlıklarının yine ABD’ye mesafeli komutanlardan oluştuğunu görüyoruz. Bugün gözaltına alınan komutanların tümü de ABD’ye karşı tavırları ile bilinenlerdir. Bu elbette basit bir tesadüf değildir. ABD’ye karşı tavır alan komutanları içeri tıkarak ABD bugünkü ve gelecekteki komutanlara iyi bir gözdağı vermektedir. Demektedir ki komutan oldunuz diye istediğinizi yapmaya kalkmayın, 10 yıl sonra bile olsa sizi ele geçiririm. Tam da ABD’nin İran’a saldırısı öncesinde iyi bir gözdağıdır bu.
Bu bakış açısından Ergenekon’u geriye ve ileriye doğru nasıl ilerleyeceğini rahatlıkla kestirebiliriz.
Geriye doğru gidilecekse, önceki Genel Kurmay Başkanları Kıvrıkoğlu ve Karadayı’nın bu operasyona dahil edilmelerini bekleyebiliriz.
Ancak bunun bir de ileriye gidişi vardır: Yani bir ay sonra emekli olacak şimdiki Genel Kurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın da bu operasyona dahil edilmesini beklemek son derece normaldir!
Burada belirleyici olan kesinlikle AKP değildir. Bazı komutanların laiklik konusunda çok sert çıkışları olmuş olabilir, bunlar çok önemli değildir. ABD’nin kimi hedef alacağını görmek için PKK’nın tavrına bakmamız yeterli olacaktır: PKK kimi hedef alıyorsa, ABD de onu hedef alacaktır! AKP burada sadece uygulayıcıdır.
AKP kapanır, Ordu tasfiye edilir, ama Kürt-İslamcı çeteye bir şey olmaz
Burada bazı muhtemel sivil hedefleri de saptayalım.
Bu operasyonda sıra bazı eski rektörlere gelecektir. Çünkü bu rektörler ulusal duruşları nedeniyle fişlenmişlerdir.
Bazı yargı mensuplarına gelecektir sıra. Çünkü bazı emekli savcılar, hakimler yine ulusal tavırları nedeniyle kara tahtadadırlar.
Ama bazı basın mensupları da hedef olacaktır. Bunlar Doğan, Ciner ve Karamehmet’e bağlı medya kuruluşlarıdır.
Bugün Ergenekon’a karşı tavır alan ve içeri alınan bazı şahıslarla yakın irtibatı olan bir Aydın Doğan’ın içeri alınması belki çok inanılmaz gelmektedir ama bu soruşturmanın saçma sapan mantığına uymaktadır.
Kısacası Ergenekon’da hedefler büyüktür. Burada kimi hedefler AKP’nin operasyonu ile sürece dahil edilecektir ama kimileri zaten ulusal tavır nedeniyle ABD tarafından mimlenmiş isimlerdir.
Ama yine de operasyonu AKP-ABD ortak operasyonu olarak görmemek gerekir. ABD muhtemelen AKP’nin kapatılacağını da hesap etmektedir. Nitekim AKP’ye açılan kapatma davasına AB açıktan karşı çıkarken ABD sessiz kalarak aslında yargıya destek verdi.
Bu demektir ki bir yanda Kapatma Davası ile AKP’nin işinin bitirileceği, diğer taraftan Ergenekon’la Ordu’nun işinin bitirileceği, ama sadece Kürt-İslamcı CIA çetesinin ayakta kalacağı çok daha büyük bir oyun tertiplemektedir ABD.
Zaten ABD ve Kürt-İslam çetesi açısından önemli olan AKP ve Tayyip Erdoğan da değildir. Bu isimler gerektiği yere kadar kullanılmış, sözde Kürdistan’ın önünü açmış ve sonra da çöpe atılmış olacaklardır.
Bir bakmışsınız yarınki Türkiye’de Şeriatçı yanı törpülenmiş yeni bir Amerikancı iktidar kurulmuş, Amerikancı bir Ordu kademesi tesis edilmiş...
Sıra Yaşar Paşa’da mı...
Ama o zamana kadar ABD Ordu karşıtı tüm adımları AKP’ye attıracaktır!
Bu süreçte artık şunu bile bekleyebiliriz, Ergenekon şu an görevde bulunan komutanlara kadar bile genişletilebilir.
Nitekim bunun yöntemini eski Genel Kurmay Başkanlarından Hilmi Özkök açıkladı. Kuvvet komutanlarını atayan ve görevden alan Başbakandır diye bir açıklama yaptı durup dururken.
Eğer Tayyip Erdoğan kendisini güçlü görür ve böyle bir adımı atarsa, örneğin Genel Kurmay Başkanını öğlenleyin görevden alır ve emekli eder. Öğlenleyin emekli edilen Genel Kurmay Başkanı o anda sivil bir vatandaş olur. Ergenekon savcısı da akşam üzeri gözaltı kararı alıp, sabah paşayı evinden alabilir!
Kısacası Türkiye’de normal işleyişin o kadar dışına çıkılmıştır ki artık her kesimden her şeyi beklemek müm kündür.
--------------------------------------------------------------------------------
Bugün yaşananları 4 Şubat 2008’de yazmıştık. İşte o yazı:
Bir komplo teorisi:
Bu iş Şemdinli’de biter
2008 Şubat:
Savcı henüz iddianameyi bile hazırlamadığından Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanan sanıklar daha ilk mahkemeye bile çıkamadılar...
2008 Mart:
Savcı henüz iddianameyi bile hazırlamadığından Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanan sanıklar daha ilk mahkemeye bile çıkamadılar...
2008 Nisan:
Savcı henüz iddianameyi bile hazırlamadığından Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanan sanıklar daha ilk mahkemeye bile çıkamadılar...
2008 Mayıs:
Savcı henüz iddianameyi bile hazırlamadığından Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanan sanıklar daha ilk mahkemeye bile çıkamadılar...
2008 Haziran:
Savcı henüz iddianameyi bile hazırlamadığından Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanan sanıklar daha ilk mahkemeye bile çıkamadılar...
...
2008 yaz ayları hararetli rejim tartışmalarıyla geçmektedir. Tam o sırada gece yarısı Terörle Mücadele ekiplerine bağlı seçilmiş polisler evlerinden alınır. Çok gizli operasyonda gidilecek adresler zarflarda yazılıdır.
Sabah 09.00:
Ajanslar büyük operasyon haberlerini geçer.
Öğlen 12.00:
İstanbul’da gerçekleştirilen büyük operasyona ait ilk bilgiler basın tarafından duyurulmaya başlanır.
Emniyet içindeki kaynaklardan alınan bilgilere göre İstanbul’da aralarında bazı üst düzey emekli subayların da aralarında bulunduğu bir kısım şahıs gözaltına alınmıştır.
Öğlen 14.00:
Gözaltına alınanlar içinde orgeneral rütbesinde bile emekli askerler olduğu bilgisi basın tarafından duyurulur.
Operasyonun İstanbul’la sınırlı olmadığı Bodrum ve Ankara’da da eşzamanlı gözaltılar olduğu bilgisine ulaşılır.
Öğlen 15.00:
Gözaltına alınanlarla ilgili ilk resmi açıklama İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından yapılır.
Buna göre bundan 1 yıl önce Ünraniye’de bir evde bulunan bombalarla ilgili soruşturmada uzun süredir teknik takipte bulunan savcılık sonunda yeterli delillere ulaşmıştır.
Bu kapsamda daha önce Cumhuriyet gazetesinin bombalanması ve Danıştay saldırısı da içinde olmak üzere bir çok suçun bizzat örgütleyicisi olduğu savıyla Emekli Orgeneral Şener Eruygur ve Emekli Orgeneral Özden Örnek Ankara’da gözaltına alınmıştır.
...
Sabah erken saatlerden itibaren Ankara’da çok büyük bir gerginlik hakimdir. Genelkurmay Karargahında büyük bir sessizlik ve hareketlenme söz konusudur.
...
Aynı gün akşama doğru tüm basın ve TV flaş gelişmeyi ve ayrıntılarını duyurmaya başlar.
Emniyet ve savcılık kaynaklarına dayanılarak verilen haberlere göre, Danıştay saldırısından bu yana gerçekleşen çeşitli bombalama ve suikastlerle ilgili ipuçlarını takip eden savcılık, Ergenekon operasyonundan sonra tutuklanan Emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ün geriye dönük faaliyetlerini mercek altına almıştır.
Bu kapsamda AKP iktidarını yıkmaya yönelik bir darbe girişimine ait daha önce Nokta dergisinde yayınlanan darbe günlüklerinin orijinaline, bir istihbaratı değerlendiren polisler en sonunda bu adrese ulaşırlar.
....
Ertesi gün tüm gazeteler:
Korkunç darbe tezgahı!
Ulusalcı çetenin darbe tezgahı!
Tüm cinayetler ulusalcı darbe içinmiş!
....
Aynı gün:
Emniyet’in yeni gözaltılarının haberleri bomba gibi düşer:
Ankara, İstanbul ve yurdun çeşitli yerlerinde yüzlerce kişi gözaltına alınmıştır.
Emekli Orgeneral Şener Eruygur ve Özden Örnek’in ilişkilerini izleyen Emniyet, bir sene önce Cumhuriyet mitinglerini düzenleyen kurum ve kuruluşların da aynı darbe tezgahında etkin rol aldığını tespit etmiş ve bu kişilere yönelik gözaltı operasyonuna başlamıştır.
Basın kuruluşları henüz yeterli bilgiye sahip değildir, ancak ADD ve ÇYDD’
nin önemli yöneticileri, çeşitli şube yöneticileri gözaltına alınmıştır.
Aynı anda bomba bir haberi televizyon kanalları vermeye başlar:
İstanbul:
Polis savcı gözetiminde şu anda Cumhuriyet gazetesi ve Kanaltürk yönetim merkezlerinde arama yapmaya başladı.
Ankara:
Ankara’da Genelkurmay Karargahı sessizliğini korurken ATO ve TESK merkezinde polis ve savcılar belirir.
Aynı gün akşam saaatleri:
Emniyet Genel Müdürlüğü adına yapılan açıklamada, vatandaşların sakin olmaları, herşeyin kanunlar çerçevesinde ve savcılık tarafından yürütüldüğü, sanıklar mahkemeye çıkarılana kadar olay hakkında basına haber yasağı getirildiği açıklanır.
Başbakan Tayyip Erdoğan ülkede hiç kimsenin kanunlar üzerinde olmadığını, yargıya güvenmek gerektiğini söyler. Olayın TSK’ya karşı bir operasyon olmadığını ama bazı artniyetlilerin bunu böyle göstermeye çalışacağını söyler.
Ertesi gün tüm gazeteler:
Yeni bir 27 Mayıs atlatmışız!
4. günün sonunda:
Adliyeye çıkarılan sanıklardan Emekli Orgeneral Özden Örnek, Emekli Orgeneral Şener Eruygur, bazı üst düzey komutanlar, ATO Başkanı Sinan Aygün, Kanaltürk sahibi Tuncay Özkan, Cumhuriyet Gazetesi sahibi İlhan Selçuk, Cumhuriyet yazarlığı da yapan Emekli Orgeneral Doğu Silahçıoğlu, çıkarıldıkları mahkemece terör örgütü kurmak, darbe tezgahlamak ve halkı ve orduyu hükümete karşı isyana teşvik ettikleri savıyla tutuklanır.
...
30 Ağustos 2008:
Yeni Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ görevi Orgeneral Yaşar Büyükanıt’tan devralır.
Yaşar Büyükanıt yaptığı açıklamada bundan sonra ailesi, çocukları ve torunlarıyla vakit geçireceğini, kitap yazmayacağını belirtir.
2008 Eylül:
2007 yılında tutuklanan Muzaffer Tekin’in dosyası Ergenekon dosyası ile birleştirildiğinden henüz iddianamesi hazırlanmamıştır ve 1.5 yıldır mahkemeye çıkmadan tututkludur.
2008 yılının başında tutuklanan Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz ve arkadaşlarının dosyası 6 ay sonraki Sarıkız darbe dosyası ile birleştirildiğinden sanıklar 8 aydır mahkemeye çıkarılmadan tutukludur.
2008 yılı Haziran ayında tutuklanan Sarıkız darbe sanıkları Şener Eruygur ve arkadaşları iddianameleri henüz hazırlanmadığından mahkemeye çıkarılmamışlardır ve tutukludurlar.
...
2008 Eylül ayı:
Türk Silahlı Kuvvetleri Kuzey Irak’a yönelik kara harekâtı başlatır.
Başbakan Tayyip Erdoğan Türk Ordusu’nun olağanüstü kahramanlık ve başarılarını halka açıklar.
2008 kışı:
Ülkede PKK terörü durmuştur...
2009 Ocak ayı:
İki yıldır tutuklu bulunan Muzaffer Tekin, 1.5 yıldır tutuklu bulunan Veli Küçük ve Kemal Kerinçsiz, 7 aydır tutuklu bulunan Şener Eruygur, Özden Örnek, Doğu Silahçıoğlu, İlhan Selçuk, Tuncay Özkan ve Sinan Aygün avukatlarının yaptıkları tüm başvurulara rağmen hâlâ mahkemeye çıkarılmamışlardır.
2009 Ocak sonu:
Sabah 05.00:
Ankara’daki Zaman gazetesi istihbarat merkezi ile Roj TV’ye aynı anda bomba haber gelir:
Polis az sonra Yaşar Büyükanıt’ı gözaltına alacaktır.
Gazeteciler ortalığı telaşa vermeden Ankara’da bulunan emekli Paşanın evine gittiklerinde gerçekten de istihbaratın doğru olduğunu görürler: Savcı Paşaya gözaltı kağıdını gösterir..
Ve evden çıkarlar.
05.05:
Genelkurmay Karargahı’nın ışıkları yanıktır. Aynı anda tüm komutanların arabaları karargaha giriş yapar.
Başbakanlık’ın ışıkları yanmaktadır.
Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nün ışıkları yanmaktadır.
07.00:
Zaman ve Roj TV flash haberi duyurur.
Basına sızan bilgilere göre Muzaffer Tekin’le başlayan ilişkiler ağını çözen Savcılık, Şemdinli dosyasını da istemiş ve olaylar arasındaki bağlantıyı kurmuştur.
Buna göre AKP’nin iktidara gelmesi ile birlikte Genelkurmay içinde bir darbe ekibi kurulmuştur. Ancak Hilmi Özkök’ün Genel Kurmay Başkanı olması darbe planlarının başarılı olmasına engel olmuştur.
Bunun üzerine çeşitli provokasyonlar ve mitingler düzenleyen darbe ekibi, savcılığın zamanında gözaltıları ile başarıya ulaşamamıştır.
Bu arada Veli Küçük’ün evinde ele geçen belgelerde TSK içinde yasadışı bir kontrgerilla örgütlenmesinin varlığı tespit edilmiş, bu yapılanmanın başında o dönem Yaşar Büyükanıt’ın olduğu saptanmış, bu yapılanmanın PKK terörünün artması için PKK içindeki çeşitli unsurları kullanarak 2007 seçimleri öncesinde hükümeti yıpratacak bir terörist saldırı kampanyasına bizzat olanak sağladıkları tespit edilmiştir.
Çeşitli gazeteler, televizyonlar, dernekler, partiler, yargı üyeleri ve bürokraside de geniş bir yapılanmaya sahip olan bu grubun ülkedeki tüm terör ve karışıklığın sebebi olduğu anlaşılmaktadır.
...
Başbakan Tayyip Erdoğan operasyon ile ilgili basının sorularını yanıtlarken olayın kesinlikle TSK’ya mal edilemeyeceğini, Ordu’nun bizzat kendisine bağlı olduğunu, göz bebekleri olduğunu, ordunun kahramanlıkları sayesinde PKK terörünün durdurulduğunu açıklar.
...
Genel Kurmay Başkanı yargıya müdahale etmek istemediğini bu nedenle açıklama yapmayacağını belirtir...
...
Aynı gece Köşk...
MİT Müsteşarı ve Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı Cumhurbaşkanı Gül’e brifing vermektedir.
Operasyon hemen durdurulmazsa asker içinde bir grup genç subayın başında bulunduğu yapılanmanın yönetime el koyacağını bildirirler.
Cumhurbaşkanı teşekkür eder ve çıkarlar.
Gece 01.00:
Cumhurbaşkanı Gül Başbakan’ı Köşk’e davet eder.
Başbakan AKP MYK üyeleri ile olağanüstü toplantıdadır.
Bazı AKP’liler Başbakan’ı bir darbe olasılığına karşı uyarırlar.
Başbakan kendinden emindir, “artık bu iş bitti” der.
Gece 02.30:
AKP MYK üyeleri evlerine doğru yola koyulur.
Gece 03.00:
Başbakan’ın makam aracı Köşk’ün kapısından girer.
Bir saat süren görüşmede Gül’ün uyarıları karşısında Başbakan düşünmek için süre ister.
Gece 04.00:
Başbakan eve döner.
Gece 05.00:
Bir askeri jip Başbakan’ın evine gelir.
Kapıdaki koruma müdürü ile görüşür.
Koruma müdürünün yüzü asılmıştır.
Ben haber vereyim der.
Teğmen izin vermez.
Kapıya doğru yönelir.
Ve zili çalar...
(ymmd.com dan alınmıştır)birol aslan taşköprü kastamonu)bayrak
AKP’nin değil ABD’nin operasyonu
Kürt-İslamcı faşist çetenin Ergenekon tertibi beklendiği şekliyle ve içine beklenen isimleri de dahil ederek devam ediyor.
Şemdinli’de astsubayla başlayan Ergenekon süreci, daha sonra Danıştay’la yüzbaşı kademesine yükselmiş, Şubat ayında ise tuğgenerallik mertebesine varmıştı. Son operasyonla birlikte rütbe orgeneralliğe kadar yükseldi.
Astsubaydan orgenerale kadar her rütbeden emekli asker ve bir kısım muvazzaf askerin iki yıldır operasyonlarla tutuklanması hedefin Ordu’nun kurumsal varlığı olduğunu göstermeye yetiyor.
Ancak Ordu neden hedef ve kimler hedef alıyor?
Bu konularda kafalar henüz aydınlanmış değil.
Burada iç içe geçen iki süreci birbirinden ayırdetmemiz gerekmektedir.
İlki, AKP iktidarının muhalif kesimleri yok etmesi için yapılan operasyondur.
Açık faşizme yönelen AKP, toplumsal hiçbir muhalif güç olmasının istememektedir. Bu nedenle “ulusal güçler”i hedef almıştır ve bu kesimler de birer birer Ergenekon’un içine dahil edilerek içeri alınmakta ve muhalefet bitirilmektedir.
Ancak ikincisi çok daha önemlidir. Bu, Türkiye’nin ABD’nin Büyük Ortadoğu’suna uygun hale getirilmesi sürecidir. Esas belirleyen de budur.
Bugün AKP’nin idare ettiği bir tertip süreci ile değil tümüyle ABD’nin idare ettiği bir süreçle karşıyayız.
Burada daha önce de vurguladığımızı bir kez daha vurgulayalım: Tayyip Erdoğan bu süreci idare eden değil, bu süreç içerisinde güdülen konumdadır. Yakın çevresini oluşturan Kürt-İslamcı çete tüm tertipleri planlamakta, uygulamakta ve süreci şekillendirmektedir.
Kürt-İslamcı çete bir CIA hücresidir ve asıl kontrgerilla da odur. Bu kontrgerilla çetesinin hedefi Türkiye’yi yalnızca Büyük Ortadoğu haritasına razı etmek değil aynı zamanda Güney Afrika modeline ikna etmektir.
