Diplomatik nezaket
--------------------------------------------------------------------------------
Merhabalar Sevgili AYYILDIZ TİM
Mehmetçigin uzun bir aradan sonra sinir ötesi operasyonu haberlerini okurken midem bulandi. Riyakârligin gökdelen misali yükselisinin ardinda yine ihanet kokulari geliyor. Her firsatta Türk ordusunu ve personelini yipratmayi görev haline dönüstüren malum basin simdi generallere övgü yagdiriyor. 25 yildir terörle mücadelede binlerce sehit vermis olan Türk ordusu sanki yeni operasyon yapiyormus gibi yansitiliyor haberlerde. Askerin kahramanligini yeni kesfedenler de var. Ama ille de isin diplomatik baglantilari ve koordinasyonun mükemmelliginden bahsederek temenna çakmak sart.
Her zamanki gibi kötümser oldugumu iddia edenlere bugünkü (dün) gazetelerin harekât ile ilgili haber ve yorumlarini yeniden okumalarini salik verecegim.
Diplomatik nezaket sart üstadim sart. Bunca yogun diplomasi arasinda elbette Maliki de aranacak. “Müsaitseniz annem ile babam size oturmaya gelecek” muhabbeti degil bu. Ne de olsa ev sahibine haber vermeden çat kapi girilmez. Talabani de aranmali yani. Üstelik “Biz size geliyoruz ama siz de haftaya bize gelin. Misir patlatip çay içelim” davetinde bulunmak iyi komsuluk iliskilerinin göstergesi olmali.
Vicik vicik yag damlamalari arasinda sayfalari yeniden çeviriyorum. “Harekâta büyük destek” baslikli haberlerin arasinda dis basinin yorumlari da var. Askerin sinir ötesine girisini Türkiye bile Reuter Ajansi’ndan duymadi mi? BBC “Operasyon ABD ve AB’yi endiselendiriyor” demis. AFP “NATO ülkeleri arasinda ABD’nin ardindan en büyük orduya sahip olan Türkiye Irak’taki istikrari bozabilir” diye buyuruyor. Amerikali ve Ingiliz yetkililerin Türk ordusunun bir an önce çekilmesi gerektigine iliskin haberleri ise satir aralarina gömülmüs.
Dost ve müttefiklerimiz böyle buyuruyor da bizim yerli isbirlikçiler çanak tutmaz m ? Durumdan vazife çikaran pek ünlü yorumcular çöreklendikleri köselerinde “Harekât gerekli olmakla beraber sorunun çözümüne katki saglamayacaktir. Irak’in kuzeyindeki Kürtleri daha fazla tahrik etmemek için bir an önce ordu geri çekilmeli” diyerek üstlendikleri görevi yerine getirmenin dayanilmaz hafifligini yasiyorlar. Öte yandan ABD’nin terör örgütünü bitirmeye kararli oldugunu bu iyi niyete karsilik derhal demokratik çözüm için katki saglanmasi gerektigini yazip çizenlere sakin öfkelenmeyin. Ayni tayfanin türban krizi diye bas bas bagirmasi da gaz alma operasyonunun bir parçasi degil miydi? Ordunun Irak’a girisiyle degisen gündemden faydalanan Cumhurbaskani Gül’ün onaylama zamanlamasina da sapka çikarilir hani... Tekel’in Ingiliz sirketine ayni zamanda satisi da fena fikir degil. Azinlik Vakiflari Yasasi tereyagindan kil çekilir gibi geçirildi. Pazar tatilinde yine kafalarinizi karistirdim degil mi? Üstelik bunu çok sik yapiyorum. Kendi can sikintim yetmezmis gibi sizlerin de canini siktigimin farkindayim. Ama elimde degil. Kafam çok bozuk, hem de fena bozuk.
Türk ordusu kis sartlarinda büyük bir operasyon düzenlemis. Bunu yeni duyanlara göre önemli bir zafermis. Bütün dünya buna sasirmis da operasyondan iki gün önce ünlü bir internet sitesindeki bir haberi o sirada okumayanlar yeni kesfetmisler. 5-6 yildir girilemeyen söz konusu arazide yillar boyu asker piknik yapmaya gitmedi ya.... Ne diyelim öyle düsünenlerin basindan Allah O’nu eksik etmesin!
Velhasil kelam... Diplomatik nezakete devam
6 Nisan 2008 Pazar
YENİ SAVAŞLAR
Yeni Savaslar
--------------------------------------------------------------------------------
Bir Gazeteye yazdigim makale
Lafı çok uzatmayı sevmeyen, biraz aceleci biriyim. O yüzden bu ilk yazımda siz sevgili okurlarıma kısa bir “Selam” vererek hemen konuya girmek istiyorum.
Günümüzde, siber dünyanın aslında sadece sohbet, arkadaş bulma, kişisel tanıtım dışında kullanıldığını düşünen insanların sayısı çok fazladır. İşin açıkçası bir süre öncesine kadar ben de hemen hemen budan farklı bir düşünceye sahip değildim. Sadece, insanların neden kişisel tanıtımlara ağırlık verdiğini, ülkesini ve kültürünü tanıtan yazılar koymadıklarını düşünürdüm.
Bir gün, hikayesini kitap haline getirmem ve düzenlemem için bana bir takım notlar ulaştıran Kahraman’la telefonda uzun bir görüşme yapana kadar, ne Ayyıldız Tim’den, ne de sanal dünya da verilen savaşlardan – en azından şu anda olduğu kadar – haberdar değildim.
Kitabın her sayfasını okudukça aslında nasıl tehlikelerle burun buruna olduğumuzu, internetin nasıl büyük bir silah olabileceğini daha iyi gördüm. Bunlardan bir kaçıcını size aktarmak isterim. Örneğin; siz bir insanın yazdığı bir “merhaba” nın sonucunda neleri kaybedeceğini biliyor musunuz? Bir merhabaya vereceğiniz yanıtla hayatınıza dair tüm bilgiler, sizi hiç görmemiş olan üçüncü bir kişinin eline geçe bilir ki buna banka hesaplarınız, listenizdeki diğer insanların hayatları da dahil.…
Kişisel kayıplarınızın yanı sıra, internet ülkemize düşman olan terör örgütleri de dahil olmak üzere pek çok topluluğun bizi karalamak için kullandıkları kampanyalarla dolu. Diyeceksiniz ki “her eline klavye (artık öyle oldu) alan bir yazı çıkartıp yayılıyor.. Kim bunlara kulak asar ki?” Hadi bunu da koyalım bir kenara ama hatırlatmadan da geçmeyelim, inanın sizin tahmininizden daha fazla insan bunu kafaya takıyor. Peki, başta bu terör örgütü mensuplarının bulunduğu insanların hacke siteleri kurarak, ülkemizin kamu kurum ve kuruluşlarına ait bilgisayarlara saldırılar düzenlediğinizden haberdar mısınız? Üstelik bu sadece görünen ana sayfayı bozmakla da bitmiyor. Devlete ait bilgisayarlara girilip belgeler çalınmaya ya da önemli kişiler hakkında bilgi toplanmaya çalışılıyor.
Bunun ülkemiz için götürülerini tasavvur edebilirseniz durumun vahametini de çok iyi anlayacaksınız.
İşte bana gelen notlarla ve gönderen kişi – adı gibi – Kahraman’la bunları konuşurken yüreğim daraldı diyebilirim. “Peki, bununla nasıl mücadele ediliyor?” diye sordum kendisine. Sorun hakkında bu kadar bilgiye sahip olan bir insanın mutlaka bir çözümü de vardır. Sanki yanı başındaymışım gibi uzun uzun anlatmaya başladı telefonun ve dünyanın bir ucundan…
Evet çözümü vardı. Kahraman, Türkiye’de bir siber güvenlik sitesi kurulduğunu. Birkaç yıldır sessiz sakin görevlerini yerine getirdiklerini ancak savaşın artık çirkinleşmeye başladığını, insanların daha geniş kapsamlı uyarılmaları ve kendilerini tanımaları için; bu yola baş koyan genç, gönüllü vatan neferlerinin neler yaptıklarını bilmeleri için bir kitap yayınlamak istediklerini ve ellerindeki notların da düzenlenmesi gereken bu kitap olduğunu söylediğinde tereddütsüz kabul ettim.
Sonra AYYILDIZ TİM’i tanımaya başladım kitapla birlikte. Gece gündüz demeden, gereken zamanlarda nöbetleşe uyuyacak kadar askeri disiplin ve hiyerarşiye sahip, üstelik farklı ülkelerde, farklı illerde birbirleri ile bu teması ve senkronizasyonu kaybetmeden vatanı savunuyordu bu gençler. Hem de karşılığında bir teşekkür bile alamayacaklarını bile bile.
Bu gençlerin vatan aşkı benim yüreğime büyük bir gurur olarak işledi. Onlar sadece gidip zararlı siteleri kullanılmaz hale getirmiyorlar. Binlerce kamu sitesini koruyorlar, binlerce terör örgütü sitesini hiçbir zaman kullanılamayacak hale getiriyorlar. Siber alanda ajanlık yapmaya çalışan ya da “vatan –millet” diye insanları dolandırmaya çalışan bir sürü çıkarcı ve dolandırıcıyı gerekli birimlere şikayet edip, gerçek kimliklerini vererek hapse attırıyorlar.
Şunu bilmelisiniz ki internet çoğunuzun sandığı kadar neşeli bir ortam değil. Orda bir savaş veriliyor. Bu savaş ve baş kahramanları “Ayyıldız Tim – Görülmeyen Kahramanlar” kitabında; yaptıkları işler, aldıkları intikamlar ise dünya basının da.