ABD Türk Ordusu’ndan geçmişin hesabını sormak istemektedir. Hatırlanacağı üzere ilk Körfez Savaşı sırasında Türk Ordusu ABD’ye karşı kararlı bir duruş sergilemişti. Ancak asıl önemli kopuş 1998 ile 2002 yılları arasında olmuştu. Önce İsmail Hakkı Karadayı daha sonra ise Hüseyin Kıvrıkoğlu dönemlerinde Türk Ordusu ABD denetiminin dışına çıkmıştı. Hilmi Özkök ile başlayan dönem ise en tepede Amerikancı bir komutan olsa bile diğer kuvvet komutanlıklarının yine
ABD’ye mesafeli komutanlardan oluştuğunu görüyoruz. Bugün gözaltına alınan komutanların tümü de ABD’ye karşı tavırları ile bilinenlerdir. Bu elbette basit bir tesadüf değildir. ABD’ye karşı tavır alan komutanları içeri tıkarak ABD bugünkü ve gelecekteki komutanlara iyi bir gözdağı vermektedir. Demektedir ki komutan oldunuz diye istediğinizi yapmaya kalkmayın, 10 yıl sonra bile olsa sizi ele geçiririm. Tam da ABD’nin İran’a saldırısı öncesinde iyi bir gözdağıdır bu. Bu bakış açısından Ergenekon’nu geriye ve ileriye doğru nasıl ilerleyeceğini rahatlıkla kestirebiliriz. Geriye doğru gidilecekse, önceki Genelkurmay Başkanları Kıvrıkoğlu ve Karadayı’nın bu operasyona dahil edilmelerini bekleyebiliriz. Ancak bunun bir de ileriye gidişi vardır: Yani bir ay sonra emekli olacak şimdiki Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın da bu operasyona dahil edilmesini beklemek son derece normaldir!
Güney Afrika modeli
Büyük Ortadoğu haritası Türkiye’nin küçülmesini ifade etmektedir. Türkiye için bunun anlamı güneyimizde kurulacak Kürt devletçiğini kabullenmektir. Bugüne kadar bu büyük oranda kabullenilmiştir de.
Ancak bundan sonra işin önemli kısmı kalmaktadır geriye: Türkiye’nin kendi içindeki Kürt meselesini çözmesi.
CIA’nın burada bulduğu yöntem Güney Afrika’da uygulanan yöntemdir. Türkiye Kürt meselesini kendisinin yarattığını kabul edecektir, Kürtlere karşı soykırım suçu işlediğini kabul edecektir, bu ırkçı geçmişiyle yüzleşecektir ve Kürtlerle barışacaktır.
Dolayısıyla Ergenekon sürecinde belirleyici olan esas halka AKP’nin muhalif kesimleri yok etmesi değildir. Darbe hiç değildir. Önemli olan Kürt meselesinde Türkiye’nin ikna edilmesidir.
Bugüne kadar Kürt meselesi emperyalizme bağlı bir sorun olarak algılanıyordu. Türkiye’yi bölmek isteyen emperyalist güçler ve Batılı devletler Kürtleri kışkırtmakta ve Türkiye’yi bölmeye çalışmaktaydı. Bu sadece dolaylı bir destek de değildi. PKK bizzat Batı tarafından silahlandırılıyordu.
Şimdi Ergenekon’la birlikte bu anlayış yıkılmak istenmektedir. Buna göre Türkiye’de Ergenekon adı verilen bir derin devlet bulunmaktadır. Bu derin devlet Kürt meselesini kendisi yaratmıştır. PKK’yı kuran bu derin devlettir, silahlandıran da, Türk Ordusu’na saldırtan da. Dolayısıyla devletin bir kirli savaşı söz konusudur.
Bebek katili Apo’dan bebek katili Ordu’ya
En son Taraf gazetesinde yayınlanan Dağlıca ile ilgili belge bu operasyonla ilgili en önemli belgedir. Buna göre Türkiye Dağlıca’da yapılacak PKK baskınını biliyordu ama hiçbir önlem almadı. Bunun anlamı açıktır, Türk Ordusu PKK’nın bu tür baskınlarından zarar görmemekte, PKK’ya karşı savaşını bu tür baskınları gerekçe göstererek sürdürmektedir.
Böylesi bir gelişmeden varılacak yer bellidir. Bebek katili Apo’dan bebek katili Ordu’ya varılacaktır.
O nedenle bugün gözaltına alınan ve yargılanmak istenen paşaların darbecilikle suçlanması şimdiki durumdur. Asıl hedeflenen paşaların Kürt soykırımından ve kirli savaştan yargılanmasıdır!
O nedenle operasyonun boyutu çok büyüktür ve çok büyük yerlere kadar gidecektir.
Burada yeniden Şemdinli’ye dönüleceğini beklemek kehanet değil işin doğasıdır. Bu bölgede görev yapan komutanlarımızın tümü hedeftedir. Yani yarın öbür gün gazetelerimizin bebek katili Apo değil Büyükanıt’mış manşetini attıklarını görürsek şaşırmamalıyız!
O nedenle hedefin gerçek boyutunu kavramalı ve stratejimizi de buna uygun bir biçimde belirlemeliyiz.
Yarın öbür gün Türkiye’de bir darbe tezgahı ile ilgili belgelerin ortaya çıkması beklenebilir ama bunun bir anlamı ve önemi olmayacaktır. Zaten böylesi uçuk teorilerle bir yere de varılamaz.
Ama şunu beklemeliyiz: Dağlıca benzeri bazı belge ve görüntüler bazı gazetelere servis edilebilir.
Mesela Türk Ordusu’nun bir köy yakma görüntüsü, işkence görüntüleri vb. görüntüler!
Burada Taraf’ta yayınlanan belge önemlidir. Ama ilk belge değildir. Benzeri bir belgeyi bugün Ergenekon’dan tutuklu bulunan Doğu Perinçek’in 2000’e Doğru dergisi de yayınlamıştı: “Vur Emri” manşetiyle.
Belgeyi ortaya çıkaran ise o dönem askerliğini yapan, bugün Cumhuriyet gazetesi yazarı ve sıkı bir ulusalcı olan Ümit Zileli’ydi! Kaldı ki onun gazetesi de bugün Ergenekon’dan sorgulanıyor.
Demek ki bu siyasal düzende kimin hangi “taraf”ta olduğunu tespit etmek o kadar kolay değildir.
Orgeneral’den Genel Kurmay Başkanı’na
Ama ABD’nin kimleri hedef alacağını kimleri ise almayacağını rahatlıkla görebiliriz.
Mesela savcıların derdi darbecilerle hesaplaşmak olsa Kenan Evren oracıkta durmaktadır, üstelik darbe girişiminde bulunmamıştır, darbeyi yapmıştır!
Demek ki hedef darbeyici dövmek değilmiş...
ABD Türk Ordusu’ndan geçmişin hesabını sormak istemektedir. Hatırlanacağı üzere ilk Körfez Savaşı sırasında Türk Ordusu ABD’ye karşı kararlı bir duruş sergilemişti.
Ancak asıl önemli kopuş 1998 ile 2002 yılları arasında olmuştu. Önce İsmail Hakkı Karadayı daha sonra ise Hüseyin Kıvrıkoğlu dönemlerinde Türk Ordusu ABD denetiminin dışına çıkmıştı.
Hilmi Özkök ile başlayan dönemde ise en tepede Amerikancı bir komutan olsa bile, diğer kuvvet komutanlıklarının yine ABD’ye mesafeli komutanlardan oluştuğunu görüyoruz. Bugün gözaltına alınan komutanların tümü de ABD’ye karşı tavırları ile bilinenlerdir. Bu elbette basit bir tesadüf değildir. ABD’ye karşı tavır alan komutanları içeri tıkarak ABD bugünkü ve gelecekteki komutanlara iyi bir gözdağı vermektedir. Demektedir ki komutan oldunuz diye istediğinizi yapmaya kalkmayın, 10 yıl sonra bile olsa sizi ele geçiririm. Tam da ABD’nin İran’a saldırısı öncesinde iyi bir gözdağıdır bu.
Bu bakış açısından Ergenekon’u geriye ve ileriye doğru nasıl ilerleyeceğini rahatlıkla kestirebiliriz.
Geriye doğru gidilecekse, önceki Genel Kurmay Başkanları Kıvrıkoğlu ve Karadayı’nın bu operasyona dahil edilmelerini bekleyebiliriz.
Ancak bunun bir de ileriye gidişi vardır: Yani bir ay sonra emekli olacak şimdiki Genel Kurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın da bu operasyona dahil edilmesini beklemek son derece normaldir!
Burada belirleyici olan kesinlikle AKP değildir. Bazı komutanların laiklik konusunda çok sert çıkışları olmuş olabilir, bunlar çok önemli değildir. ABD’nin kimi hedef alacağını görmek için PKK’nın tavrına bakmamız yeterli olacaktır: PKK kimi hedef alıyorsa, ABD de onu hedef alacaktır! AKP burada sadece uygulayıcıdır.
AKP kapanır, Ordu tasfiye edilir, ama Kürt-İslamcı çeteye bir şey olmaz
Burada bazı muhtemel sivil hedefleri de saptayalım.
Bu operasyonda sıra bazı eski rektörlere gelecektir. Çünkü bu rektörler ulusal duruşları nedeniyle fişlenmişlerdir.
Bazı yargı mensuplarına gelecektir sıra. Çünkü bazı emekli savcılar, hakimler yine ulusal tavırları nedeniyle kara tahtadadırlar.
Ama bazı basın mensupları da hedef olacaktır. Bunlar Doğan, Ciner ve Karamehmet’e bağlı medya kuruluşlarıdır.
Bugün Ergenekon’a karşı tavır alan ve içeri alınan bazı şahıslarla yakın irtibatı olan bir Aydın Doğan’ın içeri alınması belki çok inanılmaz gelmektedir ama bu soruşturmanın saçma sapan mantığına uymaktadır.
Kısacası Ergenekon’da hedefler büyüktür. Burada kimi hedefler AKP’nin operasyonu ile sürece dahil edilecektir ama kimileri zaten ulusal tavır nedeniyle ABD tarafından mimlenmiş isimlerdir.
Ama yine de operasyonu AKP-ABD ortak operasyonu olarak görmemek gerekir. ABD muhtemelen AKP’nin kapatılacağını da hesap etmektedir. Nitekim AKP’ye açılan kapatma davasına AB açıktan karşı çıkarken ABD sessiz kalarak aslında yargıya destek verdi.
Bu demektir ki bir yanda Kapatma Davası ile AKP’nin işinin bitirileceği, diğer taraftan Ergenekon’la Ordu’nun işinin bitirileceği, ama sadece Kürt-İslamcı CIA çetesinin ayakta kalacağı çok daha büyük bir oyun tertiplemektedir ABD.
Zaten ABD ve Kürt-İslam çetesi açısından önemli olan AKP ve Tayyip Erdoğan da değildir. Bu isimler gerektiği yere kadar kullanılmış, sözde Kürdistan’ın önünü açmış ve sonra da çöpe atılmış olacaklardır.
Bir bakmışsınız yarınki Türkiye’de Şeriatçı yanı törpülenmiş yeni bir Amerikancı iktidar kurulmuş, Amerikancı bir Ordu kademesi tesis edilmiş...
Sıra Yaşar Paşa’da mı...
Ama o zamana kadar ABD Ordu karşıtı tüm adımları AKP’ye attıracaktır!
Bu süreçte artık şunu bile bekleyebiliriz, Ergenekon şu an görevde bulunan komutanlara kadar bile genişletilebilir.
Nitekim bunun yöntemini eski Genel Kurmay Başkanlarından Hilmi Özkök açıkladı. Kuvvet komutanlarını atayan ve görevden alan Başbakandır diye bir açıklama yaptı durup dururken.
Eğer Tayyip Erdoğan kendisini güçlü görür ve böyle bir adımı atarsa, örneğin Genel Kurmay Başkanını öğlenleyin görevden alır ve emekli eder. Öğlenleyin emekli edilen Genel Kurmay Başkanı o anda sivil bir vatandaş olur. Ergenekon savcısı da akşam üzeri gözaltı kararı alıp, sabah paşayı evinden alabilir!
Kısacası Türkiye’de normal işleyişin o kadar dışına çıkılmıştır ki artık her kesimden her şeyi beklemek müm kündür.
--------------------------------------------------------------------------------
Bugün yaşananları 4 Şubat 2008’de yazmıştık. İşte o yazı:
Bir komplo teorisi:
Bu iş Şemdinli’de biter
2008 Şubat:
Savcı henüz iddianameyi bile hazırlamadığından Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanan sanıklar daha ilk mahkemeye bile çıkamadılar...
2008 Mart:
Savcı henüz iddianameyi bile hazırlamadığından Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanan sanıklar daha ilk mahkemeye bile çıkamadılar...
2008 Nisan:
Savcı henüz iddianameyi bile hazırlamadığından Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanan sanıklar daha ilk mahkemeye bile çıkamadılar...
2008 Mayıs:
Savcı henüz iddianameyi bile hazırlamadığından Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanan sanıklar daha ilk mahkemeye bile çıkamadılar...
2008 Haziran:
Savcı henüz iddianameyi bile hazırlamadığından Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanan sanıklar daha ilk mahkemeye bile çıkamadılar...
...
2008 yaz ayları hararetli rejim tartışmalarıyla geçmektedir. Tam o sırada gece yarısı Terörle Mücadele ekiplerine bağlı seçilmiş polisler evlerinden alınır. Çok gizli operasyonda gidilecek adresler zarflarda yazılıdır.
Sabah 09.00:
Ajanslar büyük operasyon haberlerini geçer.
Öğlen 12.00:
İstanbul’da gerçekleştirilen büyük operasyona ait ilk bilgiler basın tarafından duyurulmaya başlanır.
Emniyet içindeki kaynaklardan alınan bilgilere göre İstanbul’da aralarında bazı üst düzey emekli subayların da aralarında bulunduğu bir kısım şahıs gözaltına alınmıştır.
Öğlen 14.00:
Gözaltına alınanlar içinde orgeneral rütbesinde bile emekli askerler olduğu bilgisi basın tarafından duyurulur.
Operasyonun İstanbul’la sınırlı olmadığı Bodrum ve Ankara’da da eşzamanlı gözaltılar olduğu bilgisine ulaşılır.
Öğlen 15.00:
Gözaltına alınanlarla ilgili ilk resmi açıklama İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından yapılır.
Buna göre bundan 1 yıl önce Ünraniye’de bir evde bulunan bombalarla ilgili soruşturmada uzun süredir teknik takipte bulunan savcılık sonunda yeterli delillere ulaşmıştır.
Bu kapsamda daha önce Cumhuriyet gazetesinin bombalanması ve Danıştay saldırısı da içinde olmak üzere bir çok suçun bizzat örgütleyicisi olduğu savıyla Emekli Orgeneral Şener Eruygur ve Emekli Orgeneral Özden Örnek Ankara’da gözaltına alınmıştır.
...
Sabah erken saatlerden itibaren Ankara’da çok büyük bir gerginlik hakimdir. Genelkurmay Karargahında büyük bir sessizlik ve hareketlenme söz konusudur.
...
Aynı gün akşama doğru tüm basın ve TV flaş gelişmeyi ve ayrıntılarını duyurmaya başlar.
Emniyet ve savcılık kaynaklarına dayanılarak verilen haberlere göre, Danıştay saldırısından bu yana gerçekleşen çeşitli bombalama ve suikastlerle ilgili ipuçlarını takip eden savcılık, Ergenekon operasyonundan sonra tutuklanan Emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ün geriye dönük faaliyetlerini mercek altına almıştır.
Bu kapsamda AKP iktidarını yıkmaya yönelik bir darbe girişimine ait daha önce Nokta dergisinde yayınlanan darbe günlüklerinin orijinaline, bir istihbaratı değerlendiren polisler en sonunda bu adrese ulaşırlar.
....
Ertesi gün tüm gazeteler:
Korkunç darbe tezgahı!
Ulusalcı çetenin darbe tezgahı!
Tüm cinayetler ulusalcı darbe içinmiş!
....
Aynı gün:
Emniyet’in yeni gözaltılarının haberleri bomba gibi düşer:
Ankara, İstanbul ve yurdun çeşitli yerlerinde yüzlerce kişi gözaltına alınmıştır.
Emekli Orgeneral Şener Eruygur ve Özden Örnek’in ilişkilerini izleyen Emniyet, bir sene önce Cumhuriyet mitinglerini düzenleyen kurum ve kuruluşların da aynı darbe tezgahında etkin rol aldığını tespit etmiş ve bu kişilere yönelik gözaltı operasyonuna başlamıştır.
Basın kuruluşları henüz yeterli bilgiye sahip değildir, ancak ADD ve ÇYDD’
nin önemli yöneticileri, çeşitli şube yöneticileri gözaltına alınmıştır.
Aynı anda bomba bir haberi televizyon kanalları vermeye başlar:
İstanbul:
Polis savcı gözetiminde şu anda Cumhuriyet gazetesi ve Kanaltürk yönetim merkezlerinde arama yapmaya başladı.
Ankara:
Ankara’da Genelkurmay Karargahı sessizliğini korurken ATO ve TESK merkezinde polis ve savcılar belirir.
Aynı gün akşam saaatleri:
Emniyet Genel Müdürlüğü adına yapılan açıklamada, vatandaşların sakin olmaları, herşeyin kanunlar çerçevesinde ve savcılık tarafından yürütüldüğü, sanıklar mahkemeye çıkarılana kadar olay hakkında basına haber yasağı getirildiği açıklanır.
Başbakan Tayyip Erdoğan ülkede hiç kimsenin kanunlar üzerinde olmadığını, yargıya güvenmek gerektiğini söyler. Olayın TSK’ya karşı bir operasyon olmadığını ama bazı artniyetlilerin bunu böyle göstermeye çalışacağını söyler.
Ertesi gün tüm gazeteler:
Yeni bir 27 Mayıs atlatmışız!
4. günün sonunda:
Adliyeye çıkarılan sanıklardan Emekli Orgeneral Özden Örnek, Emekli Orgeneral Şener Eruygur, bazı üst düzey komutanlar, ATO Başkanı Sinan Aygün, Kanaltürk sahibi Tuncay Özkan, Cumhuriyet Gazetesi sahibi İlhan Selçuk, Cumhuriyet yazarlığı da yapan Emekli Orgeneral Doğu Silahçıoğlu, çıkarıldıkları mahkemece terör örgütü kurmak, darbe tezgahlamak ve halkı ve orduyu hükümete karşı isyana teşvik ettikleri savıyla tutuklanır.
...
30 Ağustos 2008:
Yeni Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ görevi Orgeneral Yaşar Büyükanıt’tan devralır.
Yaşar Büyükanıt yaptığı açıklamada bundan sonra ailesi, çocukları ve torunlarıyla vakit geçireceğini, kitap yazmayacağını belirtir.
2008 Eylül:
2007 yılında tutuklanan Muzaffer Tekin’in dosyası Ergenekon dosyası ile birleştirildiğinden henüz iddianamesi hazırlanmamıştır ve 1.5 yıldır mahkemeye çıkmadan tututkludur.
2008 yılının başında tutuklanan Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz ve arkadaşlarının dosyası 6 ay sonraki Sarıkız darbe dosyası ile birleştirildiğinden sanıklar 8 aydır mahkemeye çıkarılmadan tutukludur.
2008 yılı Haziran ayında tutuklanan Sarıkız darbe sanıkları Şener Eruygur ve arkadaşları iddianameleri henüz hazırlanmadığından mahkemeye çıkarılmamışlardır ve tutukludurlar.