Vatanseverliğin sadece lafta olamadığının bu kadar açık bir kanıtı varken ve bu gençler sizin güvenliğinizi kendilerinden, isimlerinden feragat edecek kadar düşünüyorken siz de en azından yaptıklarını takdir edip, tanık olmak için onları takip edin ve dualarınızı eksik etmeyin.
Unutmayın! Vatanın her karış toprağı müdafaa edilmektedir! Bu sanal dünya da olsa bile.
Teşekkür ederiz www.ayyildiz.org Ayyıldız Tim.
Ishak Telli
--------------------------------------------------------------------------------
Bir Gazeteye yazdigim makale
Lafı çok uzatmayı sevmeyen, biraz aceleci biriyim. O yüzden bu ilk yazımda siz sevgili okurlarıma kısa bir “Selam” vererek hemen konuya girmek istiyorum.
Günümüzde, siber dünyanın aslında sadece sohbet, arkadaş bulma, kişisel tanıtım dışında kullanıldığını düşünen insanların sayısı çok fazladır. İşin açıkçası bir süre öncesine kadar ben de hemen hemen budan farklı bir düşünceye sahip değildim. Sadece, insanların neden kişisel tanıtımlara ağırlık verdiğini, ülkesini ve kültürünü tanıtan yazılar koymadıklarını düşünürdüm.
Bir gün, hikayesini kitap haline getirmem ve düzenlemem için bana bir takım notlar ulaştıran Kahraman’la telefonda uzun bir görüşme yapana kadar, ne Ayyıldız Tim’den, ne de sanal dünya da verilen savaşlardan – en azından şu anda olduğu kadar – haberdar değildim.
Kitabın her sayfasını okudukça aslında nasıl tehlikelerle burun buruna olduğumuzu, internetin nasıl büyük bir silah olabileceğini daha iyi gördüm. Bunlardan bir kaçıcını size aktarmak isterim. Örneğin; siz bir insanın yazdığı bir “merhaba” nın sonucunda neleri kaybedeceğini biliyor musunuz? Bir merhabaya vereceğiniz yanıtla hayatınıza dair tüm bilgiler, sizi hiç görmemiş olan üçüncü bir kişinin eline geçe bilir ki buna banka hesaplarınız, listenizdeki diğer insanların hayatları da dahil.…
Kişisel kayıplarınızın yanı sıra, internet ülkemize düşman olan terör örgütleri de dahil olmak üzere pek çok topluluğun bizi karalamak için kullandıkları kampanyalarla dolu. Diyeceksiniz ki “her eline klavye (artık öyle oldu) alan bir yazı çıkartıp yayılıyor.. Kim bunlara kulak asar ki?” Hadi bunu da koyalım bir kenara ama hatırlatmadan da geçmeyelim, inanın sizin tahmininizden daha fazla insan bunu kafaya takıyor. Peki, başta bu terör örgütü mensuplarının bulunduğu insanların hacke siteleri kurarak, ülkemizin kamu kurum ve kuruluşlarına ait bilgisayarlara saldırılar düzenlediğinizden haberdar mısınız? Üstelik bu sadece görünen ana sayfayı bozmakla da bitmiyor. Devlete ait bilgisayarlara girilip belgeler çalınmaya ya da önemli kişiler hakkında bilgi toplanmaya çalışılıyor.
Bunun ülkemiz için götürülerini tasavvur edebilirseniz durumun vahametini de çok iyi anlayacaksınız.
İşte bana gelen notlarla ve gönderen kişi – adı gibi – Kahraman’la bunları konuşurken yüreğim daraldı diyebilirim. “Peki, bununla nasıl mücadele ediliyor?” diye sordum kendisine. Sorun hakkında bu kadar bilgiye sahip olan bir insanın mutlaka bir çözümü de vardır. Sanki yanı başındaymışım gibi uzun uzun anlatmaya başladı telefonun ve dünyanın bir ucundan…
Evet çözümü vardı. Kahraman, Türkiye’de bir siber güvenlik sitesi kurulduğunu. Birkaç yıldır sessiz sakin görevlerini yerine getirdiklerini ancak savaşın artık çirkinleşmeye başladığını, insanların daha geniş kapsamlı uyarılmaları ve kendilerini tanımaları için; bu yola baş koyan genç, gönüllü vatan neferlerinin neler yaptıklarını bilmeleri için bir kitap yayınlamak istediklerini ve ellerindeki notların da düzenlenmesi gereken bu kitap olduğunu söylediğinde tereddütsüz kabul ettim.
Sonra AYYILDIZ TİM’i tanımaya başladım kitapla birlikte. Gece gündüz demeden, gereken zamanlarda nöbetleşe uyuyacak kadar askeri disiplin ve hiyerarşiye sahip, üstelik farklı ülkelerde, farklı illerde birbirleri ile bu teması ve senkronizasyonu kaybetmeden vatanı savunuyordu bu gençler. Hem de karşılığında bir teşekkür bile alamayacaklarını bile bile.
Bu gençlerin vatan aşkı benim yüreğime büyük bir gurur olarak işledi. Onlar sadece gidip zararlı siteleri kullanılmaz hale getirmiyorlar. Binlerce kamu sitesini koruyorlar, binlerce terör örgütü sitesini hiçbir zaman kullanılamayacak hale getiriyorlar. Siber alanda ajanlık yapmaya çalışan ya da “vatan –millet” diye insanları dolandırmaya çalışan bir sürü çıkarcı ve dolandırıcıyı gerekli birimlere şikayet edip, gerçek kimliklerini vererek hapse attırıyorlar.
Şunu bilmelisiniz ki internet çoğunuzun sandığı kadar neşeli bir ortam değil. Orda bir savaş veriliyor. Bu savaş ve baş kahramanları “Ayyıldız Tim – Görülmeyen Kahramanlar” kitabında; yaptıkları işler, aldıkları intikamlar ise dünya basının da.
Vatanseverliğin sadece lafta olamadığının bu kadar açık bir kanıtı varken ve bu gençler sizin güvenliğinizi kendilerinden, isimlerinden feragat edecek kadar düşünüyorken siz de en azından yaptıklarını takdir edip, tanık olmak için onları takip edin ve dualarınızı eksik etmeyin.
Unutmayın! Vatanın her karış toprağı müdafaa edilmektedir! Bu sanal dünya da olsa bile.
Teşekkür ederiz www.ayyildiz.org Ayyıldız Tim.
Ishak Telli
SON HAREKAT
--------------------------------------------------------------------------------
SON HAREKAT
Harekâtın Ayak Sesleri…
Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, 12 Nisan 2007 tarihinde yaptığı basın açıklamasıyla olası bir kara harekâtı ülkemiz gündemine taşınmıştır. Hatırlanacağı üzere Orgeneral Büyükanıt Irak’a ilişkin şu açıklamada bulunmuştu :
“Bugün PKK'yı Kuzey Irak'tan, Kuzey Irak'ı Irak'ın bütününden ayrı düşünerek çözümler üretemezsiniz, hepsi birbiriyle organik ilişki içinde. Şu soruyu bana sorabilirsiniz: 'Peki Kuzey Irak'a bir operasyon yapılmalı mı?' Yapılmalı. Olayın iki boyutu var. Birincisi sadece asker olarak baktığım zaman, evet yapılmalı. Fayda sağlar mı? Evet, sağlar. Olayın ikinci boyutu, siyasi olaydır. Bir hudut ötesi operasyon yapılması için bir siyasi kararın ortaya çıkması lazım... Türkiye'nin başındaki bu belayı def etmek zorundayız. Çocuklarımıza bırakacağımız Türkiye'de bu terör belası olmamalıdır."
Aslında bu konuşma ile Ortadoğu’da uygulanması gereken Türk dış politikasının ana hatları ortaya konulmuş ve askeri harekâtların bir siyasi hedefinin olması gerektiği de strateji uzmanlarına hatırlatılmıştır. Geç de olsa Irak kuzeyindeki PKK varlığına yönelik kara harekâtı 21 Şubat 2008 saat 19.00’dan itibaren başlamış, 29 Şubat günü ise son bulmuştur. Harekât öncesi siyasi durum şudur: Artan terör olayları üzerine Irak’taki PKK varlığının etkisiz hale getirilmesi maksadıyla, 5 Kasım’da Başkan Bush ile resmi bir görüşme yapan Başbakan Erdoğan, görüşme sonrası anlık istihbarat konsepti üzerinde mutabakata varıldığını açıklamış ve 16 Aralık 2007 tarihi itibariyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hava harekâtı başlamıştır. Ancak salt askeri harekâtın PKK terör örgütünü bitirmeyeceği aşikârdır ve hava harekâtıyla o arazi koşullarında terör örgütüne darbe vurmak da olası değildir. Peki öyleyse, bu harekât neden yapılmıştır?