...
2008 Eylül ayı:
Türk Silahlı Kuvvetleri Kuzey Irak’a yönelik kara harekâtı başlatır.
Başbakan Tayyip Erdoğan Türk Ordusu’nun olağanüstü kahramanlık ve başarılarını halka açıklar.
2008 kışı:
Ülkede PKK terörü durmuştur...
2009 Ocak ayı:
İki yıldır tutuklu bulunan Muzaffer Tekin, 1.5 yıldır tutuklu bulunan Veli Küçük ve Kemal Kerinçsiz, 7 aydır tutuklu bulunan Şener Eruygur, Özden Örnek, Doğu Silahçıoğlu, İlhan Selçuk, Tuncay Özkan ve Sinan Aygün avukatlarının yaptıkları tüm başvurulara rağmen hâlâ mahkemeye çıkarılmamışlardır.
2009 Ocak sonu:
Sabah 05.00:
Ankara’daki Zaman gazetesi istihbarat merkezi ile Roj TV’ye aynı anda bomba haber gelir:
Polis az sonra Yaşar Büyükanıt’ı gözaltına alacaktır.
Gazeteciler ortalığı telaşa vermeden Ankara’da bulunan emekli Paşanın evine gittiklerinde gerçekten de istihbaratın doğru olduğunu görürler: Savcı Paşaya gözaltı kağıdını gösterir..
Ve evden çıkarlar.
05.05:
Genelkurmay Karargahı’nın ışıkları yanıktır. Aynı anda tüm komutanların arabaları karargaha giriş yapar.
Başbakanlık’ın ışıkları yanmaktadır.
Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nün ışıkları yanmaktadır.
07.00:
Zaman ve Roj TV flash haberi duyurur.
Basına sızan bilgilere göre Muzaffer Tekin’le başlayan ilişkiler ağını çözen Savcılık, Şemdinli dosyasını da istemiş ve olaylar arasındaki bağlantıyı kurmuştur.
Buna göre AKP’nin iktidara gelmesi ile birlikte Genelkurmay içinde bir darbe ekibi kurulmuştur. Ancak Hilmi Özkök’ün Genel Kurmay Başkanı olması darbe planlarının başarılı olmasına engel olmuştur.
Bunun üzerine çeşitli provokasyonlar ve mitingler düzenleyen darbe ekibi, savcılığın zamanında gözaltıları ile başarıya ulaşamamıştır.
Bu arada Veli Küçük’ün evinde ele geçen belgelerde TSK içinde yasadışı bir kontrgerilla örgütlenmesinin varlığı tespit edilmiş, bu yapılanmanın başında o dönem Yaşar Büyükanıt’ın olduğu saptanmış, bu yapılanmanın PKK terörünün artması için PKK içindeki çeşitli unsurları kullanarak 2007 seçimleri öncesinde hükümeti yıpratacak bir terörist saldırı kampanyasına bizzat olanak sağladıkları tespit edilmiştir.
Çeşitli gazeteler, televizyonlar, dernekler, partiler, yargı üyeleri ve bürokraside de geniş bir yapılanmaya sahip olan bu grubun ülkedeki tüm terör ve karışıklığın sebebi olduğu anlaşılmaktadır.
...
Başbakan Tayyip Erdoğan operasyon ile ilgili basının sorularını yanıtlarken olayın kesinlikle TSK’ya mal edilemeyeceğini, Ordu’nun bizzat kendisine bağlı olduğunu, göz bebekleri olduğunu, ordunun kahramanlıkları sayesinde PKK terörünün durdurulduğunu açıklar.
...
Genel Kurmay Başkanı yargıya müdahale etmek istemediğini bu nedenle açıklama yapmayacağını belirtir...
...
Aynı gece Köşk...
MİT Müsteşarı ve Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı Cumhurbaşkanı Gül’e brifing vermektedir.
Operasyon hemen durdurulmazsa asker içinde bir grup genç subayın başında bulunduğu yapılanmanın yönetime el koyacağını bildirirler.
Cumhurbaşkanı teşekkür eder ve çıkarlar.
Gece 01.00:
Cumhurbaşkanı Gül Başbakan’ı Köşk’e davet eder.
Başbakan AKP MYK üyeleri ile olağanüstü toplantıdadır.
Bazı AKP’liler Başbakan’ı bir darbe olasılığına karşı uyarırlar.
Başbakan kendinden emindir, “artık bu iş bitti” der.
Gece 02.30:
AKP MYK üyeleri evlerine doğru yola koyulur.
Gece 03.00:
Başbakan’ın makam aracı Köşk’ün kapısından girer.
Bir saat süren görüşmede Gül’ün uyarıları karşısında Başbakan düşünmek için süre ister.
Gece 04.00:
Başbakan eve döner.
Gece 05.00:
Bir askeri jip Başbakan’ın evine gelir.
Kapıdaki koruma müdürü ile görüşür.
Koruma müdürünün yüzü asılmıştır.
Ben haber vereyim der.
Teğmen izin vermez.
Kapıya doğru yönelir.
Ve zili çalar...
(ymmd.com dan alınmıştır)birol aslan taşköprü kastamonu)bayrak
YMMD Özel: Kara Harekâtının stratejik analizi
Seçimler öncesi Cumhuriyet yürüyüşlerinde Türkiye’de politik kümelenmenin Küresel İslamcı-Kürtçü söylemiyle öne çıkan AKP çizgisi ve onun karşısında “Türkçü-İslamcı” MHP ve lâik CHP söylemleri birbirlerine karşıt söylemler gibi sunularak Türk halkı seçime gitti. Cumhuriyet yürüyüşlerindeki sığlaştırılmış lâikçi ve anti-emperyal (emperyalist değil) ABD ve AB karşıtlığı yükselen “ulusalcı” söylemi ifade ediyordu. Bu söyleme karşı yazdığımız yazılarda imparatorluğun iki taktiğini vurguladım. Bu taktiklerin aslında tümünün Amerikancı politikanın Türkiye için seçim öncesi ileri sürdüğü alternatifler olduğunu vurgulamıştık
Bu uzun hatırlatmanın gerekliliği Amerika’nın temsil ettiği imparatorluk güçleriyle Rusya’nın temsil ettiği enerji imparatorluğu güçleri arasındaki keskinleşen çatışmayı, Putinizm ve Bushizm olarak açıklıkla görmeyip Türkiye’de ulusalcığın kendini laik cumhuriyet temeline indirgemiş bir söylemle sınırlamasıdır. Bu dar perspektifi nedeniyle seçimler öncesi ABD’nin Türkiye’de birbirine karşıt olarak gösterdiği AKP ve MHP’ye seçimler sonrası bir blok oluşturtmuştur. Bu blok kendini türban-başörtü tartışmalarında ortaya koymuştur. Aslında bu görünen olgunun arkasında Amerikan jeopolitiğinin Türk-İslamcı senteziyle Kürt-İslamcı sentezinin birleştirilmesi taktiği yatmaktadır.
Kara harekâtı bağlamında taktik değişiklik
Bu taktiğin temelinde ise enerji imparatorluğuna karşı gerileyen Amerikan emperyal politikalarının dayanak noktasını bu geniş ittifaka dayandırma çabasıdır. Bu temeli gördüğümüzde Türk Ordusu’nun Kuzey Irak’ta PKK kamplarını bombalaması sürecinde ki gelişmeler açıklıkla anlaşılabilir. “Hava harekâtının PKK’ya karşı göstermelik bir operasyon olduğu, Amerika’nın PKK’ya olan desteğini geri çekmediğini” ileri süren ulusal söylemler sözkonusuydu. Kara harekatı ile bu söylemler tüm tezlerini yitirdiler. Gerçekte ise başından beri vurguladığım Rusya enerji imparatorluğu ile Amerika arasındaki antagonist mücadele Amerika’nın Türkiye’deki politikasını revize eden bir taktik değişikliğidir.
Bu taktik değişikliğini iyi anlayabilmek için Abdullah Öcalan’ın “PKK’nın başkanı Talabani’dir, Barzani’dir; PKK benim inisiyatifimde değildir” söylemini değerlendirmek gerekir. Bu söylemde Abdullah Öcalan, vurguladığı yeni bir PKK olgusunun altını çizmektedir. Bu yeni PKK olgusunda “Barzani’nin ve Talabani’nin PKK’nın pratik liderliğini yapıyor” söylemi yeni PKK’nın yeni taktikler ile imparatorluğun yeni bir aygıtı olarak öne çıkarıldığını işaret etmektedir. Bu anlamda daha önceki yazılarımızda da vurguladığımız gibi, kırsal silahlı mücadele Kuzey Irak’taki kırsal silahlı mücadelenin Körfez’deki bir uçak gemisinden veya bir başka çevre devletten destek almıyorsa; daha açık bir söylem ile çok devletli bir çelişkinin aracı değilse, bir devlet sınırları içerisinde yaşaması olanaksız bir mücadele biçimidir.
Sol gerilla hareketleri 60’lı yıllarda patlayan balonlar gibi sönüp gitmiştir. Bu perspektifte Kuzey Irak’taki Kandil ve Zaho kamplarına yapılan operasyonun başarı sırrı bu bölgelerde sürekli askeri kontrolü gerektirir. Meselenin bir yanı bu askeri alanın kontrol edilmesidir. Diğer yanı ise Türkiye’de askeri operasyonlara karşı çıkan gösterilerin sönümlendirilmesi için bu örgütlü yapının siyasallaşması demek olan meşruiyet kazandırılması için Kandil’deki, Gabar’daki, Zaho’daki silahlı grupların tasfiye edilmesidir.
Bu grupların tasfiye edilmesi Kuzey Irak’ta Barzani ve Talabani yönetimine politik ve askeri olarak güç verecektir. Ve Türkiye açısından en tehlikelisi kırmızı çizgilerle reddedilen Kürt federasyonunun tanınmasına yol verecek bir taktik olmasıdır. Bir başka ifadeyle eski bir silahlı örgüt olan PKK’nın dünyadaki diğer terörist örgütlerin tasfiye edilmesi gibi, tasfiye edildikten sonra yerine Türkiye’nin başından beri karşı çıktığı federasyona dayalı Kürt yapılanmalarını tanımasının yolunu açmak olacaktır. Bu anlamda bağımsızlıkçı ulusal sosyalist güçlerin imparatorluğun bu taktiklerine karşı sistematik bir jeopolitik değerlendirmeye sahip olmaları gerekmektedir.
Tersi “Amerika PKK’yı destekliyor, Türkiye’yi bölecek” söylemi temelindeki bir ulusal değerlendirmeyi esas alıp bu günkü hava ve kara harekâtlarına bakarak Amerika Türkiye’yi bölmüyor söylemiyle anti-Amerikancılıktan Amerikan severliğe geçiş çizgisi izleme yanılgısı olacaktır.
Oysa bugünkü gelişen süreç Amerika’nın İsrail, Kürdistan, Ermenistan, Gürcistan ve Ukrayna yayı ile Türkiye’yi doğudan çevreleme, Rusya’yı güneyden çevreleme ve İran’ı da batıdan çevreleme stratejisinin iflası ile yeni bir taktik ile Ortadoğu’daki stratejisini yeniden biçimlendirmekten başka bir olgu değildir.
Amerika’nın bu yeni taktiğini çözümledikten sonra bu taktik doğrultusunda Kuzey Irak’taki gelişmeleri ele almamız bize geleceği görebilmemiz için daha sağlam bir bakış açısı oluşturacaktır. Başından beri Kuzey Irak’a yapılacak kara harekatının Barzani’nin kırmızı çizgilerini yok ettiği gibi Türkiye’de kara harekatına karşı çıkan görüşlerin yanlış olduğunu çünkü kara harekatı ile geçmişte 1920’li yıllarda Özdemir Bey harekatı ile 200 kişilik bir Kuvayı Milliyeci grubun Musul’a kadar kısa sürede egemen olduğunu vurgulamıştık.
Bu tarihsel bakışın yanında yakın geçmişte PKK’ya karşı yapılan kara harekâtlarındaki en büyük zaafın Kuzey Irak’ta ele geçirilen PKK’lıların Talabani’nin Zeli kampına teslim edilmesidir. Türk Ordusu’nun geri çekilmesinden sonra kanla alınan bölgelerin tekrardan PKK’lıların eline geçmesi olmuştur.
Bu nedenle “Türk Ordusu’nun operasyonlarının fayda vermeyeceğini” söyleyen grup bu zaaftan kaynaklanan durum nedeniyle operasyonlara yararsız yaftasını yapıştıragelmiştir. Oysa bu operasyonlar PKK’nın bu bölgelere yeniden yerleşmesinde önemli kayıplar vermesi nedeniyle güçlerini önemli ölçüde yitirmişlerdir. 90’lı yıllarda Türk Ordusu’nun operasyonlarında Korucularla beraber Türk Ordusu’na katılan Barzani güçleri ve Talabani güçleri Türk Ordusu geri çekildikten sonra PKK güçleri tarafından dağıtılmışlardır. Geçmişteki bu operasyonlar PKK, Talabani ve Barzani güç dengesi ve Türk Ordusu’nun hareketleri sonucu PKK’yı bitme noktasına getirmiştir. Barzani ve Talabani güçleri ise Amerikan desteği sayesinde Türk Ordusu’nun günümüzdeki kara operasyonunu sınırlama çabasında olan bir taktikle birliklerini operasyon çevresi bölgesinde konuşlandırmışlardır. Bu konuşlandırmadaki taktik gerek Zaho gerekse Kandil’den kaçma çabasında olan PKK güçlerine sığınabileceği güvenli bölgeleri tesis etme çabasıdır.
Nasıl bir kara harekâtı?
Basında çarptırılmış olarak verilen PKK güçlerinin Kuzey Irak’a sızmasını engellemek için konuşlandırıldığı ileri sürülen Barzani güçlerinin asıl amacı Türk Ordusu’nun kamplardan kaçan PKK’lıların güneye doğru hareketinde sıcak takibini engellemek için bir sınır oluşturma çabasıdır. Bu sınır mutlaka Türk Ordusu tarafından delinmeli ve sınır arkasındaki bölgeye kaçan PKK’lılara sıcak takip yapılmalıdır.
Acıdır ki, geçmişte Türk birliklerine kılavuzluk eden ve PKK’ya karşı Türk Ordusu’nun yanında yer alan bu güçler günümüzde Amerikan desteğiyle Türk Ordusu’nun operasyon alanını sınırlama cesaretine sahip olma noktasına gelmişlerdir.
Bu durumda kamplar bütünüyle teslim alınarak PKK kadroları etkisizleştirilmeli ve güneye Barzani ve Talabani bölgelerine geçen gruplara sıcak takip yapılmalıdır. Operasyonun bitmesi sonrasında PKK kamp bölgelerinin güvenlik sınırları olan ovalara değin uzanan alanlarda Türk askeri birlikleri karakollar kurarak kalmalıdır. Tersi olduğunda PKK bütünüyle tasfiye edilse bile bu bölgelere Peşmergeye katılmış PKK’lıların yerleşmesi ile Türkiye’nin güvenlik stratejisi açısından büyük risk taşıyan bölgeler ortaya çıkacaktır.
Eğer PKK’nın yanında Barzani güçlerinin de kırmızı çizgileri yani federasyon ve bağımsızlık söylemleri susturulamazsa Barzani’nin Nakşi-Şafi egemenliği ile Türkiye’de politik bir güç olmasının önü kesilemeyecektir. Bu durumun günümüzde, operasyon sonrası dönemde daha da önemi artmaktadır. Çünkü Kuzey Irak’ta Talabani’nin son günlerde “Kürtlerin bağımsızlığı mümkün değildir” sözleriyle alttan alan ifadesinin öne çıkarılıp Türkiye’ye davet edildikten sonra Kuzey Irak Kürt bölgesinin Türkiye tarafından resmen tanınması Türkiye açısından geçmişten daha tehlikeli bir nokta oluşturacaktır.
Kosova ve Kürdistan
Bunu anlamamızın açık bir örneği UÇK’nin Kosova’da iktidara gelmesi sonrası Arnavutluk ile Kosova’nın gelecekte birleştirilmesi stratejisi Türkiye için bir örnek oluşturma riski taşımaktadır. Yani bir yenilgi sonrası tanınacak Kuzey Irak Kürt yapılanmasının önümüzdeki dönemde Türkiye’deki egemenliğini arttırarak uluslararası bir politik söylem için temel oluşturmada geçmişten daha belirgin bir tehlike olarak öne çıkmaktadır.
Bu tehlikeyi daha iyi anlamamız için Abdullah Öcalan’ın “Yeni” PKK’sının pratik lideri Talabani ve Barzani’nin olması silahlı mücadelede yenilmiş PKK’nın yerine ortaya çıkacak olan siyasallaşmış PKK’nın Barzani ve Talabani’nin güçleriyle bütünleşmesidir. Kürt teorisyenler AKP’ye Nakşî ve Şafi oylarının ödünç olarak verildiğini söylemektedirler. Bu oyların AKP’nin Kürtlerin çıkarlarını güden politikayı hayata geçirmesi koşuluyla verildiğini açıkça vurgulamaktadırlar. Bu durum bir analizi gerektirmektedir. Başından beri kara harekâtına kesinlikle karşı olan, kış koşullarına kadar bu harekâtın gecikmesine yol açan tavırlarıyla AKP Nakşî-Şafi-Kürt önderleriyle uzlaşma doğrultusunda bir söylem geliştirmiştir.
Oysa bugün AKP yönetiminde ve Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığındaki Türkiye’de Kuzey Irak’a yapılan en kapsamlı askeri harekât bu açıdan bir taktik temele oturtulmalıdır. Ya Pentagon ve Türk Ordusu arasındaki bir uzlaşma AKP’nin kara operasyonuna karşı çıkmasına rağmen bunu hayata geçirmiştir veya eski PKK’nın yani Talabani ve Barzani’ye karşı olan eski PKK’nın yeni PKK’ya dönüştürülmesinde yani silahlı mücadele gruplarının tasfiye edilmesinde Barzani’nin çıkarları nedeniyle AKP Kuzey Irak’a operasyon karşıtlığı tavrını terk etmiştir.
Özellikle bu nokta yerel seçimlerde DTP inisiyatifinde olan bölgelerin giderek AKP inisiyatifindeki başkanlara geçmesi Barzanici güçler ile PKK’cı güçlerin mücadelesine sahne olmaktadır. Bu süreçte DTP’nin sürekli gerilemesi PKK’nın inisiyatif kaybetmesi buna karşılık Nakşi-Şafi geleneğiyle desteklenen AKP’nin öne çıkması da ilginç bir değerlendirmeyi gerektirmektedir. Bu değerlendirme AKP’ye akan Kürt oylarının daha önce de vurguladığım gibi Nakşî ve Şafi geleneğinin AKP’yle uzlaşmasının ürünüdür.
Operasyonu değerlendirerek bir sonuca varabiliriz
Eğer basit bir düşünceyle olaya bakarsak bizi yanıltacak bir sonuca götürecektir.
Bu sonuç bu uzlaşmaya uygun davranmayan Kuzey Irak’a operasyonu engelleyemeyen AKP’den Kürt oylarının yani Nakşî-Şafi tabanının oylarının AKP’den kaçmasını gerektirecektir.
Oysa bu oy kaybını göze alabilmesi AKP için intihardır.
Bu durumda Kuzey Irak’a yapılan Türk Ordusu operasyon Barzanici güçler ile uzlaşılmış veya onların ikna edilmesine dayanan bir sürecin sonucu olmuştur.
Bu süreç özellikle ABD’nin yeni taktiklerinin yönlendirdiği bir süreçtir. Bu süreci AKP’nin yönetebilmesi, Kürt oylarını arttırabilmesi, Diyarbakır Belediyesini elde etmesi anlamında bir süreç olacaktır. Tersi ise yeni PKK’nın siyasallaşma sonrası Barzani ve Talabani’yle yeni bir konsensüse girerek Türkiye’de de Kürt tarikatlarıyla da birleşerek AKP dışında oluşan bir yapıya oylarının akması söz konusu olacaktır.
Bu olasılık zayıf görünmektedir.
Çünkü Kürtlerin ayrı bir partiyle Türkiye’de politika yapmaya yönelmeleri tarihsel süreç boyunca Kürtler açısından yenilgiye neden olmuştur. Bu nedenle Kürtlerin politik alanda iktidara oynayan partilere destek veren bir taktikleri olmuştur. Daha başka bir açıklamayla bir aşiretin bir ağası bir partideyken diğer bir ağası diğer bir iktidar olma şansı olan partiye üyedir. Ve bu haliyle aşiret daima iktidardadır.
Bu perspektif günümüzde de geçerlidir. Barzanici ve PKK’cı Kürtlerin birleşerek tek bir Kürt partisinde yapılanması bu partinin iktidar olanağı sınırlı olacağı için Kürt politikacılarının hiçbir zaman tercihi olmayan bir politika olacaktır.
“AKP’nin seçimler öncesi Kuzey Irak’a operasyonu savunan CHP’ye ve MHP’ye sert muhalefeti nedeniyle Kürt oyları AKP’ye akmıştır” görüşüne aldanan CHP ve MHP Kürt politikalarını değiştirerek Barzani’ye yeşil ışık yakan tavırlara girmişlerdir. Seçimlerde CHP ve MHP’ye Kürt oylarının sıfıra inmesini Kuzey Irak’a karşı askeri operasyonu destekledikleri için gerçekleştiğini sanmaları yanılgılarıdır.
Kürt oylarının AKP’ye akışının geniş bir analizini bu yazımızda altını çizdiğimiz iktidar olma potansiyeli ve yeni Osmanlıcı Federatif Ortadoğu’nun gerçekleşmesi için Kemalist ideolojinin tasfiyesini gerekli gören Neo-concu Amerikan stratejisinin alt yapısında gelişmiş bir olgudur.
Günümüzde AKP’nin MHP’yle birleşmesi yalnız başörtü olgusundaki ittifaktan kaynaklanmamaktadır tersine Rusya’nın Orta Asya Türk devletleri üzerindeki hegemonyasına karşı Türkçü-İslamcı tezi ile Kuzey Irak ile Türkiye’nin federasyon içinde birleştirilmesi için Kürt-İslamcı tezinin tek bir stratejide birleştirilmesi çizgisidir. Bu nedenle AKP (Türkçü olmayan) küreselci İslam söylemleri ile Türk dünyasını etkileme stratejisini hayata geçirme çabası bu olgunun görünen yanlarıdır.
Sonuç olarak geniş bir alanda yaptığımız ayrıntılı çözümlemeler ışığında Kuzey Irak’taki Türk Ordusu’nun kahramanca operasyonlarını değerlendirmezsek ve bu operasyonları bu perspektifte geliştirmezsek bizi ileri götürecek bir sonuca varamayız. Biz kavramını daha daraltarak ulusal sosyalistler olarak sistem karşıtlığını jeopolitik taktik ve stratejilerle hayata geçiremezsek sistem kendi taktiklerini kullanarak bizleri, ulusalcıları Atatürkçüleri kendi stratejisine hizmet eden pratiklere yöneltecektir. Cumhuriyet yürüyüşlerinden buyana laiklik konusunda AB ve ABD ile sınırlanmış anti-emperyal politikalar konusunda ve günümüzde de başörtü ile sınırlanmış laiklik temelinde sürdürülen ulusalcılık aslında sistemin bize biçtiği ulusalcı rolleri oynamaktan öteye götürmez.
(pirahmetli taşköprü bayrak)
Bu uzun hatırlatmanın gerekliliği Amerika’nın temsil ettiği imparatorluk güçleriyle Rusya’nın temsil ettiği enerji imparatorluğu güçleri arasındaki keskinleşen çatışmayı, Putinizm ve Bushizm olarak açıklıkla görmeyip Türkiye’de ulusalcığın kendini laik cumhuriyet temeline indirgemiş bir söylemle sınırlamasıdır. Bu dar perspektifi nedeniyle seçimler öncesi ABD’nin Türkiye’de birbirine karşıt olarak gösterdiği AKP ve MHP’ye seçimler sonrası bir blok oluşturtmuştur. Bu blok kendini türban-başörtü tartışmalarında ortaya koymuştur. Aslında bu görünen olgunun arkasında Amerikan jeopolitiğinin Türk-İslamcı senteziyle Kürt-İslamcı sentezinin birleştirilmesi taktiği yatmaktadır.
Kara harekâtı bağlamında taktik değişiklik
Bu taktiğin temelinde ise enerji imparatorluğuna karşı gerileyen Amerikan emperyal politikalarının dayanak noktasını bu geniş ittifaka dayandırma çabasıdır. Bu temeli gördüğümüzde Türk Ordusu’nun Kuzey Irak’ta PKK kamplarını bombalaması sürecinde ki gelişmeler açıklıkla anlaşılabilir. “Hava harekâtının PKK’ya karşı göstermelik bir operasyon olduğu, Amerika’nın PKK’ya olan desteğini geri çekmediğini” ileri süren ulusal söylemler sözkonusuydu. Kara harekatı ile bu söylemler tüm tezlerini yitirdiler. Gerçekte ise başından beri vurguladığım Rusya enerji imparatorluğu ile Amerika arasındaki antagonist mücadele Amerika’nın Türkiye’deki politikasını revize eden bir taktik değişikliğidir.
Bu taktik değişikliğini iyi anlayabilmek için Abdullah Öcalan’ın “PKK’nın başkanı Talabani’dir, Barzani’dir; PKK benim inisiyatifimde değildir” söylemini değerlendirmek gerekir. Bu söylemde Abdullah Öcalan, vurguladığı yeni bir PKK olgusunun altını çizmektedir. Bu yeni PKK olgusunda “Barzani’nin ve Talabani’nin PKK’nın pratik liderliğini yapıyor” söylemi yeni PKK’nın yeni taktikler ile imparatorluğun yeni bir aygıtı olarak öne çıkarıldığını işaret etmektedir. Bu anlamda daha önceki yazılarımızda da vurguladığımız gibi, kırsal silahlı mücadele Kuzey Irak’taki kırsal silahlı mücadelenin Körfez’deki bir uçak gemisinden veya bir başka çevre devletten destek almıyorsa; daha açık bir söylem ile çok devletli bir çelişkinin aracı değilse, bir devlet sınırları içerisinde yaşaması olanaksız bir mücadele biçimidir.
Sol gerilla hareketleri 60’lı yıllarda patlayan balonlar gibi sönüp gitmiştir. Bu perspektifte Kuzey Irak’taki Kandil ve Zaho kamplarına yapılan operasyonun başarı sırrı bu bölgelerde sürekli askeri kontrolü gerektirir. Meselenin bir yanı bu askeri alanın kontrol edilmesidir. Diğer yanı ise Türkiye’de askeri operasyonlara karşı çıkan gösterilerin sönümlendirilmesi için bu örgütlü yapının siyasallaşması demek olan meşruiyet kazandırılması için Kandil’deki, Gabar’daki, Zaho’daki silahlı grupların tasfiye edilmesidir.
Bu grupların tasfiye edilmesi Kuzey Irak’ta Barzani ve Talabani yönetimine politik ve askeri olarak güç verecektir. Ve Türkiye açısından en tehlikelisi kırmızı çizgilerle reddedilen Kürt federasyonunun tanınmasına yol verecek bir taktik olmasıdır. Bir başka ifadeyle eski bir silahlı örgüt olan PKK’nın dünyadaki diğer terörist örgütlerin tasfiye edilmesi gibi, tasfiye edildikten sonra yerine Türkiye’nin başından beri karşı çıktığı federasyona dayalı Kürt yapılanmalarını tanımasının yolunu açmak olacaktır. Bu anlamda bağımsızlıkçı ulusal sosyalist güçlerin imparatorluğun bu taktiklerine karşı sistematik bir jeopolitik değerlendirmeye sahip olmaları gerekmektedir.
Tersi “Amerika PKK’yı destekliyor, Türkiye’yi bölecek” söylemi temelindeki bir ulusal değerlendirmeyi esas alıp bu günkü hava ve kara harekâtlarına bakarak Amerika Türkiye’yi bölmüyor söylemiyle anti-Amerikancılıktan Amerikan severliğe geçiş çizgisi izleme yanılgısı olacaktır.
Oysa bugünkü gelişen süreç Amerika’nın İsrail, Kürdistan, Ermenistan, Gürcistan ve Ukrayna yayı ile Türkiye’yi doğudan çevreleme, Rusya’yı güneyden çevreleme ve İran’ı da batıdan çevreleme stratejisinin iflası ile yeni bir taktik ile Ortadoğu’daki stratejisini yeniden biçimlendirmekten başka bir olgu değildir.
Amerika’nın bu yeni taktiğini çözümledikten sonra bu taktik doğrultusunda Kuzey Irak’taki gelişmeleri ele almamız bize geleceği görebilmemiz için daha sağlam bir bakış açısı oluşturacaktır. Başından beri Kuzey Irak’a yapılacak kara harekatının Barzani’nin kırmızı çizgilerini yok ettiği gibi Türkiye’de kara harekatına karşı çıkan görüşlerin yanlış olduğunu çünkü kara harekatı ile geçmişte 1920’li yıllarda Özdemir Bey harekatı ile 200 kişilik bir Kuvayı Milliyeci grubun Musul’a kadar kısa sürede egemen olduğunu vurgulamıştık.
Bu tarihsel bakışın yanında yakın geçmişte PKK’ya karşı yapılan kara harekâtlarındaki en büyük zaafın Kuzey Irak’ta ele geçirilen PKK’lıların Talabani’nin Zeli kampına teslim edilmesidir. Türk Ordusu’nun geri çekilmesinden sonra kanla alınan bölgelerin tekrardan PKK’lıların eline geçmesi olmuştur.
Bu nedenle “Türk Ordusu’nun operasyonlarının fayda vermeyeceğini” söyleyen grup bu zaaftan kaynaklanan durum nedeniyle operasyonlara yararsız yaftasını yapıştıragelmiştir. Oysa bu operasyonlar PKK’nın bu bölgelere yeniden yerleşmesinde önemli kayıplar vermesi nedeniyle güçlerini önemli ölçüde yitirmişlerdir. 90’lı yıllarda Türk Ordusu’nun operasyonlarında Korucularla beraber Türk Ordusu’na katılan Barzani güçleri ve Talabani güçleri Türk Ordusu geri çekildikten sonra PKK güçleri tarafından dağıtılmışlardır. Geçmişteki bu operasyonlar PKK, Talabani ve Barzani güç dengesi ve Türk Ordusu’nun hareketleri sonucu PKK’yı bitme noktasına getirmiştir. Barzani ve Talabani güçleri ise Amerikan desteği sayesinde Türk Ordusu’nun günümüzdeki kara operasyonunu sınırlama çabasında olan bir taktikle birliklerini operasyon çevresi bölgesinde konuşlandırmışlardır. Bu konuşlandırmadaki taktik gerek Zaho gerekse Kandil’den kaçma çabasında olan PKK güçlerine sığınabileceği güvenli bölgeleri tesis etme çabasıdır.
Nasıl bir kara harekâtı?
Basında çarptırılmış olarak verilen PKK güçlerinin Kuzey Irak’a sızmasını engellemek için konuşlandırıldığı ileri sürülen Barzani güçlerinin asıl amacı Türk Ordusu’nun kamplardan kaçan PKK’lıların güneye doğru hareketinde sıcak takibini engellemek için bir sınır oluşturma çabasıdır. Bu sınır mutlaka Türk Ordusu tarafından delinmeli ve sınır arkasındaki bölgeye kaçan PKK’lılara sıcak takip yapılmalıdır.
Acıdır ki, geçmişte Türk birliklerine kılavuzluk eden ve PKK’ya karşı Türk Ordusu’nun yanında yer alan bu güçler günümüzde Amerikan desteğiyle Türk Ordusu’nun operasyon alanını sınırlama cesaretine sahip olma noktasına gelmişlerdir.
Bu durumda kamplar bütünüyle teslim alınarak PKK kadroları etkisizleştirilmeli ve güneye Barzani ve Talabani bölgelerine geçen gruplara sıcak takip yapılmalıdır. Operasyonun bitmesi sonrasında PKK kamp bölgelerinin güvenlik sınırları olan ovalara değin uzanan alanlarda Türk askeri birlikleri karakollar kurarak kalmalıdır. Tersi olduğunda PKK bütünüyle tasfiye edilse bile bu bölgelere Peşmergeye katılmış PKK’lıların yerleşmesi ile Türkiye’nin güvenlik stratejisi açısından büyük risk taşıyan bölgeler ortaya çıkacaktır.
Eğer PKK’nın yanında Barzani güçlerinin de kırmızı çizgileri yani federasyon ve bağımsızlık söylemleri susturulamazsa Barzani’nin Nakşi-Şafi egemenliği ile Türkiye’de politik bir güç olmasının önü kesilemeyecektir. Bu durumun günümüzde, operasyon sonrası dönemde daha da önemi artmaktadır. Çünkü Kuzey Irak’ta Talabani’nin son günlerde “Kürtlerin bağımsızlığı mümkün değildir” sözleriyle alttan alan ifadesinin öne çıkarılıp Türkiye’ye davet edildikten sonra Kuzey Irak Kürt bölgesinin Türkiye tarafından resmen tanınması Türkiye açısından geçmişten daha tehlikeli bir nokta oluşturacaktır.
Kosova ve Kürdistan
Bunu anlamamızın açık bir örneği UÇK’nin Kosova’da iktidara gelmesi sonrası Arnavutluk ile Kosova’nın gelecekte birleştirilmesi stratejisi Türkiye için bir örnek oluşturma riski taşımaktadır. Yani bir yenilgi sonrası tanınacak Kuzey Irak Kürt yapılanmasının önümüzdeki dönemde Türkiye’deki egemenliğini arttırarak uluslararası bir politik söylem için temel oluşturmada geçmişten daha belirgin bir tehlike olarak öne çıkmaktadır.
Bu tehlikeyi daha iyi anlamamız için Abdullah Öcalan’ın “Yeni” PKK’sının pratik lideri Talabani ve Barzani’nin olması silahlı mücadelede yenilmiş PKK’nın yerine ortaya çıkacak olan siyasallaşmış PKK’nın Barzani ve Talabani’nin güçleriyle bütünleşmesidir. Kürt teorisyenler AKP’ye Nakşî ve Şafi oylarının ödünç olarak verildiğini söylemektedirler. Bu oyların AKP’nin Kürtlerin çıkarlarını güden politikayı hayata geçirmesi koşuluyla verildiğini açıkça vurgulamaktadırlar. Bu durum bir analizi gerektirmektedir. Başından beri kara harekâtına kesinlikle karşı olan, kış koşullarına kadar bu harekâtın gecikmesine yol açan tavırlarıyla AKP Nakşî-Şafi-Kürt önderleriyle uzlaşma doğrultusunda bir söylem geliştirmiştir.
Oysa bugün AKP yönetiminde ve Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığındaki Türkiye’de Kuzey Irak’a yapılan en kapsamlı askeri harekât bu açıdan bir taktik temele oturtulmalıdır. Ya Pentagon ve Türk Ordusu arasındaki bir uzlaşma AKP’nin kara operasyonuna karşı çıkmasına rağmen bunu hayata geçirmiştir veya eski PKK’nın yani Talabani ve Barzani’ye karşı olan eski PKK’nın yeni PKK’ya dönüştürülmesinde yani silahlı mücadele gruplarının tasfiye edilmesinde Barzani’nin çıkarları nedeniyle AKP Kuzey Irak’a operasyon karşıtlığı tavrını terk etmiştir.
Özellikle bu nokta yerel seçimlerde DTP inisiyatifinde olan bölgelerin giderek AKP inisiyatifindeki başkanlara geçmesi Barzanici güçler ile PKK’cı güçlerin mücadelesine sahne olmaktadır. Bu süreçte DTP’nin sürekli gerilemesi PKK’nın inisiyatif kaybetmesi buna karşılık Nakşi-Şafi geleneğiyle desteklenen AKP’nin öne çıkması da ilginç bir değerlendirmeyi gerektirmektedir. Bu değerlendirme AKP’ye akan Kürt oylarının daha önce de vurguladığım gibi Nakşî ve Şafi geleneğinin AKP’yle uzlaşmasının ürünüdür.
Operasyonu değerlendirerek bir sonuca varabiliriz
Eğer basit bir düşünceyle olaya bakarsak bizi yanıltacak bir sonuca götürecektir.
Bu sonuç bu uzlaşmaya uygun davranmayan Kuzey Irak’a operasyonu engelleyemeyen AKP’den Kürt oylarının yani Nakşî-Şafi tabanının oylarının AKP’den kaçmasını gerektirecektir.
Oysa bu oy kaybını göze alabilmesi AKP için intihardır.
Bu durumda Kuzey Irak’a yapılan Türk Ordusu operasyon Barzanici güçler ile uzlaşılmış veya onların ikna edilmesine dayanan bir sürecin sonucu olmuştur.
Bu süreç özellikle ABD’nin yeni taktiklerinin yönlendirdiği bir süreçtir. Bu süreci AKP’nin yönetebilmesi, Kürt oylarını arttırabilmesi, Diyarbakır Belediyesini elde etmesi anlamında bir süreç olacaktır. Tersi ise yeni PKK’nın siyasallaşma sonrası Barzani ve Talabani’yle yeni bir konsensüse girerek Türkiye’de de Kürt tarikatlarıyla da birleşerek AKP dışında oluşan bir yapıya oylarının akması söz konusu olacaktır.
Bu olasılık zayıf görünmektedir.
Çünkü Kürtlerin ayrı bir partiyle Türkiye’de politika yapmaya yönelmeleri tarihsel süreç boyunca Kürtler açısından yenilgiye neden olmuştur. Bu nedenle Kürtlerin politik alanda iktidara oynayan partilere destek veren bir taktikleri olmuştur. Daha başka bir açıklamayla bir aşiretin bir ağası bir partideyken diğer bir ağası diğer bir iktidar olma şansı olan partiye üyedir. Ve bu haliyle aşiret daima iktidardadır.
Bu perspektif günümüzde de geçerlidir. Barzanici ve PKK’cı Kürtlerin birleşerek tek bir Kürt partisinde yapılanması bu partinin iktidar olanağı sınırlı olacağı için Kürt politikacılarının hiçbir zaman tercihi olmayan bir politika olacaktır.
“AKP’nin seçimler öncesi Kuzey Irak’a operasyonu savunan CHP’ye ve MHP’ye sert muhalefeti nedeniyle Kürt oyları AKP’ye akmıştır” görüşüne aldanan CHP ve MHP Kürt politikalarını değiştirerek Barzani’ye yeşil ışık yakan tavırlara girmişlerdir. Seçimlerde CHP ve MHP’ye Kürt oylarının sıfıra inmesini Kuzey Irak’a karşı askeri operasyonu destekledikleri için gerçekleştiğini sanmaları yanılgılarıdır.