Hava ve Kara Harekâtı…
Artan terör olaylarına karşı kamuoyunda yükselen ve sokağa taşan öfkeyi yatıştırmak harekâtın birinci amacı olmuştur. Uzun yıllardır terörle mücadeleyi sürdüren askerin, hemen yanı başındaki teröriste müdahale edemeyişinden doğan kızgınlığını dindirmek ise harekâtın bir başka amacıdır. Örgütün hareket serbestîsini kısıtlamak, mayına karşı olası zayiatları önlemek ve baskın yapmak da amaçlar arasındadır. Bu harekâtla Irak’ın dokunulmaz olmadığı ve PKK’nın da Irak’ta dokunulmaz olmadığı dünyaya gösterilmiştir. Türk Hava Kuvvetlerinin operasyon kabiliyeti sergilenmiş, dünyanın sayılı ordularınca yapılabilen böylesi bir harekâtla Türk ordusunun gücü ispatlamıştır. Az ya da çok önemli değil, örgüte darbe vurulmuştur. Teröristlerin morali bozulmuş, harekât inisiyatifi ele geçirilmiştir. Ayrıca, olası bir harekâtın alt yapısı hazırlanmıştır. Her zaman için bir kara harekâtı planını güncel tutan Genel Kurmay, harekât öncesi hava operasyonu ile hedeflerini baskı altında tutmuş, teröristlerin hareketini kısıtlamıştır. Tüm bu olumlu yönlerine karşılık bu tür harekâtla yirmi beş yıllık bir terör örgütünün bir anda dağılıp yok olmayacağı da bilinen bir gerçektir. Şimdi sorabiliriz, bu kara harekâtı askeri hedefine ulaşmış mıdır?
Harekâtın Açıklanan Hedefleri…
Bu soruya Genel Kurmay Başkanlığınca harekatın ilk gününde resmi bir açıklamayla cevap verilmiştir: ‘’Türk Silahlı Kuvvetleri; yurt içindeki operasyonlarına devam ederken, Irak’ın kuzeyinde üslenmiş PKK/KONGRA-GEL terör örgütü mensuplarını etkisiz kılmak ve bölgedeki örgütsel altyapıyı kullanılmaz hale getirmek maksadıyla, 21 Şubat 2008 günü saat 10:00-18:00 arasında, belirlenen hedefleri karada konuşlu uzun menzilli silahlar ve Hava Kuvvetlerine mensup uçaklar ile etkili bir şekilde vurmuştur. Başarıyla icra edilen ateşle taarruzdan sonra, aynı gün saat 19:00’dan itibaren Hava Kuvvetleri ile desteklenen bir sınır ötesi kara harekatı başlatılmıştır.’’
Bu açıklamadan anlaşılacağı üzere harekâtın amacı; PKK/KONGRA-GEL terör örgütü mensuplarını etkisiz kılmak ve bölgedeki örgütsel altyapıyı kullanılmaz hale getirmektir. Sadece Zap bölgesinde gerçekleştirilen bu harekât sonucunda 27 şehit verilmiş ve bir helikopterimiz kırıma uğramıştır. Etkisiz hale getirilen terörist sayısı ise 242’dir. Örgüt, uzun yıllardır elinde bulundurduğu bu kampta darbe almış ve kaçan az sayıda terörist muhtemelen hemen doğudaki Avaşin kampına çekilmiştir.
Bu durum, teröristlerin önceden seçilmiş fedai gruplarıyla Zap, Avaşin, Basyan ve Hakurk kamplarında direniş noktası oluşturduklarını göstermektedir. Dolayısıyla örgüt bu yerleri kolayca terk etmeyecek ve Türk ordusuna zayiat verdirmeye çalışmak suretiyle örgütün eylem gücünü kanıtlamaya çalışacaktır. Bu çerçevede en şiddetli çatışmaların Şemdinli güneyindeki Hakurk’ta ortaya çıkacağı değerlendirilmektedir. Zira arazi geniştir, zordur, tahkim edilmiştir, çok sayıda sığınak ve barınak mevcuttur. Bölgenin özellikleri teröristlere avantaj sağlamakta, savunmayı kolaylaştırmaktadır. Önceki hava harekâtlarının da bu bölgede yoğunlaşmış olması düşüncelerimizi teyit etmektedir. Ancak, Irak kuzeyinde bulunduğu belirtilen 2.600 terörist sayısına, Barzani kontrolündeki yaklaşık 1.500 teröristi de ilave ettiğimizde hedef olarak 4.100 terörist karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla bu harekâtla başlangıçtaki hedeflere ulaşılmış olduğunu söylemek mümkün değildir. Önümüzdeki bir hafta içerisinde olası bir baskın harekâtı elde mevcut istihbaratın tayin edeceği ikinci bir PKK kampını hedef alacaktır. Özel birlik harekâtlarının artarak devam etmesi beklen bir durumdur. Ancak örgütten kaçanların güneye kaydığı göz önüne alındığında harekât bölgesinin peşmerge alanlarına kadar genişlemesi ihtimali de göz önüne alınmalıdır. Barzani hedef listesine girecek midir? Bu sorunun cevabını harekâtın siyasi hedefinde aramak gerekmektedir. Önce, harekâtın siyasi hedefi nedir, var mıdır, inceleyelim.
Harekâtın Siyasi Hedefi Var mı?
Bu konuda yapılmış bir resmi bir açıklama yoktur. Hükümet hedefin terör örgütü olduğunu belirterek askeri hedefleri sınırlandırmaya çalışmaktadır. Siyasi hedefi olmayan bir askeri harekâtın anlamı ne olacaktır? Cudi ve Gabar dağlarına bahardan bu yana yapılan operasyonların anlamı ne ise, siyasi hedefi olmayan bir askeri harekâtın anlamı da bundan öteye geçemeyecektir. Aralarındaki yegâne fark, bu harekâtla mücadele alanının sınır ötesine kaymış olmasıdır. Peki, bu durumda askeri hedefler tamamen ele geçirilebilir mi? Hayır.
25 yılı aşkın bir zamandır kırsal alanda teröristlere yönelik sürdürülen mücadelede askeri bir başarı elde edildiği gerçektir ancak hala terör olayları önlemediğine göre tek başına bir askeri harekâtın çözüm olamayacağı da bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla harekâtın nihai başarısı siyasi desteğe ve kararlılığa bağlı olacaktır.
TSK.nin teröristle mücadelede gösterdiği kararlılığın aksine siyasi otorite hala terör ve teröristle bir mücadele stratejisi belirleyememiştir. Terörle mücadele konsepti geliştiremeyen siyasi otorite, denenmiş bir yolu tercih etmiş ve terörü yaratan faktörleri dikkate almayarak teröristle mücadeleyi askere havale etmiştir. PKK demek kuzey Irak demek değildir. Örgüt geçen yıllar içerisinde kurumsal bir yapıya kavuşmuştur. Geçmişten ders alınmış olsaydı, AB ülkelerindeki PKK’nın siyasi faaliyetleri etkisiz hale getirilmiş olacak ve örgütün uluslar arası bir boyut kazanması önlenebilecekti. Bugün PKK terör örgütü en önemli finansmanını Avrupa ülkelerinden sağlamaktadır. Kaçakçılık, gurbetçilerden alınan haraç, siyasi cephe faaliyetlerinden elde edilen gelirler de kesilememiştir.
Dağa çıkış sürecinin durdurulmasına yönelik gerekli tedbirler de alınmadığından örgütün insan kaynağı kurutulamamıştır. Dolayısıyla, finans kaynaklarının kurutulmadığı, dağa çıkışın önlenmediği, dış desteğin kesilmediği ve teröre karşı iç ve dış politikada milli bir duruş sergilenmediği sürece, sınır ötesi harekâtın hedefine ulaşması mümkün değildir.
Siyasi destekten yoksun bu harekât, örgüte darbe vuracaktır ama yok edemeyecektir.
Harekât, mevcut terörist kamplarını geçici olarak ortadan kaldıracak ama tekrar kullanımını önleyemeyecektir. Uzun yıllardır sürdürülen mücadelenin dünü ve bugünü arasındaki yegâne fark, PKK terör örgütünün daha fazla siyasallaşması olacaktır. Bunun doğal sonucunda da örgütün siyasi kanadı DTP halkımızı güvenlik güçlerine karşı kışkırtacak, toplumsal olaylar artarak devam edecektir. Nitekim Diyarbakır ve Van’da yapılan gösteriler bu hususu teyit etmektedir. Mevcut durum hükümetin kararlı olmadığını, aksine bir çelişki yaşadığını düşündürmektedir. Bir tarafta, TSK.leri sınır ötesine geçiyor, şehit veriliyor, milli kaynaklar seferber ediliyor ama diğer tarafta, provokatör bir grup Öcalan posterleri açıp örgüt lehine propaganda yapıyor ve siyasi otorite olaylar karşısında sessiz kalıyor, terör suçlarından hakkında soruşturma yapılmış ama dokunulmazlık nedeniyle yargılamayanlara da adalet yolunu açmıyor. Bunun anlamı nedir?
Hükümetin Harekâta Bakışı…
Hükümetin olayların tırmanışını durdurmaya yönelik kararlı bir tutum takınmayışı, dış politikada milli bir duruş sergileyemeyişi, terörle mücadelede askeri çözümün yanı sıra sosyal ve ekonomik tedbir arayışından ziyade siyasi çözüm arayışı içinde olduğunu göstermektedir. ABD ve Barzani’nin ve de PKK’nın da isteği doğrultudadır.
Dolayısıyla ortaya şöyle bir sonuç çıkmaktadır:
Ø Siyasi otorite Kürt Sorunu olarak tanımladığı terör sorununa siyasi bir çözüm arayışı içerisindedir.
Ø Siyasi otorite bu harekâtı, bir siyasi hedefin parçası olarak değil, yurt içinde teröriste karşı yürütülen askeri harekâtın bir uzantısı olarak görmektedir.
Ø Siyasi otorite, Avrupa’da diplomatik bir atağa geçerek örgütün siyasi cephesini çökertmek suretiyle bu harekâtı desteklemek gibi bir düşünce içerisinde değildir.
Ø Siyasi otorite, örgütün finans ve insan kaynaklarını önlemek için stratejik bir plan ortaya koyamamıştır.
Bu sonuçlar, askeri harekâtın siyasi destekten yoksun olduğunu göstermektedir.