Kürt oylarının AKP’ye akışının geniş bir analizini bu yazımızda altını çizdiğimiz iktidar olma potansiyeli ve yeni Osmanlıcı Federatif Ortadoğu’nun gerçekleşmesi için Kemalist ideolojinin tasfiyesini gerekli gören Neo-concu Amerikan stratejisinin alt yapısında gelişmiş bir olgudur.
Günümüzde AKP’nin MHP’yle birleşmesi yalnız başörtü olgusundaki ittifaktan kaynaklanmamaktadır tersine Rusya’nın Orta Asya Türk devletleri üzerindeki hegemonyasına karşı Türkçü-İslamcı tezi ile Kuzey Irak ile Türkiye’nin federasyon içinde birleştirilmesi için Kürt-İslamcı tezinin tek bir stratejide birleştirilmesi çizgisidir. Bu nedenle AKP (Türkçü olmayan) küreselci İslam söylemleri ile Türk dünyasını etkileme stratejisini hayata geçirme çabası bu olgunun görünen yanlarıdır.
Sonuç olarak geniş bir alanda yaptığımız ayrıntılı çözümlemeler ışığında Kuzey Irak’taki Türk Ordusu’nun kahramanca operasyonlarını değerlendirmezsek ve bu operasyonları bu perspektifte geliştirmezsek bizi ileri götürecek bir sonuca varamayız. Biz kavramını daha daraltarak ulusal sosyalistler olarak sistem karşıtlığını jeopolitik taktik ve stratejilerle hayata geçiremezsek sistem kendi taktiklerini kullanarak bizleri, ulusalcıları Atatürkçüleri kendi stratejisine hizmet eden pratiklere yöneltecektir. Cumhuriyet yürüyüşlerinden buyana laiklik konusunda AB ve ABD ile sınırlanmış anti-emperyal politikalar konusunda ve günümüzde de başörtü ile sınırlanmış laiklik temelinde sürdürülen ulusalcılık aslında sistemin bize biçtiği ulusalcı rolleri oynamaktan öteye götürmez.
(pirahmetli taşköprü bayrak)
13 Temmuz 2008 Pazar
Tonlarca sahte bal yedik...
2008-07-13 14:13:45
Geçen yıl 35 bin ton bal üretilen Türkiye’de tüketim 50 bin ton oldu. Bin 500 ton da ithalat yapıldı. İddialara göre üretimle tüketim arasındaki fark balın glikozla çoğaltılmasıyla, yani sahte balla kapatıldı.
Türkiye’nin yıllık bal üretimi 50 bin ton civarında. Kuraklık ve kitlesel ölümler geçen yıl bu rakamı 35 bin tona (bazı tahminlere göre 40 bin tona) geriletti. 2007-2008 sezonunda sadece bin 500 ton bal ithal edildiğini belirten uzmanlar 15 bin tona yakın balın glikozla çoğaltılarak tüketiciye satıldığını savunuyor.
Balparmak Yönetim Kurulu Başkanı Özen Altıparmak sahte bal üretiminin hem Türkiye’de hem de başka ülkelerde yapıldığını belirterek şöyle konuştu: “Arı sayısının azalması karşısında bal ihtiyacını karşılamak için sahte bal üretimi yapan ülkeler var.
Çin ve Ukrayna’da bu gibi girişimler öne çıktı. Türkiye’de merdivenaltı üreticiler bu işten kârlı çıkma telaşında. Denetimlerin sıklaştırılması gerekir. İran üzerinden gelen ballar, Van’dan Türkiye’ye dağıtılıyor. Ankara merdivenaltı üretimin üssü durumunda” diye konuştu.
Sektör yetkililerinin verdiği bilgiye göre Avrupa Birliği’nde (AB) yasaklı olan Çin balı Türkiye üzerinden ‘Türk balı’ olarak satılmak istendi. Ancak başarılı olunamayınca iç piyasaya verildi.
Bal pahalılaştı
Bal üretimindeki düşüş, fiyatları da yukarı çekti. Önceki yıllarda arıcılardan kilosunu 3 YTL’ye alan firmaların bu yıl aynı balı 8 YTL’ye alabildiği belirtiliyor. Bakkal, market raflarında ambalajlı süzme balın kilosu ise 18 YTL’ye çıktı.
Tüketici, balı geçen yıla göre yüzde 80 pahalı yedi. Fiyat artışında, dünya genelinde arı sayısında yüzde 30’luk düşüşün ve kuraklık nedeniyle kovanlarda bal verimi azalmasının üretime yansıması büyük rol oynadı.
Petek balı yemeyin
Uzmanlara göre Türkiye’de üretilen balda ilaç kalıntısı sorunu da var. Balda AB kodeksi limitlerinin üstünde ilaç kalıntısına rastlanabildiğini belirten uzmanlar Türkiye’ye mahsus petekli bal tüketiminin naftalin ve parafin içermesi nedeniyle kanser tehlikesi yarattığını kaydettiler.
Vatanı Anadolu
Anadolu’da 3 bin yıldır arıcılık yapılıyor. Dünyanın en verimli arı ırklarından bazılarının vatanı Anadolu. Türkiye arıcılığının en az 10 katı büyütülmesi mümkün. 225 bin ton bal ithalatı yapan AB çok önemli bir pazar. Türkiye büyük bir şansa sahip ama arıcılığın sahibi yok.
ORTADOĞU.COM DAN ALINMIŞTIR.
EDİTÖRDEN YORUM:NE SAĞLAM BÜNYEMİZ VARMIŞ ,BİZE BİŞEY OLMADI .AB ÜLKELERİNDE GLİKOZ KULLANIMI SINIRLI OLARAK YAPILIYOR ÜLKEMİZDE İSE DENETİM YOK TARIM BAKANLIĞI ÜLKEMİE HİZMET İÇİNMİ YOKSA BAŞKA ÜLKELERE HİZMET İÇİNMİ ÇALIŞIYOR DOĞRUSU ANLAMAK GÜÇ,MISIR ÜRETİMİNİ ENGELLEYİP DIŞARIDAN MISIR İTALATI YAPMANIN ÜLKEMİZE FAYDASI OLACAĞINI SAVUNAN ZİHNİYETTEN ÜLKEYE FAYDA SAĞLAYABİLECEK HİZMETLER YAPABİLECEĞİNİ SANMIYORUM .KARAR YÜCE TÜRK MİLLETİNİN.(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Geçen yıl 35 bin ton bal üretilen Türkiye’de tüketim 50 bin ton oldu. Bin 500 ton da ithalat yapıldı. İddialara göre üretimle tüketim arasındaki fark balın glikozla çoğaltılmasıyla, yani sahte balla kapatıldı.
Türkiye’nin yıllık bal üretimi 50 bin ton civarında. Kuraklık ve kitlesel ölümler geçen yıl bu rakamı 35 bin tona (bazı tahminlere göre 40 bin tona) geriletti. 2007-2008 sezonunda sadece bin 500 ton bal ithal edildiğini belirten uzmanlar 15 bin tona yakın balın glikozla çoğaltılarak tüketiciye satıldığını savunuyor.
Balparmak Yönetim Kurulu Başkanı Özen Altıparmak sahte bal üretiminin hem Türkiye’de hem de başka ülkelerde yapıldığını belirterek şöyle konuştu: “Arı sayısının azalması karşısında bal ihtiyacını karşılamak için sahte bal üretimi yapan ülkeler var.
Çin ve Ukrayna’da bu gibi girişimler öne çıktı. Türkiye’de merdivenaltı üreticiler bu işten kârlı çıkma telaşında. Denetimlerin sıklaştırılması gerekir. İran üzerinden gelen ballar, Van’dan Türkiye’ye dağıtılıyor. Ankara merdivenaltı üretimin üssü durumunda” diye konuştu.
Sektör yetkililerinin verdiği bilgiye göre Avrupa Birliği’nde (AB) yasaklı olan Çin balı Türkiye üzerinden ‘Türk balı’ olarak satılmak istendi. Ancak başarılı olunamayınca iç piyasaya verildi.
Bal pahalılaştı
Bal üretimindeki düşüş, fiyatları da yukarı çekti. Önceki yıllarda arıcılardan kilosunu 3 YTL’ye alan firmaların bu yıl aynı balı 8 YTL’ye alabildiği belirtiliyor. Bakkal, market raflarında ambalajlı süzme balın kilosu ise 18 YTL’ye çıktı.
Tüketici, balı geçen yıla göre yüzde 80 pahalı yedi. Fiyat artışında, dünya genelinde arı sayısında yüzde 30’luk düşüşün ve kuraklık nedeniyle kovanlarda bal verimi azalmasının üretime yansıması büyük rol oynadı.
Petek balı yemeyin
Uzmanlara göre Türkiye’de üretilen balda ilaç kalıntısı sorunu da var. Balda AB kodeksi limitlerinin üstünde ilaç kalıntısına rastlanabildiğini belirten uzmanlar Türkiye’ye mahsus petekli bal tüketiminin naftalin ve parafin içermesi nedeniyle kanser tehlikesi yarattığını kaydettiler.
Vatanı Anadolu
Anadolu’da 3 bin yıldır arıcılık yapılıyor. Dünyanın en verimli arı ırklarından bazılarının vatanı Anadolu. Türkiye arıcılığının en az 10 katı büyütülmesi mümkün. 225 bin ton bal ithalatı yapan AB çok önemli bir pazar. Türkiye büyük bir şansa sahip ama arıcılığın sahibi yok.
ORTADOĞU.COM DAN ALINMIŞTIR.
EDİTÖRDEN YORUM:NE SAĞLAM BÜNYEMİZ VARMIŞ ,BİZE BİŞEY OLMADI .AB ÜLKELERİNDE GLİKOZ KULLANIMI SINIRLI OLARAK YAPILIYOR ÜLKEMİZDE İSE DENETİM YOK TARIM BAKANLIĞI ÜLKEMİE HİZMET İÇİNMİ YOKSA BAŞKA ÜLKELERE HİZMET İÇİNMİ ÇALIŞIYOR DOĞRUSU ANLAMAK GÜÇ,MISIR ÜRETİMİNİ ENGELLEYİP DIŞARIDAN MISIR İTALATI YAPMANIN ÜLKEMİZE FAYDASI OLACAĞINI SAVUNAN ZİHNİYETTEN ÜLKEYE FAYDA SAĞLAYABİLECEK HİZMETLER YAPABİLECEĞİNİ SANMIYORUM .KARAR YÜCE TÜRK MİLLETİNİN.(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
TRT'nin bilgisi yokmuş
2008-07-13 09:44:03
Bakan Aydın'dan Banu Avar'ın programının kaldırılmasına ilginç savunma
Devlet Bakanı Mehmet Aydın, tartışmalara neden olan Banu Avar'ın TRT'deki "Sınırlar Arasında' programının yayından kaldırılmasıyla ilgili ilginç bir savunmada bulundu. Bakan Aydın, MHP Tokat Milletvekili Reşat Doğru'nun soru önergesine verdiği yanıtta Avar'ın iddia edildiği gibi Büyük Ortadoğu ve Avrasya ile ilgili yapacağı programdan TRT'nin bilgisinin olmadığını belirterek. "Kurum dışından yapılan bu programın içeriği ile ilgili olarak Banu Avar, medyada yer alan iddialarına ilişkin TRT yönetimi ile ilgili herhangi bir bilgi paylaşımında bulunmamıştır" dedi.
Devlet Bakanı Mehmet Aydın, MHP Tokat Milletvekili Reşat Doğru'nun TRT yönetimi tarafından yayından kaldırılan Banu Avar'ın "Sınırlar Arasında' programıyla ilgili soru önergesini TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin'in bilgi notuyla yayınladı. Program yapımcısı Banu Avar ile sözleşmenin 14 Mayıs 2008 tarihinde bir program için imzalandığını belirten Bakan Aydın, "bu sözleşmede programların hangi ülkede, hangi tarihe kadar yapılacağına ilişkin bir husus bulunmamaktadır. Banu Avar ile yapılan sözleşmede tarafların programı önceden bildirmek kaydıyla yayından kaldırma hakkı bulunmaktadır. Yeni yayın döneminde yayın planındaki değişiklik nedeniyle programa son verilmiştir" dedi.
Avar'ın yaptığı program içeriklerinin daha önceden belirlenmediğini ifade eden Aydın, şunları söyledi:
"Banu Avar'ın iddia edildiği üzere Büyük Ortadoğu ve Avrasya ile ilgili yapacağı programdan TRT'nin bilgisi yoktur. Kurum dışından yapılan bu programın içeriği ile ilgili olarak Banu Avar, medyada yer alan iddialarına ilişkin TRT yönetimi ile herhangi bir bilgi paylaşımında bulunmamıştır."
ORTADOĞU .COM SİTESİNDEN ALINMIŞTIR. EDİTÖR YORUMU:SAYIN TRT GN MÜDÜRÜ YA ÇOK CAHİL ADA İMZALADIĞI BELGELERİ OKUMAKTAN ACİZ NE YAPTIĞINDAN İSE HABERSİZ BİRİ .SEN MÜRDÜRSEN HERŞEYİ BİLECEK HERŞEYDEN HABERDAR OLACAKSIN YOKSA O KOLTUĞU BOŞUNA MEŞGUL ETME ,DEVLET SANA 50 BİN YTL MAAŞI HİÇBİRŞEYDEN HABERİ OLMAYAN BİRİSİ OL DİYE VERMİYOR.YAPIYORSAN İŞİNİ ADAM GİBİ YAP.YAPAMIYORSAN BIRAK O PARALARI BOŞUNA ZİYAN OLMASIN DEVLETİMİZİN
Bakan Aydın'dan Banu Avar'ın programının kaldırılmasına ilginç savunma
Devlet Bakanı Mehmet Aydın, tartışmalara neden olan Banu Avar'ın TRT'deki "Sınırlar Arasında' programının yayından kaldırılmasıyla ilgili ilginç bir savunmada bulundu. Bakan Aydın, MHP Tokat Milletvekili Reşat Doğru'nun soru önergesine verdiği yanıtta Avar'ın iddia edildiği gibi Büyük Ortadoğu ve Avrasya ile ilgili yapacağı programdan TRT'nin bilgisinin olmadığını belirterek. "Kurum dışından yapılan bu programın içeriği ile ilgili olarak Banu Avar, medyada yer alan iddialarına ilişkin TRT yönetimi ile ilgili herhangi bir bilgi paylaşımında bulunmamıştır" dedi.
Devlet Bakanı Mehmet Aydın, MHP Tokat Milletvekili Reşat Doğru'nun TRT yönetimi tarafından yayından kaldırılan Banu Avar'ın "Sınırlar Arasında' programıyla ilgili soru önergesini TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin'in bilgi notuyla yayınladı. Program yapımcısı Banu Avar ile sözleşmenin 14 Mayıs 2008 tarihinde bir program için imzalandığını belirten Bakan Aydın, "bu sözleşmede programların hangi ülkede, hangi tarihe kadar yapılacağına ilişkin bir husus bulunmamaktadır. Banu Avar ile yapılan sözleşmede tarafların programı önceden bildirmek kaydıyla yayından kaldırma hakkı bulunmaktadır. Yeni yayın döneminde yayın planındaki değişiklik nedeniyle programa son verilmiştir" dedi.
Avar'ın yaptığı program içeriklerinin daha önceden belirlenmediğini ifade eden Aydın, şunları söyledi:
"Banu Avar'ın iddia edildiği üzere Büyük Ortadoğu ve Avrasya ile ilgili yapacağı programdan TRT'nin bilgisi yoktur. Kurum dışından yapılan bu programın içeriği ile ilgili olarak Banu Avar, medyada yer alan iddialarına ilişkin TRT yönetimi ile herhangi bir bilgi paylaşımında bulunmamıştır."
ORTADOĞU .COM SİTESİNDEN ALINMIŞTIR. EDİTÖR YORUMU:SAYIN TRT GN MÜDÜRÜ YA ÇOK CAHİL ADA İMZALADIĞI BELGELERİ OKUMAKTAN ACİZ NE YAPTIĞINDAN İSE HABERSİZ BİRİ .SEN MÜRDÜRSEN HERŞEYİ BİLECEK HERŞEYDEN HABERDAR OLACAKSIN YOKSA O KOLTUĞU BOŞUNA MEŞGUL ETME ,DEVLET SANA 50 BİN YTL MAAŞI HİÇBİRŞEYDEN HABERİ OLMAYAN BİRİSİ OL DİYE VERMİYOR.YAPIYORSAN İŞİNİ ADAM GİBİ YAP.YAPAMIYORSAN BIRAK O PARALARI BOŞUNA ZİYAN OLMASIN DEVLETİMİZİN
Saçları kazıtılıp hücreye atıldı
İmralı Cezaevi’nden PKK'ya talimat veren Öcalan'ın kurallar gereği saçlarının kazıtıldığı ortaya çıktı
DTP’liler, 20 temmuz pazar günü Ankara’da yapacakları kurultay öncesi Diyarbakır’da iki gün sürecek konferans düzenledi. DTP il binasında yapılan konferansın açılışına DTP Genel Başkanvekili Emine Ayna, milletvekilleri Ahmet Türk, Selahattin Demirtaş, Ayla Akat Ata, Fatma Kurtulan, Bengi Yıldız, Osman Özçelik, İbrahim Binici, Gültan Kışanak ile Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir diğer DTP’li yöneticiler katıldı.
Konferansın açış konuşmasını yapan DTP Genel Başkanvekili Emine Ayna, DTP’de gelinen süreci değerlendirmek ve nasıl bir politika yapılmasını tartışmak için kurultay öncesi konferans düzenlediklerini söyledi.
Abdullah Öcalan’ın İmralı Cezaevi’nde tek başında hücrede kaldığını hatırlatan Emine Ayna, “Sayın Abdullah Öcalan’ın saçları iradesi dışında kesilmiş ve kazıtılmıştır. Bu bir provokasyondur. Tek başına kalmasına ve 24 saat kameralar ile izlenmesine rağmen sürekli mazgalları açık bırakılarak rahatsız edilmek istenmektedir” dedi.
Konferans Ayna’nın konuşmasının ardından basına kapalı devam etti. Konferansta, bir hafta sonra toplanacak kurultayda seçilecek DTP yönetiminin de belirlenmesi bekleniyor.
DTP’liler, 20 temmuz pazar günü Ankara’da yapacakları kurultay öncesi Diyarbakır’da iki gün sürecek konferans düzenledi. DTP il binasında yapılan konferansın açılışına DTP Genel Başkanvekili Emine Ayna, milletvekilleri Ahmet Türk, Selahattin Demirtaş, Ayla Akat Ata, Fatma Kurtulan, Bengi Yıldız, Osman Özçelik, İbrahim Binici, Gültan Kışanak ile Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir diğer DTP’li yöneticiler katıldı.
Konferansın açış konuşmasını yapan DTP Genel Başkanvekili Emine Ayna, DTP’de gelinen süreci değerlendirmek ve nasıl bir politika yapılmasını tartışmak için kurultay öncesi konferans düzenlediklerini söyledi.
Abdullah Öcalan’ın İmralı Cezaevi’nde tek başında hücrede kaldığını hatırlatan Emine Ayna, “Sayın Abdullah Öcalan’ın saçları iradesi dışında kesilmiş ve kazıtılmıştır. Bu bir provokasyondur. Tek başına kalmasına ve 24 saat kameralar ile izlenmesine rağmen sürekli mazgalları açık bırakılarak rahatsız edilmek istenmektedir” dedi.
Konferans Ayna’nın konuşmasının ardından basına kapalı devam etti. Konferansta, bir hafta sonra toplanacak kurultayda seçilecek DTP yönetiminin de belirlenmesi bekleniyor.
İŞİNE GELİNCE AİHM GELMEYİNCE VAHİM
* CHP’Lİ KART, HAKLI BULUNDU!
İktİdarIn işine geldiği zaman çizdiği zikzakların son örneği, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) ’dokunulmazlık’ konusunda verdiği kararda yaşandı. Dokunulmazlığının kaldırılmasını isteyen CHP Konya Milletvekili Atilla Kart, ’adil yargılanma hakkının engellendiği’ gerekçesiyle AİHM’e başvurdu ve talebine mahkemeden olumlu yanıt geldi.
* BURHAN KUZU, ASLAN KESİLDİ!
AİHM’in bu kararı, AKP’nin hukukçu isimlerinden Burhan Kuzu’yu öfkelendirdi. Dokunulmazlık kalkarsa sistemin çökeceğini iddia eden Kuzu, “Karar yanlış. Parlamentoyu bağlamaz. Dokunulmazlığının kaldırılmasını isteyenler kahraman, istemeyenler ise yargıdan korkan durumuna düşer. Dehşet bir yol! Hedef bu mu?” dedi.
AİHM kararı telaşlandırdı
CHP’li Atilla Kart’ın “Dokunulmazlığım kaldırılsın” talebine olumlu cevap veren AİHM, AKP’yi kızdırdı. Burhan Kuzu “Karar yanlış. Parlamentoyu bağlamaz. Sistem çöker” dedi
Her fırsatta uluslararası hukukun üstünlüğünden bahseden TBMM Anayasa-Adalet Karma Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, AİHM’in, CHP Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, “Adil yargılanma hakkının engellendiği ve hak ihlali yapıldığı” iddiasıyla Türkiye aleyhine açtığı davada haklı bulmasına ilişkin kararını sert bir dille eleştirdi. “Bu konudaki kanaatimiz belli” diyen AKP’li Kuzu, dokunulmazlığı her zaman savunduğunu bildirerek, bunun milletvekilliği için önemli bir güvence olduğunu ve milletvekilinin şahsına değil, yaptığı iş için verilen bir
teminat olduğunu kaydetti. Kuzu, şöyle konuştu: “Buradaki itiraz; ’Dokunulmazlığının kaldırılmasını talep edenlerin dokunulmazlığını kaldırın” şeklindeydi. 277 dosyanın tamamı için istisnasız, yazılı veya sözlü olarak, ’Dokunulmazlığımı kaldırın’dilekçesi var. O zaman eğer isteyenin dokunulmazlığını kaldıracaksak, Karma Komisyona gerek yok. Hiçbir anlamı yok. .
Dehşet bir yol
Burhan Kuzu, isteyen milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılmasının, “Uygulamada dokunulmazlığın çalışmasının imkansız hale getireceğini” savunarak, sözlerini şöyle sürdürdü: “Milletvekili üzerinde kamuoyu ve basının korkunç bir baskısı olur. Dokunulmazlığının kaldırılmasını isteyenler kahraman, istemeyenler ise yargıdan korkan durumuna düşer. O durumda bir gruplaşma başlayacak. Dehşet bir yol, tehlikeli bir yol. Hedef bu mudur acaba? ”
Bu karar daireden döner
AİHM kararının ardından TBMM Anayasa-Adalet Karma Komisyonunun dokunulmazlık konusundaki tavrıyla ilgili herhangi bir görüş belirtemeyeceğini ifade eden Kuzu, takdir hakkının Komisyonda olduğunu vurguladı.
Kuzu, AİHM’in verdiği kararın yanlış olduğunu belirterek, şunları kaydetti: “Bu karar daha kesinleşmedi. Verilen, Alt Komisyonun kararıdır. 7 kişinin 4’ünün oyuyla alınmıştır, 3 kişi de muhalif kalmıştır. Daha büyük daireye gidecek, ne karar çıkacağını bilemeyiz. Henüz kesinleşmiş bir karar yok ortada. Karar kesinleşmediği için şu anda Parlamentoyu bağlayan bir yönü yok. Kaldı ki karar böyle çıkmış olsa bile, bu tek tek açılan bir dava konumundadır. AİHM, ferdi başvuruya karar veriyor. Bundan bir ilke kararı çıkartmak zaten düşünülmez. Eğer Karma Komisyon bu kararı dikkate alırsa, ilgili üyenin isterse dokunulmazlığını kaldırır. Bu, emredici konumda bir şey değil.”
Yanlışları da var
Konunun AİHM’e götürülme gerekçesinin, “Yargılanma hakkı” olduğunu, Mahkemenin de “Kişinin yargılanma hakkı engellenmesin” dediğine işaret eden Kuzu, “Ben de diyorum ki ’Senin şahsına ait bir şey değil ki bundan vazgeçesin’ Bu karar yanlıştır ve çok zayıftır. Muhtemelen büyük daireden döner bu karar. Yanlıştır. Bildiğim kadarıyla bunun hiçbir yerde örneği yok. AİHM’in kararları içinde doğrusu da var, yanlışı da var” görüşünü ifade etti.
+++++
208 dosya bekliyor
TBMM’ye gelen dokunulmazlık dosyası toplam 208’e ulaştı.Bunların 75’i hakkında, “Dokunulmazlığının kaldırılmasının dönem sonuna ertelenmesi” kararı verilirken, 76 dosya için oluşturulan 3 hazırlık komisyonu henüz çalışmalarını tamamlamadı. İlk toplantılarını yaparak milletvekillerinin savunmalarını yazılı ve sözlü olarak alan hazırlık komisyonları, aradan geçen uzun zamana rağmen raporlarını oluşturmadı. Meclis’e gelen 3 dosya, daha sonra Başbakanlıktan gelen talep doğrultusunda iade edilirken, bekleyen 54 dosya hakkında ise henüz hiçbir işlem yapılmadı.
11/07/2008 23:08 5132 defa okundu
İktİdarIn işine geldiği zaman çizdiği zikzakların son örneği, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) ’dokunulmazlık’ konusunda verdiği kararda yaşandı. Dokunulmazlığının kaldırılmasını isteyen CHP Konya Milletvekili Atilla Kart, ’adil yargılanma hakkının engellendiği’ gerekçesiyle AİHM’e başvurdu ve talebine mahkemeden olumlu yanıt geldi.
* BURHAN KUZU, ASLAN KESİLDİ!
AİHM’in bu kararı, AKP’nin hukukçu isimlerinden Burhan Kuzu’yu öfkelendirdi. Dokunulmazlık kalkarsa sistemin çökeceğini iddia eden Kuzu, “Karar yanlış. Parlamentoyu bağlamaz. Dokunulmazlığının kaldırılmasını isteyenler kahraman, istemeyenler ise yargıdan korkan durumuna düşer. Dehşet bir yol! Hedef bu mu?” dedi.
AİHM kararı telaşlandırdı
CHP’li Atilla Kart’ın “Dokunulmazlığım kaldırılsın” talebine olumlu cevap veren AİHM, AKP’yi kızdırdı. Burhan Kuzu “Karar yanlış. Parlamentoyu bağlamaz. Sistem çöker” dedi
Her fırsatta uluslararası hukukun üstünlüğünden bahseden TBMM Anayasa-Adalet Karma Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, AİHM’in, CHP Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, “Adil yargılanma hakkının engellendiği ve hak ihlali yapıldığı” iddiasıyla Türkiye aleyhine açtığı davada haklı bulmasına ilişkin kararını sert bir dille eleştirdi. “Bu konudaki kanaatimiz belli” diyen AKP’li Kuzu, dokunulmazlığı her zaman savunduğunu bildirerek, bunun milletvekilliği için önemli bir güvence olduğunu ve milletvekilinin şahsına değil, yaptığı iş için verilen bir
teminat olduğunu kaydetti. Kuzu, şöyle konuştu: “Buradaki itiraz; ’Dokunulmazlığının kaldırılmasını talep edenlerin dokunulmazlığını kaldırın” şeklindeydi. 277 dosyanın tamamı için istisnasız, yazılı veya sözlü olarak, ’Dokunulmazlığımı kaldırın’dilekçesi var. O zaman eğer isteyenin dokunulmazlığını kaldıracaksak, Karma Komisyona gerek yok. Hiçbir anlamı yok. .
Dehşet bir yol
Burhan Kuzu, isteyen milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılmasının, “Uygulamada dokunulmazlığın çalışmasının imkansız hale getireceğini” savunarak, sözlerini şöyle sürdürdü: “Milletvekili üzerinde kamuoyu ve basının korkunç bir baskısı olur. Dokunulmazlığının kaldırılmasını isteyenler kahraman, istemeyenler ise yargıdan korkan durumuna düşer. O durumda bir gruplaşma başlayacak. Dehşet bir yol, tehlikeli bir yol. Hedef bu mudur acaba? ”
Bu karar daireden döner
AİHM kararının ardından TBMM Anayasa-Adalet Karma Komisyonunun dokunulmazlık konusundaki tavrıyla ilgili herhangi bir görüş belirtemeyeceğini ifade eden Kuzu, takdir hakkının Komisyonda olduğunu vurguladı.
Kuzu, AİHM’in verdiği kararın yanlış olduğunu belirterek, şunları kaydetti: “Bu karar daha kesinleşmedi. Verilen, Alt Komisyonun kararıdır. 7 kişinin 4’ünün oyuyla alınmıştır, 3 kişi de muhalif kalmıştır. Daha büyük daireye gidecek, ne karar çıkacağını bilemeyiz. Henüz kesinleşmiş bir karar yok ortada. Karar kesinleşmediği için şu anda Parlamentoyu bağlayan bir yönü yok. Kaldı ki karar böyle çıkmış olsa bile, bu tek tek açılan bir dava konumundadır. AİHM, ferdi başvuruya karar veriyor. Bundan bir ilke kararı çıkartmak zaten düşünülmez. Eğer Karma Komisyon bu kararı dikkate alırsa, ilgili üyenin isterse dokunulmazlığını kaldırır. Bu, emredici konumda bir şey değil.”
Yanlışları da var
Konunun AİHM’e götürülme gerekçesinin, “Yargılanma hakkı” olduğunu, Mahkemenin de “Kişinin yargılanma hakkı engellenmesin” dediğine işaret eden Kuzu, “Ben de diyorum ki ’Senin şahsına ait bir şey değil ki bundan vazgeçesin’ Bu karar yanlıştır ve çok zayıftır. Muhtemelen büyük daireden döner bu karar. Yanlıştır. Bildiğim kadarıyla bunun hiçbir yerde örneği yok. AİHM’in kararları içinde doğrusu da var, yanlışı da var” görüşünü ifade etti.
+++++
208 dosya bekliyor
TBMM’ye gelen dokunulmazlık dosyası toplam 208’e ulaştı.Bunların 75’i hakkında, “Dokunulmazlığının kaldırılmasının dönem sonuna ertelenmesi” kararı verilirken, 76 dosya için oluşturulan 3 hazırlık komisyonu henüz çalışmalarını tamamlamadı. İlk toplantılarını yaparak milletvekillerinin savunmalarını yazılı ve sözlü olarak alan hazırlık komisyonları, aradan geçen uzun zamana rağmen raporlarını oluşturmadı. Meclis’e gelen 3 dosya, daha sonra Başbakanlıktan gelen talep doğrultusunda iade edilirken, bekleyen 54 dosya hakkında ise henüz hiçbir işlem yapılmadı.
11/07/2008 23:08 5132 defa okundu
ABD’ye reste büyük destek
Helal olsun Dağlı’ya!
ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu önündeki çatışmada yaralanan ancak konsolos binasına alınmayan polis Osman Dağlı’ya, destek yağıyor. Dağlı’nın konsoloslluk yetkililerini ve gönderilen çiçeği reddetmesini alkışlayan vatandaşlar, “ Helal olsun Dağlı’ya” dediler. Gösterilen tepkiyi yerinde bulan yüzlerce okuyucumuz ise gazetemizi arayarak Dağlı’ya destek verdi. Aralarında siyasiler ve sivil toplum kuruluşları ise ABD’den özür bekliyor.
12/07/2008 02:36 1541 defa okundu
ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu önündeki çatışmada yaralanan ancak konsolos binasına alınmayan polis Osman Dağlı’ya, destek yağıyor. Dağlı’nın konsoloslluk yetkililerini ve gönderilen çiçeği reddetmesini alkışlayan vatandaşlar, “ Helal olsun Dağlı’ya” dediler. Gösterilen tepkiyi yerinde bulan yüzlerce okuyucumuz ise gazetemizi arayarak Dağlı’ya destek verdi. Aralarında siyasiler ve sivil toplum kuruluşları ise ABD’den özür bekliyor.
12/07/2008 02:36 1541 defa okundu
Ayna, inatla suç işliyor!
DTP’li Emine Ayna, suç olduğunu bile bile, bölücübaşından bahsederken yine “Sayın Öcalan...” dedi.
DTP’li Ayna
yine “sayın” dedi
DTP, 20 Temmuz’da yapacağı Kurultay öncesi, gerçekleştirmeyi palanladığı değerlendirme konferansı dün Diyarbakır’da başladı. 2 gün sürecek konferans DTP’liler tarafından “Demokrasi ve devrim şehitleri” diye adlandırılan teröristler için 1 dakikalık saygı duruşunun ardından başladı. Açılış konuşmasını yapan DTP Genel Başkanvekili Emine Ayna, bağımsız adaylarla ancak hep birlikte olduklarını belirtmek için aynı isim altında seçime katılıp 20’in üzerinde Milletvekili ile meclise girdiklerini belirterek şöyle dedi:
Öcalan’ın kafasını kazıdılar
“DTP olarak Meclis’e girip grup oluşturmamız sorumluluğumuzu artırdı.Bugün Türkiye ve Dünyada ciddi gelişmeler yaşanıyor. Çok önemli süreçten geçiyoruz. Ölümler durmadan bu süreç bitmeyecektir.” Ayna, konuşmasında terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’dan da yine, “Sayın” diye söz ederek, “İmralı cezaevinde tek başına bir hücrede kalan Sayın Abdullah Öcalan’ın saçları iradesi dışında kesilmiş ve kazıtılmıştır. Bu bir provakasyondur. Tek başına kalmasına ve 24 saat kameralar ile izlenmesine rağmen sürekli mazgalları açık bırakılarak rahatsız edilmek istenmektedir” diye konuştu.
12/07/2008 22:37 257 defa okundu
DTP’li Ayna
yine “sayın” dedi
DTP, 20 Temmuz’da yapacağı Kurultay öncesi, gerçekleştirmeyi palanladığı değerlendirme konferansı dün Diyarbakır’da başladı. 2 gün sürecek konferans DTP’liler tarafından “Demokrasi ve devrim şehitleri” diye adlandırılan teröristler için 1 dakikalık saygı duruşunun ardından başladı. Açılış konuşmasını yapan DTP Genel Başkanvekili Emine Ayna, bağımsız adaylarla ancak hep birlikte olduklarını belirtmek için aynı isim altında seçime katılıp 20’in üzerinde Milletvekili ile meclise girdiklerini belirterek şöyle dedi:
Öcalan’ın kafasını kazıdılar
“DTP olarak Meclis’e girip grup oluşturmamız sorumluluğumuzu artırdı.Bugün Türkiye ve Dünyada ciddi gelişmeler yaşanıyor. Çok önemli süreçten geçiyoruz. Ölümler durmadan bu süreç bitmeyecektir.” Ayna, konuşmasında terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’dan da yine, “Sayın” diye söz ederek, “İmralı cezaevinde tek başına bir hücrede kalan Sayın Abdullah Öcalan’ın saçları iradesi dışında kesilmiş ve kazıtılmıştır. Bu bir provakasyondur. Tek başına kalmasına ve 24 saat kameralar ile izlenmesine rağmen sürekli mazgalları açık bırakılarak rahatsız edilmek istenmektedir” diye konuştu.
12/07/2008 22:37 257 defa okundu
6 milletvekili PKK'lı çıktı
İsviçre Federal Polisi, PKK yayın organlarında isimleri ve açıklamaları yer alan 6 milletvekilini yakın izlemeye aldı.
İsviçreli 6 vekil PKK
yandaşı çıktı
İsviçre Federal Polisi, PKK organlarında isimleri ve açıklamaları yer alan
6 milletvekilini yakın takibe aldı.
Almanya’nın, Roj TV’nin yasaklamasının şokunu atlatamayan terör örgütü PKK’ya bir darbe de İsviçre’den geldi. İsviçre Federal Polisi’nin, terör örgütünün propaganda organlarında isimleri ve açıklamaları yer alan 6 milletvekilini yakın takibe aldığı bildirildi. Terör örgütünün propagandasını yapan gazete sorumluları ile irtibat halinde oldukları iddiasıyla 6 milletvekili hakkında soruşturma açılabileceği kaydedildi. İsviçre Adalet Bakanlığı’nın, milletvekillerinin terör örgütünün yayın organlarında yer alan açıklamaları ve bu milletvekilleri ile ilgili yayınlanan haberleri incelemeye aldığı öne sürüldü.
Haraç topluyorlar
“Sosyal Demokrat Parti” ve “Yeşil Birlik” partilerinden kanton meclislerine seçilen 6 milletvekilinin terör örgütü PKK ile ilişkili oldukları gerekçesiyle fişlenmeleriyle ilgili gazetecilerin sorularını yanıtlayan İsviçre İç İstihbarat Servisi (DAB) Başkan Yardımcısı Jürg Bühler, PKK terör örgütünün İsviçre için “gizli bir tehdit oluşturduğunu” söyledi. PKK’nın ülkede yaşayan Kürtlerden “devrim vergisi” adı altında “haraç” topladığına ve yeraltı örgütü olarak İsviçre’de önemli bir rol oynadığına dikkat çeken Bühler, milletvekillerinin fişlenmeleri ile ilgili bilgi veremeyeceğini bildirdi.
Terör estiriyorlar
Bu arada, İsviçre Federal Polis Ofisince açıklanan “2007 Yılı İç Güvenlik Raporu” nda, terör örgütü kadrolarının ve yandaşlarının, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Irak’ın kuzeyindeki örgüt kamplarına yönelik kara ve hava operasyonları ile terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan’ın cezaevi koşullarını bahane ederek terör estirdiklerine dikkat çekildi. Basel, St. Galen, Zürih, Lyss ve Müchenbuchsee kentlerinde meydana gelen yangın ve baskınların terör örgütü PKK’nın silahlı uzantısı TAK tarafından üstlenildiğini belirtilen raporda, terör örgütünün İsviçre’de yaşayan Kürtlerden “vergi” ve “bağış” adı altında haraç aldığı vurgulandı.
12/07/2008 22:33 846 defa okundu
İsviçreli 6 vekil PKK
yandaşı çıktı
İsviçre Federal Polisi, PKK organlarında isimleri ve açıklamaları yer alan
6 milletvekilini yakın takibe aldı.
Almanya’nın, Roj TV’nin yasaklamasının şokunu atlatamayan terör örgütü PKK’ya bir darbe de İsviçre’den geldi. İsviçre Federal Polisi’nin, terör örgütünün propaganda organlarında isimleri ve açıklamaları yer alan 6 milletvekilini yakın takibe aldığı bildirildi. Terör örgütünün propagandasını yapan gazete sorumluları ile irtibat halinde oldukları iddiasıyla 6 milletvekili hakkında soruşturma açılabileceği kaydedildi. İsviçre Adalet Bakanlığı’nın, milletvekillerinin terör örgütünün yayın organlarında yer alan açıklamaları ve bu milletvekilleri ile ilgili yayınlanan haberleri incelemeye aldığı öne sürüldü.