Hal böyle olunca, bu harekât, siyasi hedeften ve siyasi destekten yoksun olduğu sürece kesin sonuca ulaşabilecek midir? Hayır. Önceki yapılmış sınır ötesi harekâtlardan hiçbir farkı kalmayacağı kesindir.
Harekâtın Siyasi Hedefi Ne Olmalı
Türkiye’nin ulusal çıkarlarını ön planda tutan milli bir strateji çerçevesinde bu harekâtın siyasi hedefi ne olmalıdır?
2002 yılında Türkiye’nin Kırmızı Çizgileri çizilmiştir. Buna göre;
1. Irak’ın bağımsızlığı, egemenliği, toprak bütünlüğü ve ulusal birliği sağlanmalıdır.
2. Irak’ın doğal kaynakları bir bütün olarak Irak ulusunun refahı için kullanılmalıdır.
3. Türkmenlerin hak ve özgürlükleri korunmalıdır.
4. Musul ve Kerkük peşmergeye bıkılmamalıdır.
4. Peşmerge ordusu değil, birleşik komuta adı altında yeni merkezi otoriteye karşı sorumlu bir ulusal ordu kurulmalıdır.
6. PKK’nın silah ve yer temin etme imkânı ortadan kaldırılmalıdır.
İşte kırmızı çizgilerimiz bunlardır ama bu çizgiler çoktan aşılmıştır. Bu durum Türkiye’nin itibar ve saygınlığına gölge düşürmüş, inandırıcılığını tartışılır hale getirmiştir. Bu yönüyle mevcut harekât daha da önem kazanmaktadır ve harekâtın siyasi hedefinin ne olması gerektiği yolunda ipucu vermektedir; ulusal çıkarlarımızı koruyacak bir siyasi hedef! Böylece, kuzeyde bağımsız bir devletin kurulmasını önlenmiş ve Türkmen varlığını ve hakları korunmuş olacaktır. Türkiye’nin Ortadoğu’daki gelişmelerin dışında kalmayacağı konusundaki kararlılığı da gösterilmiş olacaktır. Sonuç olarak siyasi hedef, önceden tayin edilmiş olan Kırmızı Çizgilerimizdir. Ancak bu siyasi hedef nasıl elde edilecektir?
Son Harekât…
Politik görüşmelerle sonuç alınması mümkün değildir. Çıkarlarının çatıştığı Ortadoğu’da siyasi hedefimizi elde edebilecek tek güç askeri güçtür. Kuzey Irak dağlarında teröristleri yok etmek zamana bağlı bir olaydır. Bitmeyecek çatışmalarla kaybedilecek zaman Türkiye’nin aleyhine işleyecektir. ABD ve İsrail’in Ortadoğu politikası bellidir ama Türkiye’nin politik hedefleri belli değildir. Kararsız bir Türkiye bölgede etkinliğini zaman içerisinde tamamen yitirecektir. Türkiye kararını vermeli ve Kırmızı Çizgilerini yeniden çizmelidir. Irak’ın şekillenmesi tamamlanmadan ortaya konulacak kararlı bir politika Türkiye’nin saygınlığını ve gücünü arttıracaktır. Dolayısıyla bu çerçevede kara harekâtı PKK ile mücadeleden öte stratejik bir mahiyet kazanmaktadır. Ulusal çıkarların korunduğu bir siyasi hedefe dayanan harekât Türkiye’yi bölgede söz sahibi yapacaktır. Varlığını Kerkük’te ya da Musul’da gösterecek bir Türk ordusu ile siyasi otorite, ABD’yi oval ofiste değil burada masaya oturmaya zorlayacaktır. ABD, Irak’ta zor durumdadır ve bugüne kadar 4.000 Amerikan askeri ölmüştür. ABD, Türk Ordusuna karşı ikinci bir harekâtı göze alamayacaktır. Üstelik Irak’tan çekilme zamanı geldiğinde ABD Türkiye’nin desteğine ihtiyaç duyacaktır. Yeni Irak’ın dirlik ve düzeninin kurulmasında istekleri karşılanmış bir Türkiye’nin önemli katkıları olacaktır. ABD bu faktörleri göz ardı edemeyecektir.
Bununla birlikte bölgesel politikalarda Suriye ve İran ile Irak’taki etkin politik güçlerin desteğinin sağlanması Türkiye’nin yararına olacaktır. İran’ın bu doğrultuda yapmış olduğu çağrı dikkate alınmalıdır.
Ortadoğu’da söz sahibi olmak isteyen Türkiye için çizmeye çalıştığımız bu yeni yol; Kıbrıs, Irak, Kafkas, Orta Asya ve Balkanlarda etki alanı yaratmayı amaçlayan bir Türkiye’nin gelecek yüzyıllardaki yol haritası olacaktır.
Bu seçeneğin dışında alışagelmiş bir harekât seçeneği, Barzani ve PKK’yı daha da güçlendirecek ve Türk varlığına tehdit bitmeyecektir. Terörle mücadelede yıllarını ve kaynaklarını heba eden Türkiye artık bir dönemeç noktasındadır ve geleceğimizi belirleyecek kararını vermelidir. Aksi halde Barzani, örgütten kaçanları toparlayacak ve Büyük Kürdistan hayalini gerçeğe dönüştürmek için siyasi etkinliğini artıracaktır. Bu etkinliği olası bir Kürt devletinin petrol ve siyasi gücüyle pekiştirecektir. Siyasi otoritenin Barzani’ye destek vermesi halinde ise bu süreç hızlanmış olacaktır. Böyle bir sonuç Türkiye’yi gelecek yüzyılda bölünmeye sürükleyecektir.
Sayın Genel Kurmay Başkanı’nın şu sözleri unutulmamalıdır:
"Bazı korkularımız var. Bu korkularımızın üstesinden gelmemiz gerekiyor. Türkiye bölünüyor mu? Kim bölecek Türkiye'yi? Kim bölebilir? Türkiye'yi bölmeye kimin gücü yeter? Türkiye'yi bölmeyi rüyalarında görenler, bu rüyanın sonunda kâbus görür. O dinamik güçler, Türkiye'yi koruyan o dinamik güçler var olduğu sürece, o rüyayı görenler kâbusla uyanırlar ve derslerini alırlar. Bir kere buna inanmamız lazım. Biz inanıyoruz. Kimse Türkiye'yi bölemez, ona cesaret edemez. Onu düşünenlerin biz gereğini yaparız. Böyle bir güç var mı? Yok. Hayal kuranlar var. Hayal kuranlara destek verenler de var. Geçmişte de hayal kurulmuş. O hayallerin içinde boğulurlar. Kimseye Türkiye'yi böldürmeyiz. Hiç kimse, hiçbir kurum Türkiye'yi anayasasıyla belirlenmiş rejiminin dışına çıkaramaz. Türkiye demokratik, laik, sosyal ve üniter bir devlettir. Bunun dışına Türkiye'yi çıkaracak hiçbir güç yok ve olmayacaktır."
Bizim düşüncemiz de budur. 21 Şubat’ta başlayan kara harekâtı yapılmasını umut ettiğimiz son harekâtın ayak sesi olarak kabul edilmeli, son harekâtın hedefi ise, Gazi Paşa’nın devrimlerini yurt sathına yaymak ve Türkiye’ye siyasi hedeflerine ulaşabilecek gücü ve saygınlığı kazandırmak olmalıdır…
--------------------------------------------------------------------------------
Konu ERDAL SARIZEYBEK tarafından (3 Hafta önce Saat 12:24 ) değiştirilmiştir.. Sebep: 10 MART CUMHURİYET GAZETESİ STRATEJİ EKİ'İNDE YAYIMLANMIŞTIR.
SON HAREKAT
Harekâtın Ayak Sesleri…
Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, 12 Nisan 2007 tarihinde yaptığı basın açıklamasıyla olası bir kara harekâtı ülkemiz gündemine taşınmıştır. Hatırlanacağı üzere Orgeneral Büyükanıt Irak’a ilişkin şu açıklamada bulunmuştu :
“Bugün PKK'yı Kuzey Irak'tan, Kuzey Irak'ı Irak'ın bütününden ayrı düşünerek çözümler üretemezsiniz, hepsi birbiriyle organik ilişki içinde. Şu soruyu bana sorabilirsiniz: 'Peki Kuzey Irak'a bir operasyon yapılmalı mı?' Yapılmalı. Olayın iki boyutu var. Birincisi sadece asker olarak baktığım zaman, evet yapılmalı. Fayda sağlar mı? Evet, sağlar. Olayın ikinci boyutu, siyasi olaydır. Bir hudut ötesi operasyon yapılması için bir siyasi kararın ortaya çıkması lazım... Türkiye'nin başındaki bu belayı def etmek zorundayız. Çocuklarımıza bırakacağımız Türkiye'de bu terör belası olmamalıdır."
Aslında bu konuşma ile Ortadoğu’da uygulanması gereken Türk dış politikasının ana hatları ortaya konulmuş ve askeri harekâtların bir siyasi hedefinin olması gerektiği de strateji uzmanlarına hatırlatılmıştır. Geç de olsa Irak kuzeyindeki PKK varlığına yönelik kara harekâtı 21 Şubat 2008 saat 19.00’dan itibaren başlamış, 29 Şubat günü ise son bulmuştur. Harekât öncesi siyasi durum şudur: Artan terör olayları üzerine Irak’taki PKK varlığının etkisiz hale getirilmesi maksadıyla, 5 Kasım’da Başkan Bush ile resmi bir görüşme yapan Başbakan Erdoğan, görüşme sonrası anlık istihbarat konsepti üzerinde mutabakata varıldığını açıklamış ve 16 Aralık 2007 tarihi itibariyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hava harekâtı başlamıştır. Ancak salt askeri harekâtın PKK terör örgütünü bitirmeyeceği aşikârdır ve hava harekâtıyla o arazi koşullarında terör örgütüne darbe vurmak da olası değildir. Peki öyleyse, bu harekât neden yapılmıştır?