Haraç topluyorlar
“Sosyal Demokrat Parti” ve “Yeşil Birlik” partilerinden kanton meclislerine seçilen 6 milletvekilinin terör örgütü PKK ile ilişkili oldukları gerekçesiyle fişlenmeleriyle ilgili gazetecilerin sorularını yanıtlayan İsviçre İç İstihbarat Servisi (DAB) Başkan Yardımcısı Jürg Bühler, PKK terör örgütünün İsviçre için “gizli bir tehdit oluşturduğunu” söyledi. PKK’nın ülkede yaşayan Kürtlerden “devrim vergisi” adı altında “haraç” topladığına ve yeraltı örgütü olarak İsviçre’de önemli bir rol oynadığına dikkat çeken Bühler, milletvekillerinin fişlenmeleri ile ilgili bilgi veremeyeceğini bildirdi.
Terör estiriyorlar
Bu arada, İsviçre Federal Polis Ofisince açıklanan “2007 Yılı İç Güvenlik Raporu” nda, terör örgütü kadrolarının ve yandaşlarının, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Irak’ın kuzeyindeki örgüt kamplarına yönelik kara ve hava operasyonları ile terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan’ın cezaevi koşullarını bahane ederek terör estirdiklerine dikkat çekildi. Basel, St. Galen, Zürih, Lyss ve Müchenbuchsee kentlerinde meydana gelen yangın ve baskınların terör örgütü PKK’nın silahlı uzantısı TAK tarafından üstlenildiğini belirtilen raporda, terör örgütünün İsviçre’de yaşayan Kürtlerden “vergi” ve “bağış” adı altında haraç aldığı vurgulandı.
12/07/2008 22:33 846 defa okundu
AKP mısırı patlattı
İthalat sezonunu
hasada 1 ay kala açtılar
Mısırda yine ilginç gelişmeler yaşanıyor. AB kotası denilerek kısılan üretim, ithalatı zorunlu kılıyor. İthalatla zenginleşenlerin AKP’lilerin çocukları olması, dikkatlerden kaçmıyor. Üretici hasada 1 ay kala kan ağlarken, 750 bin ton mısır ithali için düğmeye basıldı. Yerli mısır, tavuklara kaldı!
Üretim sürekli düşerken, ithalat yükseliyor. İthalattan zenginleşenlerin AKP’lilerin
çocukları olmasıda dikkat çekiyor. Hasada 1 ay kala ithalat yeniden gündemde!
AKP’nin plânsız hareket etmesi mısır üreticisini perişan ederken, ithalatçıları zengin ediyor. Bu ithalatçıların çoğunun AKP’lilerin çocukları olduğu dikkatlerden kaçmıyor. Mısırda yine ilgi çekici gelişmeler oluyor. Sübvansiyonu düşüren hükümet, AB tarafından belirlenen kota doğrultusunda hareket ederek kendi üreticisini atıl durumda bırakıyor. Ancak diğer taraftan ülkenin mısır ihtiyacını karşılamak için 750 bin ton mısır ithal edecek. ZMO Genel Başkanı Gökhan Günaydın, bu yıl mısır ürününden 3.5 milyon ton civarında rekolte beklendiğini söyledi. Günaydın, “Mısır üretimi sürekli azalıyor. Destekleme primi 6.7 kuruştan 2 kuruşa indirildi. 2 kuruşluk desteği almak için üretici fatura ve müstahsil makbuzu kesmekte, yüzde 2 stopaj vergisi ve yüzde 1 KDV ödemektedir. Bu durumda destek gerçekte 1 kuruşun da altına düşmektedir” dedi.
12/07/2008 22:25 549 defa okundu YENİÇAĞ.COM;DAN ALINMIŞTIR
EDİTÖR YORUMU:İŞLERİ GÜÇLERİ VATANDAŞA KAZIK ATMAK OLAN BAŞKA BİR HÜKÜMETİ DÜNYADA BAŞKA YERDE BULAMAZSINIZ,5 LT AYÇİÇEK YAĞI 8LİRA İKEN 25 LİRAYA ÇIKARILDI ,NASILMI HÜKÜMETİN DANIŞMAN VE MİLLETVEKİLİ OLAN BİR ZAT TÜRKİYE'DEKİ YAĞ FABRİKALARININ BÜYÜK BÖLÜMÜNÜ ALIR ALMAZ.ARAŞTIRIN YAĞ FABRİKALARI KİMLERE AİT.VATANDAŞA HİZMET BAHANE HALKI SOYMAK ŞAHANE MANTIĞI İLE HAREKET EDEN ÇEVRELER ÖBÜR DÜNYADA NASIL ALLAH'A HESAP VERECEKLER BİLEMİYORUM .BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ
hasada 1 ay kala açtılar
Mısırda yine ilginç gelişmeler yaşanıyor. AB kotası denilerek kısılan üretim, ithalatı zorunlu kılıyor. İthalatla zenginleşenlerin AKP’lilerin çocukları olması, dikkatlerden kaçmıyor. Üretici hasada 1 ay kala kan ağlarken, 750 bin ton mısır ithali için düğmeye basıldı. Yerli mısır, tavuklara kaldı!
Üretim sürekli düşerken, ithalat yükseliyor. İthalattan zenginleşenlerin AKP’lilerin
çocukları olmasıda dikkat çekiyor. Hasada 1 ay kala ithalat yeniden gündemde!
AKP’nin plânsız hareket etmesi mısır üreticisini perişan ederken, ithalatçıları zengin ediyor. Bu ithalatçıların çoğunun AKP’lilerin çocukları olduğu dikkatlerden kaçmıyor. Mısırda yine ilgi çekici gelişmeler oluyor. Sübvansiyonu düşüren hükümet, AB tarafından belirlenen kota doğrultusunda hareket ederek kendi üreticisini atıl durumda bırakıyor. Ancak diğer taraftan ülkenin mısır ihtiyacını karşılamak için 750 bin ton mısır ithal edecek. ZMO Genel Başkanı Gökhan Günaydın, bu yıl mısır ürününden 3.5 milyon ton civarında rekolte beklendiğini söyledi. Günaydın, “Mısır üretimi sürekli azalıyor. Destekleme primi 6.7 kuruştan 2 kuruşa indirildi. 2 kuruşluk desteği almak için üretici fatura ve müstahsil makbuzu kesmekte, yüzde 2 stopaj vergisi ve yüzde 1 KDV ödemektedir. Bu durumda destek gerçekte 1 kuruşun da altına düşmektedir” dedi.
12/07/2008 22:25 549 defa okundu YENİÇAĞ.COM;DAN ALINMIŞTIR
EDİTÖR YORUMU:İŞLERİ GÜÇLERİ VATANDAŞA KAZIK ATMAK OLAN BAŞKA BİR HÜKÜMETİ DÜNYADA BAŞKA YERDE BULAMAZSINIZ,5 LT AYÇİÇEK YAĞI 8LİRA İKEN 25 LİRAYA ÇIKARILDI ,NASILMI HÜKÜMETİN DANIŞMAN VE MİLLETVEKİLİ OLAN BİR ZAT TÜRKİYE'DEKİ YAĞ FABRİKALARININ BÜYÜK BÖLÜMÜNÜ ALIR ALMAZ.ARAŞTIRIN YAĞ FABRİKALARI KİMLERE AİT.VATANDAŞA HİZMET BAHANE HALKI SOYMAK ŞAHANE MANTIĞI İLE HAREKET EDEN ÇEVRELER ÖBÜR DÜNYADA NASIL ALLAH'A HESAP VERECEKLER BİLEMİYORUM .BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ
Baykal: Sen önce 13 dosyanı temizle!
Baykal: Sen önce 13 dosyanı temizle!
CHP lideri Baykal, Başbakan Erdoğan’ı Trabzon’dan topa tuttu: “Temiz Eller” operasyonu diyor. Sen kim, temiz eller operasyonu yapmak kim! Senin arkanda 13 tane dosya var. Çık karşıma, dokunulmazlığı kaldıralım da operasyon başlasın.
Sen önce dosyalarını temizle
Baykal, Başbakan Erdoğan’a Trabzon’dan yüklendi: Temiz ellermiş operasyonuymuş! Önce kendi ellerinin temiz olması gerekiyor.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, bir dizi açılış yapmak için gittiği Trabzon’da Başbakan Erdoğan’a sert göndermelerde bulundu. Konuşmasının önemli bir bölümünü Ümraniye soruşturmasında yaşanan gelişmelere ayıran CHP lideri Baykal, “ Geçenlerde önemli isimler tutuklandı. 13 aydır iddianame yok. 12 Eylül döneminde, darbe dönemlerinde bile bu olmadı” ifadelerini kullandı.
Konuyu kaydırıyor
“Birisini gözaltına aldılar.’Bu işin kasası dediler’. Adamın 11 ay sonra cesedi çıktı.Kanser oldu, öldü. Cenazesini evine nakledecek para bulamadılar belediye para tahsis etti. Bunlar insan haklarına, demokrasiye aykırı. Bunları şikayet ettim. Bana ’bunların avukatı mısın?’ dediler. Ben insan hakları ihlallerine uğrayan herkesin hakkını aramaktan şeref duyarım. Başbakan savcı olursa ben avukat olurum dedim. Başbakan konuyu kaydıracak ya...” diyen Baykal, şöyle devam etti:
Yasaların avukatıyım
“Baykal çetelerin avukatlığını yapıyor dedi. Hayır ben T.C.’nin, hukuk devletinin, yasaların, mağdurların avukatlığını yapıyorum. Temiz eller operasyonu diyor. Sen kim temiz eller operasyonu yapmak kim. Önce kendi elinin temiz olması lazım. Temiz eller operasyonu dokunulmazlık kaldırıldığı zaman olur. Senin arkanda 13 tane dosya olacak sonra da temiz eller yapıyorum Baykal engelliyor diyeceksin. Çık karşıma ikimizinde dokunulmazlığını kaldıralım da temiz eller operasyonu başlasın. Temiz eller operasyonuymuş... Yazarları gözaltına alacak, TSK’nın 4 yıldızlı generallerini gözaltına alacak sonra da temiz eller yapıyorum diyecek. Temiz eller yapıyorsan çek elini gazetecilerden, generallerden yanındaki enerji, ihale mafyasına bak.”
Ah vicdansız!
Türkiye ekonomisinin gidişatı konusundaki endişelerini de dile getiren Baykal, AKP’nin iktidarda olduğu son 6 senenin heba olduğunu dile getirdi. Baykal, “Enflasyon hızla artıyor. Gıda fiyatları hızla yükseldi ama çiftçinin cebine giren bir şey yok.Bir baraj, bir santral açtılar mı? Enerji sıkıntısına doğru gidiyor Türkiye... Elde ne varsa sattılar. Sattılar sonra da ’şu CHP taş taş üstüne koymadı’dediler. Ah vicdansız! Senin gününü gün ettiğin paralar satarak elle ettiğin paralardır. Hiç olmazsa sana bunları bırakanlara bir teşekkür et” diye konuştu.
12/07/2008 21:52 631 defa okundu
YENİÇAĞ GAZETESİ.COMDAN ALINMIŞTIR(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
CHP lideri Baykal, Başbakan Erdoğan’ı Trabzon’dan topa tuttu: “Temiz Eller” operasyonu diyor. Sen kim, temiz eller operasyonu yapmak kim! Senin arkanda 13 tane dosya var. Çık karşıma, dokunulmazlığı kaldıralım da operasyon başlasın.
Sen önce dosyalarını temizle
Baykal, Başbakan Erdoğan’a Trabzon’dan yüklendi: Temiz ellermiş operasyonuymuş! Önce kendi ellerinin temiz olması gerekiyor.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, bir dizi açılış yapmak için gittiği Trabzon’da Başbakan Erdoğan’a sert göndermelerde bulundu. Konuşmasının önemli bir bölümünü Ümraniye soruşturmasında yaşanan gelişmelere ayıran CHP lideri Baykal, “ Geçenlerde önemli isimler tutuklandı. 13 aydır iddianame yok. 12 Eylül döneminde, darbe dönemlerinde bile bu olmadı” ifadelerini kullandı.
Konuyu kaydırıyor
“Birisini gözaltına aldılar.’Bu işin kasası dediler’. Adamın 11 ay sonra cesedi çıktı.Kanser oldu, öldü. Cenazesini evine nakledecek para bulamadılar belediye para tahsis etti. Bunlar insan haklarına, demokrasiye aykırı. Bunları şikayet ettim. Bana ’bunların avukatı mısın?’ dediler. Ben insan hakları ihlallerine uğrayan herkesin hakkını aramaktan şeref duyarım. Başbakan savcı olursa ben avukat olurum dedim. Başbakan konuyu kaydıracak ya...” diyen Baykal, şöyle devam etti:
Yasaların avukatıyım
“Baykal çetelerin avukatlığını yapıyor dedi. Hayır ben T.C.’nin, hukuk devletinin, yasaların, mağdurların avukatlığını yapıyorum. Temiz eller operasyonu diyor. Sen kim temiz eller operasyonu yapmak kim. Önce kendi elinin temiz olması lazım. Temiz eller operasyonu dokunulmazlık kaldırıldığı zaman olur. Senin arkanda 13 tane dosya olacak sonra da temiz eller yapıyorum Baykal engelliyor diyeceksin. Çık karşıma ikimizinde dokunulmazlığını kaldıralım da temiz eller operasyonu başlasın. Temiz eller operasyonuymuş... Yazarları gözaltına alacak, TSK’nın 4 yıldızlı generallerini gözaltına alacak sonra da temiz eller yapıyorum diyecek. Temiz eller yapıyorsan çek elini gazetecilerden, generallerden yanındaki enerji, ihale mafyasına bak.”
Ah vicdansız!
Türkiye ekonomisinin gidişatı konusundaki endişelerini de dile getiren Baykal, AKP’nin iktidarda olduğu son 6 senenin heba olduğunu dile getirdi. Baykal, “Enflasyon hızla artıyor. Gıda fiyatları hızla yükseldi ama çiftçinin cebine giren bir şey yok.Bir baraj, bir santral açtılar mı? Enerji sıkıntısına doğru gidiyor Türkiye... Elde ne varsa sattılar. Sattılar sonra da ’şu CHP taş taş üstüne koymadı’dediler. Ah vicdansız! Senin gününü gün ettiğin paralar satarak elle ettiğin paralardır. Hiç olmazsa sana bunları bırakanlara bir teşekkür et” diye konuştu.
12/07/2008 21:52 631 defa okundu
YENİÇAĞ GAZETESİ.COMDAN ALINMIŞTIR(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Ayşe de ölsün mü!
Kuddusi Okkır’ın cesedini tahliye edenler, siroza yakalanan Ayşe Asuman Özdemir’in tedavi sürecinde zorluk çıkarıyor.
GÖz göre göre kaybedilen Kuddusi Okkır’ın ardından Ergenekon soruşturması, yeni bir kurban almak üzere... Aylardır tutuklu olan Ayşe Asuman Özdemir’e acil karaciğer nakli gerekiyor.
EŞİ Özcan Özdemir, eşinin rahatsızlığı nedeniyle tutuksuz yargılanmasını isteyerek, “Şu ana kadar 8 dilekçe verdim, cevap bile alamadım. Tedavisi için çıkarılan engelleri aşamıyorum” diyor.
Ayakta bile duramıyor ama kaçabilir!
Aylar önce sağlam tutuklanan Ayşe Asuman Özdemir, şimdi sirozla
boğuşuyor. Özdemir’in tedavisi ise yasal prosedürü aşamıyor!
Ayşe’yi öldürmeyin
Asuman Özdemir’in eşi Özcan Özdemir: “Tahliye
edilmesi ve karaciğer nakledilmesi gerekiyor”
Haber: Fatih ERBOZ
Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan Ayşe Asuman Özdemir’in eşi Özcan Özdemir, eşinin rahatsızlığı nedeniyle tutuksuz yargılanması gerektiğini söyledi. Asuman Özdemir’in hastalığının gün geçtikçe ilerlediğini ve “karaciğer nakli” nin zorunluluk haline geldiğini belirten Özcan Özdemir, tutukluluk süresince devletin hiçbir makamından destek görmediklerini de ifade etti. Eşinin, iddianamesi henüz açıklanmayan Ergenekon soruşturması nedeniyle tutuklandığını hatırlatan Özcan Özdemir, Ayşe Asuman Özdemir’in tutuksuz yargılanabilmesi için şu ana kadar yaklaşık sekiz dilekçe verdiklerini ancak hiçbir cevap alamadıklarını belirterek“ Bu konuda nöbetçi mahkemeye başvuruyoruz ama ret cevabı geliyor.
Karnında 35 kilo su birikti
Eşimin sağlığı yıl sonunda bozulmaya başladı. İlettiğimiz dilekçelerden hiçbir sonuç alamadık ve hastalık çok ilerledi. Asuman’ın karnında 35 kiloya yakın su birikmeye başladı. Cezaevi şartlarında kendi sağlığına dikkat etmesi mümkün değil. Doktora götürmeye kalktığımızda ise karşımıza cezaevi protokolü çıkıyor “ şeklinde konuştu. Eşinin daha önce de defalarca acil servise kaldırıldığını anlatan Özcan Özdemir, ” Bu şartlar içerisinde eşimin sağlık sorununu ancak biz çözebiliriz. Hastaneler, cezaevinde yatanları genellikle kabul etmek istemiyor. Yanlarında Jandarmalar ve astsubaylar olduğu için sadece kan alıp geri gönderiyorlar “ dedi.Asuman Özdemir’e, karaciğer nakli gerektiğini, bu konuda Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’nden de rapor alındığını söyleyen Özcan Özdemir şunları kaydetti: ” Raporlar var ama cezaevi şartlarında bunu yapabilmek mümkün değil. Karaciğer naklinin gerçekleşebilmesi için öncelikle doku testlerinin yapılması gerekiyor. Asuman Özdemir’in cezaevinden çıktıktan sonra direkt olarak hastaneye gitmesi gerekiyor. Karaciğer bulmamız gerekiyor, doku testlerini ve kan testlerini şu şartlarda nasıl yapabiliriz, bunu düşünüyoruz.”
Özdemir tedavi için nakledildi
“Ergenekon Soruşturması” kapsamında tutuklanan ve epilepsi ile siroz rahatsızlığı olduğu belirtilen Ayşe Asuman Özdemir, tutuklu bulunduğu cezaevinden Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevine nakledildi. Ayşe Asuman Özdemir’in avukatı Zeki Hacıibrahimoğlu, soruşturma kapsamında tutuklanarak Gebze Cezaevi’ne konulan müvekkilinin, epilepsi ve siroz rahatsızlığı olduğunu söyledi. Özdemir’in, tutuklu bulunduğu cezaevinin, Adalet Bakanlığına yaptığı müracaat üzerine, tedavisinin daha iyi yapılması için önceki gün akşam saatlerinde Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevine nakledildiğini söyleyen avukat Hacıibrahimoğlu, “Müvekkilinin 56 yaşında olduğunu ve sağlığının ciddi derecede bozulduğunu ve tedavisi için biran önce tahliye edilmesi gerektiğini” kaydetti. Hacıibrahimoğlu, “İnsanın yaşama hakkı, cezaevinde de olsa, suçu sabit de olsa kendisine verilmelidir. Gerekirse hakkında yurt dışına çıkış yasağı konulsun” dedi. (AA)
BASINDA OKKIR
RADİKAL/ Türker ALKAN
Ergenekon soruşturması nedeniyle tutuklanan Kuddusi Okkır’ın bir yıldır tutukluyken akciğer kanseri olması ve ölmesi gerçekten çarpıcı bir olay. Dün bu konuya değinmiş ve TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Zafer Üskül’ün bir sözünü eleştirmiştim. Zaman gazetesinde çıkan sözlerine göre, Üskül, “Okkır’ın ölümünde insan hakları ihlali yok” demiş. Bunu eleştirmiştim. Yalnız ben değil, pek çok başka köşe yazarı da bu sözleri eleştirdi. Dün Zafer Üskül aradı ve “Ben ’İnsan hakları ihlali yoktur’demedim” diyerek haberi yalanladı ve “Eldeki bilgilere göre, yargıda izlenen işlem açısından insan hakları ihlali olmayabileceğini, ama bu konudaki çalışmanın sürdüğünü belirttim” dedi. Bunlar açık ölçülerdir. Şimdiye kadar tutuklamanın cezaya dönüştüğü pek çok acı olayla karşılaştık. Bundan sonra benzer durumlarla karşılaşmamak için gerekenleri yapmakta yarar var.
*****
Okkır’ı sordum
beni suçladılar!
İnsan Hakları Komisyonu’nun CHP’li üyesi Ahmet Ersin, göz göre göre ölen Kuddusi Okkır için komisyonu suçladı: Bana, ’Ergenekoncu musun, onları mı savunuyorsun?’ dediler!
Okkır’ı sordum Ergenekoncu dediler
İnsan Hakları Komisyonu’nun CHP’li üyesi Ahmet Ersin, Okkır ilgili olarak komisyonun görevini yerine getirmediğini belirtti.
TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun CHP’li üyelerinden Ahmet Ersin, “İnsan hakları ihlallerini incelemesi gereken komisyon görevini yerine getirmedi. Başvurularıma karşın konu gündeme alınmadı. ’Ergenekoncu musun, onları mı savunuyorsun’diyerek geçiştirdiler” diyerek suçlamalarda bulundu. Ahmet Ersin, konuyu yazılı ve sözlü olarak gündeme getirmesine karşın komisyon gündemine alınmadığını bildirdi. Ersin, bu konuda şunları söyledi: “Bu konu sonunda AİHM’ye gidebilir ve Türkiye çok ciddi bir tazminata mahkûm olabilir. Çok açık bir yaşam hakkı ihlali var. Sadece Kuddusi Okkır değil, 13 aydır içeride tutulan ve iddianamesi hazırlanmayan kişiler de beraat ederlerse AİHM yolunu tutacaklar ve tazminat hakları doğacak. Bu tazminatlardan kim sorumlu olacak?” Önceki gün Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin ve TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Zafer Üskül’le görüşten Sabriye Okkır, görüşmelerinin sonuçlarıyla ilgili olarak, “Süreç başladı. Adalet Bakanı, 2 müfettiş görevlendirdi. Peşin bir şey söylemek istemiyorum” demişti.
Halk ‘rövanş’
diye bakıyor
Bİnlerce kişiyle yapılan bir kamuoyu araştırması, vatandaşların Ergenekon soruşturmasını, “AKP’ye açılan kapatma davasının rövanşı” olarak gördüğünü ortaya koydu.
Ergenekon davası kapatmanın rövanşı
Yapılan bir araştırma, ’Ergenekon soruşturmasını’ vatandaşların kapatma davasının rövanşı olarak gördüğünü ortaya çıkardı
Polıtıcal Researcher strateji geliştirme şirketi tarafından yapılan bir araştırma, ’Ergenekon soruşturmasını’vatandaşların AKP’ye açılan kapatma davasının rövanşı olarak gördüğünü ve AKP’nin yargıya baskı yaptığına inanıldığını ortaya koydu. Haziran sonu ve Temmuz ayının ilk haftasını kapsayan araştırma, 32 ilde 2 bin 868 kişi ile görüşülerek yapıldı.
AKP yargıya
baskı yapıyor
Araştırmaya göre halk, AKP’nin yargıya baskı yaptığına, Ergenekon’un ise kapatma davasına karşı açılan bir rövanş olduğuna inanıyor. Araştırmaya katılanların yüzde 40.8’i kapatma davasının ’Ergenekon’un bir rövanşı olduğunu savunurken, Ergenekon’un, kapatma davasının bir rövanşı olduğuna inananların oranı ise yüzde 42.7. Ergenekon’un, kapatma davasının bir rövanşı olduğuna inanmayanların oranı ise sadece yüzde 29.4. Araştırmaya göre, AKP’nin muhalif isimleri sindirme çabasında olduğuna inananların oranı yüzde 41.9 olurken, inanmayanların oranı ise yüzde 35.56 oldu. ’Ergenekon’un terörist bir yapılanma olduğuna inananların oranı yüzde 26.7’de kalırken, inanmayanların oranı ise yüzde 60.3 oldu. Yüzde 13’lük kesim ise fikri olmadığını açıkladı. AKP’nin yargıya baskı yaptığına inananların oranı da yüzde 43.4 olurken inanmayanların oranı ise yüzde 33.7’de kaldı.
Türkiye kötüye gidiyor
Araştırmada, Türkiye’nin şeriat düzenine doğru gittiğine inananların oranı yüzde 33.2 olurken inanmayanların oranı ise yüzde 50.6 oldu. Buna karşın Türkiye’de şeriat tehlikesi olmadığına inananların oranı ise sadece yüzde 38.9’da kaldı. Yüzde 32.8 böyle bir tehlikenin olduğuna inandığını belirtirken, yüzde 28.3 ise fikir beyan etmedi. Araştırmaya katılanların yüzde 20.1’i Türkiye’nin her geçen gün daha iyiye gittiğini belirtirken, yüzde 63’ü ise iyiye gitmediğini açıkladı. Türkiye’nin her geçen gün daha da kötüleştiğine inananların oranı ise yüzde 54.3 oldu. (ANKA)
12/07/2008 22:14 349 defa okundu (YENİÇAĞ GAZETESİ.COMDAN ALINMIŞTIR)
BİR YORUMDA BENDEN GELSİN(Yahu şu bizim insan hakları masalını diline dolamış olan zerzavat sürüsü nerede doğrusu merak etmekteyim,adalette bir kavram vardır kişi mahkemede suçu sabit olduğu ispatlanana kadar suçsuzdur diye,suçluda olabilir ama insaniyet gereği tedavisi yapılıp sonra yeniden yargı karşısına çıkarılması gerekmezmi kişinin .insan olmanın insana insanca değer vermenin gereklerini yapmak lazımdır .yoksa bu bana muhalefet ediyor öyleyse bu benim düşmanımdır mantığının insanlıkla bir ilişkisi olamaz nedeni ise ya benim gibi düşünürsün yada sen teröristsin mantığını doğururki, bu mantıkta abd başkanı buşoğlu buşa aittirki o zaman ,insan insanlıktan çıkar ve hayvanlardanda daha aşağı bir hal alırki bunuda ırakta gözlemlemekteyiz. bu şekilde hal ve davranışlar topluma hizmet emez aksinre toplumu bölmeye parçalamaya çalışan hain devletlere ve işbirlikçilerine hizmet eder.ben kişi suçludur veya suçsuzdur mantığı ile bakmıyorum olaya, insan insandır insana insanca muamele yapılmalıdır görüşündeyim.BEN TÜRKİYEYİ VE İÇİNDE YAŞAYAN TÜM HALKIMIZI SEVİYORUM .BİROL ASLAN PİRAHMETLİ
GÖz göre göre kaybedilen Kuddusi Okkır’ın ardından Ergenekon soruşturması, yeni bir kurban almak üzere... Aylardır tutuklu olan Ayşe Asuman Özdemir’e acil karaciğer nakli gerekiyor.
EŞİ Özcan Özdemir, eşinin rahatsızlığı nedeniyle tutuksuz yargılanmasını isteyerek, “Şu ana kadar 8 dilekçe verdim, cevap bile alamadım. Tedavisi için çıkarılan engelleri aşamıyorum” diyor.
Ayakta bile duramıyor ama kaçabilir!
Aylar önce sağlam tutuklanan Ayşe Asuman Özdemir, şimdi sirozla
boğuşuyor. Özdemir’in tedavisi ise yasal prosedürü aşamıyor!
Ayşe’yi öldürmeyin
Asuman Özdemir’in eşi Özcan Özdemir: “Tahliye
edilmesi ve karaciğer nakledilmesi gerekiyor”
Haber: Fatih ERBOZ
Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan Ayşe Asuman Özdemir’in eşi Özcan Özdemir, eşinin rahatsızlığı nedeniyle tutuksuz yargılanması gerektiğini söyledi. Asuman Özdemir’in hastalığının gün geçtikçe ilerlediğini ve “karaciğer nakli” nin zorunluluk haline geldiğini belirten Özcan Özdemir, tutukluluk süresince devletin hiçbir makamından destek görmediklerini de ifade etti. Eşinin, iddianamesi henüz açıklanmayan Ergenekon soruşturması nedeniyle tutuklandığını hatırlatan Özcan Özdemir, Ayşe Asuman Özdemir’in tutuksuz yargılanabilmesi için şu ana kadar yaklaşık sekiz dilekçe verdiklerini ancak hiçbir cevap alamadıklarını belirterek“ Bu konuda nöbetçi mahkemeye başvuruyoruz ama ret cevabı geliyor.
Karnında 35 kilo su birikti
Eşimin sağlığı yıl sonunda bozulmaya başladı. İlettiğimiz dilekçelerden hiçbir sonuç alamadık ve hastalık çok ilerledi. Asuman’ın karnında 35 kiloya yakın su birikmeye başladı. Cezaevi şartlarında kendi sağlığına dikkat etmesi mümkün değil. Doktora götürmeye kalktığımızda ise karşımıza cezaevi protokolü çıkıyor “ şeklinde konuştu. Eşinin daha önce de defalarca acil servise kaldırıldığını anlatan Özcan Özdemir, ” Bu şartlar içerisinde eşimin sağlık sorununu ancak biz çözebiliriz. Hastaneler, cezaevinde yatanları genellikle kabul etmek istemiyor. Yanlarında Jandarmalar ve astsubaylar olduğu için sadece kan alıp geri gönderiyorlar “ dedi.Asuman Özdemir’e, karaciğer nakli gerektiğini, bu konuda Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’nden de rapor alındığını söyleyen Özcan Özdemir şunları kaydetti: ” Raporlar var ama cezaevi şartlarında bunu yapabilmek mümkün değil. Karaciğer naklinin gerçekleşebilmesi için öncelikle doku testlerinin yapılması gerekiyor. Asuman Özdemir’in cezaevinden çıktıktan sonra direkt olarak hastaneye gitmesi gerekiyor. Karaciğer bulmamız gerekiyor, doku testlerini ve kan testlerini şu şartlarda nasıl yapabiliriz, bunu düşünüyoruz.”
Özdemir tedavi için nakledildi
“Ergenekon Soruşturması” kapsamında tutuklanan ve epilepsi ile siroz rahatsızlığı olduğu belirtilen Ayşe Asuman Özdemir, tutuklu bulunduğu cezaevinden Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevine nakledildi. Ayşe Asuman Özdemir’in avukatı Zeki Hacıibrahimoğlu, soruşturma kapsamında tutuklanarak Gebze Cezaevi’ne konulan müvekkilinin, epilepsi ve siroz rahatsızlığı olduğunu söyledi. Özdemir’in, tutuklu bulunduğu cezaevinin, Adalet Bakanlığına yaptığı müracaat üzerine, tedavisinin daha iyi yapılması için önceki gün akşam saatlerinde Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevine nakledildiğini söyleyen avukat Hacıibrahimoğlu, “Müvekkilinin 56 yaşında olduğunu ve sağlığının ciddi derecede bozulduğunu ve tedavisi için biran önce tahliye edilmesi gerektiğini” kaydetti. Hacıibrahimoğlu, “İnsanın yaşama hakkı, cezaevinde de olsa, suçu sabit de olsa kendisine verilmelidir. Gerekirse hakkında yurt dışına çıkış yasağı konulsun” dedi. (AA)
BASINDA OKKIR
RADİKAL/ Türker ALKAN
Ergenekon soruşturması nedeniyle tutuklanan Kuddusi Okkır’ın bir yıldır tutukluyken akciğer kanseri olması ve ölmesi gerçekten çarpıcı bir olay. Dün bu konuya değinmiş ve TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Zafer Üskül’ün bir sözünü eleştirmiştim. Zaman gazetesinde çıkan sözlerine göre, Üskül, “Okkır’ın ölümünde insan hakları ihlali yok” demiş. Bunu eleştirmiştim. Yalnız ben değil, pek çok başka köşe yazarı da bu sözleri eleştirdi. Dün Zafer Üskül aradı ve “Ben ’İnsan hakları ihlali yoktur’demedim” diyerek haberi yalanladı ve “Eldeki bilgilere göre, yargıda izlenen işlem açısından insan hakları ihlali olmayabileceğini, ama bu konudaki çalışmanın sürdüğünü belirttim” dedi. Bunlar açık ölçülerdir. Şimdiye kadar tutuklamanın cezaya dönüştüğü pek çok acı olayla karşılaştık. Bundan sonra benzer durumlarla karşılaşmamak için gerekenleri yapmakta yarar var.
*****
Okkır’ı sordum
beni suçladılar!
İnsan Hakları Komisyonu’nun CHP’li üyesi Ahmet Ersin, göz göre göre ölen Kuddusi Okkır için komisyonu suçladı: Bana, ’Ergenekoncu musun, onları mı savunuyorsun?’ dediler!
Okkır’ı sordum Ergenekoncu dediler
İnsan Hakları Komisyonu’nun CHP’li üyesi Ahmet Ersin, Okkır ilgili olarak komisyonun görevini yerine getirmediğini belirtti.
TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun CHP’li üyelerinden Ahmet Ersin, “İnsan hakları ihlallerini incelemesi gereken komisyon görevini yerine getirmedi. Başvurularıma karşın konu gündeme alınmadı. ’Ergenekoncu musun, onları mı savunuyorsun’diyerek geçiştirdiler” diyerek suçlamalarda bulundu. Ahmet Ersin, konuyu yazılı ve sözlü olarak gündeme getirmesine karşın komisyon gündemine alınmadığını bildirdi. Ersin, bu konuda şunları söyledi: “Bu konu sonunda AİHM’ye gidebilir ve Türkiye çok ciddi bir tazminata mahkûm olabilir. Çok açık bir yaşam hakkı ihlali var. Sadece Kuddusi Okkır değil, 13 aydır içeride tutulan ve iddianamesi hazırlanmayan kişiler de beraat ederlerse AİHM yolunu tutacaklar ve tazminat hakları doğacak. Bu tazminatlardan kim sorumlu olacak?” Önceki gün Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin ve TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Zafer Üskül’le görüşten Sabriye Okkır, görüşmelerinin sonuçlarıyla ilgili olarak, “Süreç başladı. Adalet Bakanı, 2 müfettiş görevlendirdi. Peşin bir şey söylemek istemiyorum” demişti.
Halk ‘rövanş’
diye bakıyor
Bİnlerce kişiyle yapılan bir kamuoyu araştırması, vatandaşların Ergenekon soruşturmasını, “AKP’ye açılan kapatma davasının rövanşı” olarak gördüğünü ortaya koydu.
Ergenekon davası kapatmanın rövanşı
Yapılan bir araştırma, ’Ergenekon soruşturmasını’ vatandaşların kapatma davasının rövanşı olarak gördüğünü ortaya çıkardı
Polıtıcal Researcher strateji geliştirme şirketi tarafından yapılan bir araştırma, ’Ergenekon soruşturmasını’vatandaşların AKP’ye açılan kapatma davasının rövanşı olarak gördüğünü ve AKP’nin yargıya baskı yaptığına inanıldığını ortaya koydu. Haziran sonu ve Temmuz ayının ilk haftasını kapsayan araştırma, 32 ilde 2 bin 868 kişi ile görüşülerek yapıldı.
AKP yargıya
baskı yapıyor
Araştırmaya göre halk, AKP’nin yargıya baskı yaptığına, Ergenekon’un ise kapatma davasına karşı açılan bir rövanş olduğuna inanıyor. Araştırmaya katılanların yüzde 40.8’i kapatma davasının ’Ergenekon’un bir rövanşı olduğunu savunurken, Ergenekon’un, kapatma davasının bir rövanşı olduğuna inananların oranı ise yüzde 42.7. Ergenekon’un, kapatma davasının bir rövanşı olduğuna inanmayanların oranı ise sadece yüzde 29.4. Araştırmaya göre, AKP’nin muhalif isimleri sindirme çabasında olduğuna inananların oranı yüzde 41.9 olurken, inanmayanların oranı ise yüzde 35.56 oldu. ’Ergenekon’un terörist bir yapılanma olduğuna inananların oranı yüzde 26.7’de kalırken, inanmayanların oranı ise yüzde 60.3 oldu. Yüzde 13’lük kesim ise fikri olmadığını açıkladı. AKP’nin yargıya baskı yaptığına inananların oranı da yüzde 43.4 olurken inanmayanların oranı ise yüzde 33.7’de kaldı.
Türkiye kötüye gidiyor
Araştırmada, Türkiye’nin şeriat düzenine doğru gittiğine inananların oranı yüzde 33.2 olurken inanmayanların oranı ise yüzde 50.6 oldu. Buna karşın Türkiye’de şeriat tehlikesi olmadığına inananların oranı ise sadece yüzde 38.9’da kaldı. Yüzde 32.8 böyle bir tehlikenin olduğuna inandığını belirtirken, yüzde 28.3 ise fikir beyan etmedi. Araştırmaya katılanların yüzde 20.1’i Türkiye’nin her geçen gün daha iyiye gittiğini belirtirken, yüzde 63’ü ise iyiye gitmediğini açıkladı. Türkiye’nin her geçen gün daha da kötüleştiğine inananların oranı ise yüzde 54.3 oldu. (ANKA)
12/07/2008 22:14 349 defa okundu (YENİÇAĞ GAZETESİ.COMDAN ALINMIŞTIR)
BİR YORUMDA BENDEN GELSİN(Yahu şu bizim insan hakları masalını diline dolamış olan zerzavat sürüsü nerede doğrusu merak etmekteyim,adalette bir kavram vardır kişi mahkemede suçu sabit olduğu ispatlanana kadar suçsuzdur diye,suçluda olabilir ama insaniyet gereği tedavisi yapılıp sonra yeniden yargı karşısına çıkarılması gerekmezmi kişinin .insan olmanın insana insanca değer vermenin gereklerini yapmak lazımdır .yoksa bu bana muhalefet ediyor öyleyse bu benim düşmanımdır mantığının insanlıkla bir ilişkisi olamaz nedeni ise ya benim gibi düşünürsün yada sen teröristsin mantığını doğururki, bu mantıkta abd başkanı buşoğlu buşa aittirki o zaman ,insan insanlıktan çıkar ve hayvanlardanda daha aşağı bir hal alırki bunuda ırakta gözlemlemekteyiz. bu şekilde hal ve davranışlar topluma hizmet emez aksinre toplumu bölmeye parçalamaya çalışan hain devletlere ve işbirlikçilerine hizmet eder.ben kişi suçludur veya suçsuzdur mantığı ile bakmıyorum olaya, insan insandır insana insanca muamele yapılmalıdır görüşündeyim.BEN TÜRKİYEYİ VE İÇİNDE YAŞAYAN TÜM HALKIMIZI SEVİYORUM .BİROL ASLAN PİRAHMETLİ
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)