Hava ve Kara Harekâtı…
Artan terör olaylarına karşı kamuoyunda yükselen ve sokağa taşan öfkeyi yatıştırmak harekâtın birinci amacı olmuştur. Uzun yıllardır terörle mücadeleyi sürdüren askerin, hemen yanı başındaki teröriste müdahale edemeyişinden doğan kızgınlığını dindirmek ise harekâtın bir başka amacıdır. Örgütün hareket serbestîsini kısıtlamak, mayına karşı olası zayiatları önlemek ve baskın yapmak da amaçlar arasındadır. Bu harekâtla Irak’ın dokunulmaz olmadığı ve PKK’nın da Irak’ta dokunulmaz olmadığı dünyaya gösterilmiştir. Türk Hava Kuvvetlerinin operasyon kabiliyeti sergilenmiş, dünyanın sayılı ordularınca yapılabilen böylesi bir harekâtla Türk ordusunun gücü ispatlamıştır. Az ya da çok önemli değil, örgüte darbe vurulmuştur. Teröristlerin morali bozulmuş, harekât inisiyatifi ele geçirilmiştir. Ayrıca, olası bir harekâtın alt yapısı hazırlanmıştır. Her zaman için bir kara harekâtı planını güncel tutan Genel Kurmay, harekât öncesi hava operasyonu ile hedeflerini baskı altında tutmuş, teröristlerin hareketini kısıtlamıştır. Tüm bu olumlu yönlerine karşılık bu tür harekâtla yirmi beş yıllık bir terör örgütünün bir anda dağılıp yok olmayacağı da bilinen bir gerçektir. Şimdi sorabiliriz, bu kara harekâtı askeri hedefine ulaşmış mıdır?
Harekâtın Açıklanan Hedefleri…
Bu soruya Genel Kurmay Başkanlığınca harekatın ilk gününde resmi bir açıklamayla cevap verilmiştir: ‘’Türk Silahlı Kuvvetleri; yurt içindeki operasyonlarına devam ederken, Irak’ın kuzeyinde üslenmiş PKK/KONGRA-GEL terör örgütü mensuplarını etkisiz kılmak ve bölgedeki örgütsel altyapıyı kullanılmaz hale getirmek maksadıyla, 21 Şubat 2008 günü saat 10:00-18:00 arasında, belirlenen hedefleri karada konuşlu uzun menzilli silahlar ve Hava Kuvvetlerine mensup uçaklar ile etkili bir şekilde vurmuştur. Başarıyla icra edilen ateşle taarruzdan sonra, aynı gün saat 19:00’dan itibaren Hava Kuvvetleri ile desteklenen bir sınır ötesi kara harekatı başlatılmıştır.’’
Bu açıklamadan anlaşılacağı üzere harekâtın amacı; PKK/KONGRA-GEL terör örgütü mensuplarını etkisiz kılmak ve bölgedeki örgütsel altyapıyı kullanılmaz hale getirmektir. Sadece Zap bölgesinde gerçekleştirilen bu harekât sonucunda 27 şehit verilmiş ve bir helikopterimiz kırıma uğramıştır. Etkisiz hale getirilen terörist sayısı ise 242’dir. Örgüt, uzun yıllardır elinde bulundurduğu bu kampta darbe almış ve kaçan az sayıda terörist muhtemelen hemen doğudaki Avaşin kampına çekilmiştir.
Bu durum, teröristlerin önceden seçilmiş fedai gruplarıyla Zap, Avaşin, Basyan ve Hakurk kamplarında direniş noktası oluşturduklarını göstermektedir. Dolayısıyla örgüt bu yerleri kolayca terk etmeyecek ve Türk ordusuna zayiat verdirmeye çalışmak suretiyle örgütün eylem gücünü kanıtlamaya çalışacaktır. Bu çerçevede en şiddetli çatışmaların Şemdinli güneyindeki Hakurk’ta ortaya çıkacağı değerlendirilmektedir. Zira arazi geniştir, zordur, tahkim edilmiştir, çok sayıda sığınak ve barınak mevcuttur. Bölgenin özellikleri teröristlere avantaj sağlamakta, savunmayı kolaylaştırmaktadır. Önceki hava harekâtlarının da bu bölgede yoğunlaşmış olması düşüncelerimizi teyit etmektedir. Ancak, Irak kuzeyinde bulunduğu belirtilen 2.600 terörist sayısına, Barzani kontrolündeki yaklaşık 1.500 teröristi de ilave ettiğimizde hedef olarak 4.100 terörist karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla bu harekâtla başlangıçtaki hedeflere ulaşılmış olduğunu söylemek mümkün değildir. Önümüzdeki bir hafta içerisinde olası bir baskın harekâtı elde mevcut istihbaratın tayin edeceği ikinci bir PKK kampını hedef alacaktır. Özel birlik harekâtlarının artarak devam etmesi beklen bir durumdur. Ancak örgütten kaçanların güneye kaydığı göz önüne alındığında harekât bölgesinin peşmerge alanlarına kadar genişlemesi ihtimali de göz önüne alınmalıdır. Barzani hedef listesine girecek midir? Bu sorunun cevabını harekâtın siyasi hedefinde aramak gerekmektedir. Önce, harekâtın siyasi hedefi nedir, var mıdır, inceleyelim.
Harekâtın Siyasi Hedefi Var mı?
Bu konuda yapılmış bir resmi bir açıklama yoktur. Hükümet hedefin terör örgütü olduğunu belirterek askeri hedefleri sınırlandırmaya çalışmaktadır. Siyasi hedefi olmayan bir askeri harekâtın anlamı ne olacaktır? Cudi ve Gabar dağlarına bahardan bu yana yapılan operasyonların anlamı ne ise, siyasi hedefi olmayan bir askeri harekâtın anlamı da bundan öteye geçemeyecektir. Aralarındaki yegâne fark, bu harekâtla mücadele alanının sınır ötesine kaymış olmasıdır. Peki, bu durumda askeri hedefler tamamen ele geçirilebilir mi? Hayır.
25 yılı aşkın bir zamandır kırsal alanda teröristlere yönelik sürdürülen mücadelede askeri bir başarı elde edildiği gerçektir ancak hala terör olayları önlemediğine göre tek başına bir askeri harekâtın çözüm olamayacağı da bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla harekâtın nihai başarısı siyasi desteğe ve kararlılığa bağlı olacaktır.
TSK.nin teröristle mücadelede gösterdiği kararlılığın aksine siyasi otorite hala terör ve teröristle bir mücadele stratejisi belirleyememiştir. Terörle mücadele konsepti geliştiremeyen siyasi otorite, denenmiş bir yolu tercih etmiş ve terörü yaratan faktörleri dikkate almayarak teröristle mücadeleyi askere havale etmiştir. PKK demek kuzey Irak demek değildir. Örgüt geçen yıllar içerisinde kurumsal bir yapıya kavuşmuştur. Geçmişten ders alınmış olsaydı, AB ülkelerindeki PKK’nın siyasi faaliyetleri etkisiz hale getirilmiş olacak ve örgütün uluslar arası bir boyut kazanması önlenebilecekti. Bugün PKK terör örgütü en önemli finansmanını Avrupa ülkelerinden sağlamaktadır. Kaçakçılık, gurbetçilerden alınan haraç, siyasi cephe faaliyetlerinden elde edilen gelirler de kesilememiştir.
Dağa çıkış sürecinin durdurulmasına yönelik gerekli tedbirler de alınmadığından örgütün insan kaynağı kurutulamamıştır. Dolayısıyla, finans kaynaklarının kurutulmadığı, dağa çıkışın önlenmediği, dış desteğin kesilmediği ve teröre karşı iç ve dış politikada milli bir duruş sergilenmediği sürece, sınır ötesi harekâtın hedefine ulaşması mümkün değildir.
Siyasi destekten yoksun bu harekât, örgüte darbe vuracaktır ama yok edemeyecektir.
Harekât, mevcut terörist kamplarını geçici olarak ortadan kaldıracak ama tekrar kullanımını önleyemeyecektir. Uzun yıllardır sürdürülen mücadelenin dünü ve bugünü arasındaki yegâne fark, PKK terör örgütünün daha fazla siyasallaşması olacaktır. Bunun doğal sonucunda da örgütün siyasi kanadı DTP halkımızı güvenlik güçlerine karşı kışkırtacak, toplumsal olaylar artarak devam edecektir. Nitekim Diyarbakır ve Van’da yapılan gösteriler bu hususu teyit etmektedir. Mevcut durum hükümetin kararlı olmadığını, aksine bir çelişki yaşadığını düşündürmektedir. Bir tarafta, TSK.leri sınır ötesine geçiyor, şehit veriliyor, milli kaynaklar seferber ediliyor ama diğer tarafta, provokatör bir grup Öcalan posterleri açıp örgüt lehine propaganda yapıyor ve siyasi otorite olaylar karşısında sessiz kalıyor, terör suçlarından hakkında soruşturma yapılmış ama dokunulmazlık nedeniyle yargılamayanlara da adalet yolunu açmıyor. Bunun anlamı nedir?
Hükümetin Harekâta Bakışı…
Hükümetin olayların tırmanışını durdurmaya yönelik kararlı bir tutum takınmayışı, dış politikada milli bir duruş sergileyemeyişi, terörle mücadelede askeri çözümün yanı sıra sosyal ve ekonomik tedbir arayışından ziyade siyasi çözüm arayışı içinde olduğunu göstermektedir. ABD ve Barzani’nin ve de PKK’nın da isteği doğrultudadır.
Dolayısıyla ortaya şöyle bir sonuç çıkmaktadır:
Ø Siyasi otorite Kürt Sorunu olarak tanımladığı terör sorununa siyasi bir çözüm arayışı içerisindedir.
Ø Siyasi otorite bu harekâtı, bir siyasi hedefin parçası olarak değil, yurt içinde teröriste karşı yürütülen askeri harekâtın bir uzantısı olarak görmektedir.
Ø Siyasi otorite, Avrupa’da diplomatik bir atağa geçerek örgütün siyasi cephesini çökertmek suretiyle bu harekâtı desteklemek gibi bir düşünce içerisinde değildir.
Ø Siyasi otorite, örgütün finans ve insan kaynaklarını önlemek için stratejik bir plan ortaya koyamamıştır.
Bu sonuçlar, askeri harekâtın siyasi destekten yoksun olduğunu göstermektedir.
Hal böyle olunca, bu harekât, siyasi hedeften ve siyasi destekten yoksun olduğu sürece kesin sonuca ulaşabilecek midir? Hayır. Önceki yapılmış sınır ötesi harekâtlardan hiçbir farkı kalmayacağı kesindir.
Harekâtın Siyasi Hedefi Ne Olmalı
Türkiye’nin ulusal çıkarlarını ön planda tutan milli bir strateji çerçevesinde bu harekâtın siyasi hedefi ne olmalıdır?
2002 yılında Türkiye’nin Kırmızı Çizgileri çizilmiştir. Buna göre;
1. Irak’ın bağımsızlığı, egemenliği, toprak bütünlüğü ve ulusal birliği sağlanmalıdır.
2. Irak’ın doğal kaynakları bir bütün olarak Irak ulusunun refahı için kullanılmalıdır.
3. Türkmenlerin hak ve özgürlükleri korunmalıdır.
4. Musul ve Kerkük peşmergeye bıkılmamalıdır.
4. Peşmerge ordusu değil, birleşik komuta adı altında yeni merkezi otoriteye karşı sorumlu bir ulusal ordu kurulmalıdır.
6. PKK’nın silah ve yer temin etme imkânı ortadan kaldırılmalıdır.
İşte kırmızı çizgilerimiz bunlardır ama bu çizgiler çoktan aşılmıştır. Bu durum Türkiye’nin itibar ve saygınlığına gölge düşürmüş, inandırıcılığını tartışılır hale getirmiştir. Bu yönüyle mevcut harekât daha da önem kazanmaktadır ve harekâtın siyasi hedefinin ne olması gerektiği yolunda ipucu vermektedir; ulusal çıkarlarımızı koruyacak bir siyasi hedef! Böylece, kuzeyde bağımsız bir devletin kurulmasını önlenmiş ve Türkmen varlığını ve hakları korunmuş olacaktır. Türkiye’nin Ortadoğu’daki gelişmelerin dışında kalmayacağı konusundaki kararlılığı da gösterilmiş olacaktır. Sonuç olarak siyasi hedef, önceden tayin edilmiş olan Kırmızı Çizgilerimizdir. Ancak bu siyasi hedef nasıl elde edilecektir?
Son Harekât…
Politik görüşmelerle sonuç alınması mümkün değildir. Çıkarlarının çatıştığı Ortadoğu’da siyasi hedefimizi elde edebilecek tek güç askeri güçtür. Kuzey Irak dağlarında teröristleri yok etmek zamana bağlı bir olaydır. Bitmeyecek çatışmalarla kaybedilecek zaman Türkiye’nin aleyhine işleyecektir. ABD ve İsrail’in Ortadoğu politikası bellidir ama Türkiye’nin politik hedefleri belli değildir. Kararsız bir Türkiye bölgede etkinliğini zaman içerisinde tamamen yitirecektir. Türkiye kararını vermeli ve Kırmızı Çizgilerini yeniden çizmelidir. Irak’ın şekillenmesi tamamlanmadan ortaya konulacak kararlı bir politika Türkiye’nin saygınlığını ve gücünü arttıracaktır. Dolayısıyla bu çerçevede kara harekâtı PKK ile mücadeleden öte stratejik bir mahiyet kazanmaktadır. Ulusal çıkarların korunduğu bir siyasi hedefe dayanan harekât Türkiye’yi bölgede söz sahibi yapacaktır. Varlığını Kerkük’te ya da Musul’da gösterecek bir Türk ordusu ile siyasi otorite, ABD’yi oval ofiste değil burada masaya oturmaya zorlayacaktır. ABD, Irak’ta zor durumdadır ve bugüne kadar 4.000 Amerikan askeri ölmüştür. ABD, Türk Ordusuna karşı ikinci bir harekâtı göze alamayacaktır. Üstelik Irak’tan çekilme zamanı geldiğinde ABD Türkiye’nin desteğine ihtiyaç duyacaktır. Yeni Irak’ın dirlik ve düzeninin kurulmasında istekleri karşılanmış bir Türkiye’nin önemli katkıları olacaktır. ABD bu faktörleri göz ardı edemeyecektir.
Bununla birlikte bölgesel politikalarda Suriye ve İran ile Irak’taki etkin politik güçlerin desteğinin sağlanması Türkiye’nin yararına olacaktır. İran’ın bu doğrultuda yapmış olduğu çağrı dikkate alınmalıdır.
Ortadoğu’da söz sahibi olmak isteyen Türkiye için çizmeye çalıştığımız bu yeni yol; Kıbrıs, Irak, Kafkas, Orta Asya ve Balkanlarda etki alanı yaratmayı amaçlayan bir Türkiye’nin gelecek yüzyıllardaki yol haritası olacaktır.
Bu seçeneğin dışında alışagelmiş bir harekât seçeneği, Barzani ve PKK’yı daha da güçlendirecek ve Türk varlığına tehdit bitmeyecektir. Terörle mücadelede yıllarını ve kaynaklarını heba eden Türkiye artık bir dönemeç noktasındadır ve geleceğimizi belirleyecek kararını vermelidir. Aksi halde Barzani, örgütten kaçanları toparlayacak ve Büyük Kürdistan hayalini gerçeğe dönüştürmek için siyasi etkinliğini artıracaktır. Bu etkinliği olası bir Kürt devletinin petrol ve siyasi gücüyle pekiştirecektir. Siyasi otoritenin Barzani’ye destek vermesi halinde ise bu süreç hızlanmış olacaktır. Böyle bir sonuç Türkiye’yi gelecek yüzyılda bölünmeye sürükleyecektir.
Sayın Genel Kurmay Başkanı’nın şu sözleri unutulmamalıdır:
"Bazı korkularımız var. Bu korkularımızın üstesinden gelmemiz gerekiyor. Türkiye bölünüyor mu? Kim bölecek Türkiye'yi? Kim bölebilir? Türkiye'yi bölmeye kimin gücü yeter? Türkiye'yi bölmeyi rüyalarında görenler, bu rüyanın sonunda kâbus görür. O dinamik güçler, Türkiye'yi koruyan o dinamik güçler var olduğu sürece, o rüyayı görenler kâbusla uyanırlar ve derslerini alırlar. Bir kere buna inanmamız lazım. Biz inanıyoruz. Kimse Türkiye'yi bölemez, ona cesaret edemez. Onu düşünenlerin biz gereğini yaparız. Böyle bir güç var mı? Yok. Hayal kuranlar var. Hayal kuranlara destek verenler de var. Geçmişte de hayal kurulmuş. O hayallerin içinde boğulurlar. Kimseye Türkiye'yi böldürmeyiz. Hiç kimse, hiçbir kurum Türkiye'yi anayasasıyla belirlenmiş rejiminin dışına çıkaramaz. Türkiye demokratik, laik, sosyal ve üniter bir devlettir. Bunun dışına Türkiye'yi çıkaracak hiçbir güç yok ve olmayacaktır."
Bizim düşüncemiz de budur. 21 Şubat’ta başlayan kara harekâtı yapılmasını umut ettiğimiz son harekâtın ayak sesi olarak kabul edilmeli, son harekâtın hedefi ise, Gazi Paşa’nın devrimlerini yurt sathına yaymak ve Türkiye’ye siyasi hedeflerine ulaşabilecek gücü ve saygınlığı kazandırmak olmalıdır…
--------------------------------------------------------------------------------
Konu ERDAL SARIZEYBEK tarafından (3 Hafta önce Saat 12:24 ) değiştirilmiştir.. Sebep: 10 MART CUMHURİYET GAZETESİ STRATEJİ EKİ'İNDE YAYIMLANMIŞTIR.
DAĞLICA BASKINI ŞEHİTLERİN SORUMLUSU??????
DAĞLICA BASKINI ŞEHİTLERİN SORUMLUSU????
Rüyalarımız bile çatışmalı, bir türlü nasip olmadı huzuru görmek; ya teröristler kuşatıyor bizi ya da biz onları. Ama ne gariptir ki; biz ateş edince onlara bir şey olmuyor, buna karşılık onlar taş atsa kafamıza düşüyor. Bizim mermiler sanki plastik, etkilemiyor hiç. Ama terörist tetiği çekince ortalık toz duman oluyor; roketler, mayınlar, bombalar hepsi patlıyor bir bir. Hep sıkıntılı, kâbus dolu rüyalar terk etmedi bizi hiç, yıllardır. Bir keresinde kendimizi bir terörist kampında buluyorum, gizlice ilerlemiş ta içlerine kadar sızmışız. Bir anda fark ediyorlar bizi, hemen ateş etmeye başlıyoruz ama boşuna, mermi üç metre bile gitmiyor. Ama o hainler öksürse biz havalanıp uçuyoruz, bu ne biçim rüya, hiç acıması da yok! Sonu gelmeden uyanıyoruz ama tarifsiz bir iç sıkıntısı ile gün bile huzurlu batmıyor artık.
Bir sarsıntıyla uyandım gene kâbus dolu bir rüyadan:
- Baba kalk, baba, karakola saldırmışlar, baba kalk, dedi telaşla küçük kızım Ayşe.
İlkokula Nusaybin'de başladı küçük kızım. O yıllarda Hudut Bölük Komutanıyım, hudut ise evin önünden geçiyor yeni sisteme göre. İki yıl beni hiç görmediler desem yalan olmaz; onlar uyanırken ben yatıyorum, onlar yatarken ben hudutta. Hatırladığı silah sesleri, el bombası ve roket patlamaları. Silaha alışık kızım, teröre de teröriste de alışık, tedirgin, korkulu ve şüpheli, işte o yıllardan arta kalan bu.
92'de Şemdinli'ye gittiğimizde daha on yaşındaydı. Teknoloji geliştiği için artık çatışmaları televizyondan takip ediyordu. Alan ve Aktütün çatışmaları sonrası ünlü program yapımcısı Ertürk Yöndem, yanımıza gelip olayları canlı olarak sizlere aktardığı dönemde kızım da televizyondan izliyordu bizi: Baba, seni gördüm, derken sesindeki endişe ve korku hala kulaklarımda.
Karakol baskınlarından çok acı çektik biz yıllar boyu, hiç bitmedi. Baskın demek; şehit demektir, gözyaşı, hüzün, dram, parçalanmış ailelerin iç yakan görüntüsü, feryat, isyan, öfke demektir. Yaşayan iyi bilir bunu. Kitaplarımızı okuduğu için kızım Ayşe, şehit haberi geldiğinde ne çok etkilendiğimizi bilir. Terörle mücadele etmesi gerekenlerin, iş yapacağı yerde bizim acılarımızı seyretmesine de çok öfkelendiğimizi bilir. Bu nedenle sabahın köründe telaşla uyandırdı beni:
- Baba kalk, kalk baba, teröristler karakola saldırmış!
Yatak odası ile salon arası on saniye. Gene mi, dedim içimden, gene mi! Etrafınızda dolaşan tehdidi yok etmez iseniz olacağı budur işte, yazık değil mi vatan evlatlarına, diye kızgınlıkla söylenerek televizyonun karşısına geçtim, tam on saniye sonra.
Yıl 2007. 21 Ekim Pazar. Saat 08.00. Tüm kanallarda son dakika haberi:
'' Teröristler Dağlıca karakoluna saldırdı. Çok sayıda şehit olduğu haberleri alınıyor ancak henüz teyit edilemedi. Kayıp askerler de olduğu söyleniyor. Gece yarısı Dağlıca karakoluna saldırı düzenleyen teröristlerle çatışmaların sürdüğü haberi alındı. Genel Kurmay Başkanlığından henüz bir açıklama gelmedi. Gelişmeleri duyurmaya devam edeceğiz.''
Yüzümde şaşkınlık yoktu, hiç ses çıkarmadan izliyordum haberleri. Ancak, düşündükçe içimde kabaran bir öfke ve kızgınlık yüreğimi daralttı. Bunlar tarihten de hiç ders almamış, dedim kendi kendime, içim öfke dolu.
Dağlıca; Hakkâri/Yüksekova ilçemizin bir köyü. Yüksekova'ya 55, Irak sınırına 4 kilometre uzakta. Dağlıca'ya en yakın köy, Yeşiltaş Köyü. İki köy arasında Avaşin Çayı var. Avaşin Çayı üzerinde de, Dağlıca'ya ulaşımı sağlayan Avaşin Köprüsü bulunur. Dağlıca'nın kuzeyi dağlar, güneyi dağlar, bu nedenle Dağlıca demişler, dağların ortasındaki bu köye.
Önemi nedir askeri açıdan; teröristlerin Irak kuzeyindeki Avaşin( Mezi, Keryaderi, Şive kamplarının bulunduğu alan) bölgesinden Hakkâri İki Yaka dağlarına açıldığı noktada bulunur. 92 Eylül çatışmalarının kritik ismi olan Aktütün karakolunun kuzeyi. İkisi arasında bir Üzümkıran vardı, yiğit Üzümkıran, onu da terk etmiştik 90'lı yıllarda, dayanamadılar göç ettiler. Yalnız kaldı Dağlıca, bir tek başına koca dağların arasında.
İki Yaka dağlarını kontrol altında tutarsanız ne olur; Hakkâri ve ilçelerine açılım sağlarsınız. Kamp kurar, bölgede yaşayan halkımız üzerinde otorite olursunuz. Askeri birliklere eylemleri planlar, koordine eder ve gerçekleştirirsiniz. Başkale ve Yüksekova hattında yapılan uyuşturucu kaçakçılığını yönetirsiniz. Kurtarılmış bölge olur, bir parça özgür vatan olur teröristler için, yurt içinde kamp kurmanın morali olur, psikolojik avantaj sağlar ve daha çok şeyler. Bu nedenle Dağlıca çok önemlidir bizim için çünkü bizimdir, vatan toprağıdır.
Şimdi diyor ki televizyonlar teröristler Dağlıca Piyade Taburunu basmış! Basacak elbet, bu cesareti nerden alıyorlar, siz ona bakın!
Şimdi diyorlar ki, teröristler askerimizi şehit etmiş! Edecek elbet, başka ne bekliyordunuz ki, siz buna sebep olanlara bakın!
Bizi yönetenler aylardır tartışacağı yerde, terörist içeride mi yoksa dışarıda mı, Irak'a operasyon yapılsın mı yoksa yapılmasın mı, diye aylardır tartışacağı yerde Kuzey Irak'taki bu tehdidi yok etseydi Dağlıca'da bu baskın olmazdı, biz de şehit vermezdik ve sekiz askerimiz kaçırılarak bize tarihin ikinci bir Süleymaniye Vakası yaşatılmış olmazdı! Bunun hesabın ı kim verecek!
Daha dün Şırnak'ta göz bebeğimiz komandoyu pusuya düşürmediler mi, 13 şehit vermedik mi? Daha dün Şırnak'ta korucularımızı vatandaşlarımızı öldürmediler mi, 14 şehit vermedik mi? 12 Nisan'da Genel Kurmay Başkanı, Irak'a operasyon şart, demedi mi? Bunlar daha neyi tartışıyor, ne yapıyor bunlar! Teröristin yeri beli ini belli, kampı belli yolu belli! Teröristler Dağlıca karakolunu basmışmış, basar elbet, bu fırsatı onlara veren kim, bu cesareti bu cüreti veren kim, siz ona bakın!
İçim öfke dolu, kızgınlık dolu, kendi kendime söylenip duruyorum. Çatışmalar aklıma geldi; şehitler, acılar. İran'ın bizim teröristlere bir zamanlar verdiği destek, Özal'ın dış politikası, Çekiç güç, Amerika ve İsrail, Ortadoğu, petrol, bizi yönetenler ve şehitler. Sustum bende ve düşüncelerimle yalnız kaldım, daldım koyu simsiyah düşüncelerime...
- Komutanım, yardım et!
Gün doğumuyla başlayan çatışma beş saattir sürüyordu. Irak'tan gelen teröristler Meşelik, Leylek Dağı, Dereyanı ve Konur istikametinde dört koldan Aktütün'e saldırıyordu. Irak kuzeyindeki Hakurk kampından gelip Basyan kampına geçmişler ve saldırıyı düzenlemişlerdi[1].Yardım isteyen asker ilk sayılan üç yerin tam ortasında kalmıştı. Yanındaki iki asker ise şehit düşmüştü, yalnızdı.
- Komutanım, yardım et!
Kendisine en yakın mevzi yaklaşık beş yüz metre uzaktaki Bayrak Tepe idi, sarp ve dik bir kayalığın üzerinde kurulu bir mevzi. Bu mevzi yerini terk edip askerin yardıma gitse teröristler hemen orayı alacak ve bir daha o istikamette ilerleme şansımız kalmayacak dolayısıyla çevredeki askerlerin de yaşamı tehlikeye girecekti.
- Komutanım yardım et!
Bayrak Tepe en uçtaki son mevzi idi, yardım isteyen ise ondan da ilerlideki son asker. Makineli tüfek nişancısıydı. Irak'tan Leylek Dağına doğru gelen önemli bir yaklaşma istikametini tek başına kapatıyordu, iki şehit yanında ve Allah'la baş başa. Telsizi vardı ve son bir saattir çağrıları devam ediyordu. Yan mevzideki komutanı Asteğmen Ejder Polat hain kurşunla şehit olmuştu.
- Komutanım yardım et!
- Evladım. Ben tabur komutanı, helikopterler bölgeye geldi. Takviye unsurlar birazdan yanında olacak. Uçaklar havalandı. Hepsinin işini bitirecek. Dayan oğlum, dayan.
Bayrak Tepe ile asıl kuvvetlerin bulunduğu Aktütün arasında ise yaklaşık on beş terörist çembere alınmış, kaçamıyor, hem Bayrak hem de Aktütün timlerinin ateşi ile tek tek vuruluyordu. Bunlar temizlenmeden ne Bayrağa ne de ötesine geçme şansımız vardı. Çemberin bir ucu olan Berçay sırtlarında ise tim komutanı Astsubay Aşkın Yeldiren şehit düşmüş, kalan askerleri ise çatışmaya devam ediyordu.
- Komutanım yardım et!
- Evladım. Merak etme. Birazdan takviyeler gelecek, helikopterler zaten burada, uçaklar da burada olacak, sana yardım edeceğiz. Merak etme. Sakin ol. Etrafını gözetle. Teröristlerin yaklaşmasına izin verme. Dayan oğlum geliyoruz!
Akılma geldikçe bu yaşadıklarımız, ''Bizi kim bu duruma düşürdü, kim'', diye isyan ettim kendime. Türk askerini bu duruma kim düşürdü, dedim sertçe. Adalet Bakanı Mehmet Al Şahin Dağlıca saldırısında sekiz askerimizin kaçırılma olayı için, Türk askeri bu duruma düşmemeliydi, gibilerinden sözler etmiş. Neden soran yok O'na, askeri bu duruma düşüren kimdir, diye, neden? Şimdi medya tartışıyor, Dağlıca olayının sorumlusu kim, diye.
Bunu soranlar önce tarihin tozlu sayfalarını geriye doğru çevirip 90'lı yıllara gelsinler. 13 Eylül 1992 tarihini bulsunlar ve 22 şehit kanının kutsal topraklarımızı suladığı Aktütün'e gitsinler. Orada görevli genç bir binbaşı vardı, onu bulup saldırıların da şehitlerin de sorumlusunun kim olduğunu sorsunlar. Alacakları tek bir cevap vardır, hükümet, bizi yönetenler, sorumlu siyasiler!
Dağlıca'da sorumlu aramaya başlamadan önce bulabiliyorsanız eğer 92 baskınlarının sorumlularını bulunuz. O sorumlular bulunmadan Dağlıca bitmez, daha nice Dağlıca'lar çıkacak karşımıza, yönetenin hesap vermediği bir ülkede şehitler bitmez!
Bu konuşmalar ve yukarıdaki olaylar yakın tarihimize 22 şehitle yazılmış Aktütün çatışmasında geçer. Yıl 1992, aylardan Eylül. Olaydan daha bir hafta önce bizzat tarafımdan dönemin Cumhurbaşkanı Özal'a brifing verilmiş ve mevcut tehdit anlatılmıştır; Hakurk'ta binlerce teröristin üslendiği, Basyan ve Mezi kamplarında teröristlerin bulunduğu ve bu teröristlerin ''bir parça özgür vatan'' sloganıyla başta ilçe merkezi olmak üzere Şemdinli'deki askeri birliklere imha amaçlı saldırılar düzenleyeceği bizzat tarafımdan anlatılmıştır. Doğal olanı, olması gerekeni, devlet olan bir devletin yapacağı derhal bu tehdidi yok etmek olmalıydı ama olmadı, yapmadılar ve biz, onların bu kayıtsızlığı yüzünden Aktütün'de 22, Derecik'te 33 şehit verdik karakol baskınlarında, hem de Cumhurbaşkanı bölgeden ayrıldıktan bir hafta sonra.
Dağlıca'daki askerlerin konuşmalarını duyar gibi oluyorum: Komutanım, yardım et, diyen ve içim acı doluyor, yönetene isyan ediyorum düşüncelerimle!
--------------------------------------------------------------------------------
ERDAL SARIZEYBEK.(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Rüyalarımız bile çatışmalı, bir türlü nasip olmadı huzuru görmek; ya teröristler kuşatıyor bizi ya da biz onları. Ama ne gariptir ki; biz ateş edince onlara bir şey olmuyor, buna karşılık onlar taş atsa kafamıza düşüyor. Bizim mermiler sanki plastik, etkilemiyor hiç. Ama terörist tetiği çekince ortalık toz duman oluyor; roketler, mayınlar, bombalar hepsi patlıyor bir bir. Hep sıkıntılı, kâbus dolu rüyalar terk etmedi bizi hiç, yıllardır. Bir keresinde kendimizi bir terörist kampında buluyorum, gizlice ilerlemiş ta içlerine kadar sızmışız. Bir anda fark ediyorlar bizi, hemen ateş etmeye başlıyoruz ama boşuna, mermi üç metre bile gitmiyor. Ama o hainler öksürse biz havalanıp uçuyoruz, bu ne biçim rüya, hiç acıması da yok! Sonu gelmeden uyanıyoruz ama tarifsiz bir iç sıkıntısı ile gün bile huzurlu batmıyor artık.
Bir sarsıntıyla uyandım gene kâbus dolu bir rüyadan:
- Baba kalk, baba, karakola saldırmışlar, baba kalk, dedi telaşla küçük kızım Ayşe.
İlkokula Nusaybin'de başladı küçük kızım. O yıllarda Hudut Bölük Komutanıyım, hudut ise evin önünden geçiyor yeni sisteme göre. İki yıl beni hiç görmediler desem yalan olmaz; onlar uyanırken ben yatıyorum, onlar yatarken ben hudutta. Hatırladığı silah sesleri, el bombası ve roket patlamaları. Silaha alışık kızım, teröre de teröriste de alışık, tedirgin, korkulu ve şüpheli, işte o yıllardan arta kalan bu.
92'de Şemdinli'ye gittiğimizde daha on yaşındaydı. Teknoloji geliştiği için artık çatışmaları televizyondan takip ediyordu. Alan ve Aktütün çatışmaları sonrası ünlü program yapımcısı Ertürk Yöndem, yanımıza gelip olayları canlı olarak sizlere aktardığı dönemde kızım da televizyondan izliyordu bizi: Baba, seni gördüm, derken sesindeki endişe ve korku hala kulaklarımda.
Karakol baskınlarından çok acı çektik biz yıllar boyu, hiç bitmedi. Baskın demek; şehit demektir, gözyaşı, hüzün, dram, parçalanmış ailelerin iç yakan görüntüsü, feryat, isyan, öfke demektir. Yaşayan iyi bilir bunu. Kitaplarımızı okuduğu için kızım Ayşe, şehit haberi geldiğinde ne çok etkilendiğimizi bilir. Terörle mücadele etmesi gerekenlerin, iş yapacağı yerde bizim acılarımızı seyretmesine de çok öfkelendiğimizi bilir. Bu nedenle sabahın köründe telaşla uyandırdı beni:
- Baba kalk, kalk baba, teröristler karakola saldırmış!
Yatak odası ile salon arası on saniye. Gene mi, dedim içimden, gene mi! Etrafınızda dolaşan tehdidi yok etmez iseniz olacağı budur işte, yazık değil mi vatan evlatlarına, diye kızgınlıkla söylenerek televizyonun karşısına geçtim, tam on saniye sonra.
Yıl 2007. 21 Ekim Pazar. Saat 08.00. Tüm kanallarda son dakika haberi:
'' Teröristler Dağlıca karakoluna saldırdı. Çok sayıda şehit olduğu haberleri alınıyor ancak henüz teyit edilemedi. Kayıp askerler de olduğu söyleniyor. Gece yarısı Dağlıca karakoluna saldırı düzenleyen teröristlerle çatışmaların sürdüğü haberi alındı. Genel Kurmay Başkanlığından henüz bir açıklama gelmedi. Gelişmeleri duyurmaya devam edeceğiz.''
Yüzümde şaşkınlık yoktu, hiç ses çıkarmadan izliyordum haberleri. Ancak, düşündükçe içimde kabaran bir öfke ve kızgınlık yüreğimi daralttı. Bunlar tarihten de hiç ders almamış, dedim kendi kendime, içim öfke dolu.
Dağlıca; Hakkâri/Yüksekova ilçemizin bir köyü. Yüksekova'ya 55, Irak sınırına 4 kilometre uzakta. Dağlıca'ya en yakın köy, Yeşiltaş Köyü. İki köy arasında Avaşin Çayı var. Avaşin Çayı üzerinde de, Dağlıca'ya ulaşımı sağlayan Avaşin Köprüsü bulunur. Dağlıca'nın kuzeyi dağlar, güneyi dağlar, bu nedenle Dağlıca demişler, dağların ortasındaki bu köye.
Önemi nedir askeri açıdan; teröristlerin Irak kuzeyindeki Avaşin( Mezi, Keryaderi, Şive kamplarının bulunduğu alan) bölgesinden Hakkâri İki Yaka dağlarına açıldığı noktada bulunur. 92 Eylül çatışmalarının kritik ismi olan Aktütün karakolunun kuzeyi. İkisi arasında bir Üzümkıran vardı, yiğit Üzümkıran, onu da terk etmiştik 90'lı yıllarda, dayanamadılar göç ettiler. Yalnız kaldı Dağlıca, bir tek başına koca dağların arasında.
İki Yaka dağlarını kontrol altında tutarsanız ne olur; Hakkâri ve ilçelerine açılım sağlarsınız. Kamp kurar, bölgede yaşayan halkımız üzerinde otorite olursunuz. Askeri birliklere eylemleri planlar, koordine eder ve gerçekleştirirsiniz. Başkale ve Yüksekova hattında yapılan uyuşturucu kaçakçılığını yönetirsiniz. Kurtarılmış bölge olur, bir parça özgür vatan olur teröristler için, yurt içinde kamp kurmanın morali olur, psikolojik avantaj sağlar ve daha çok şeyler. Bu nedenle Dağlıca çok önemlidir bizim için çünkü bizimdir, vatan toprağıdır.
Şimdi diyor ki televizyonlar teröristler Dağlıca Piyade Taburunu basmış! Basacak elbet, bu cesareti nerden alıyorlar, siz ona bakın!
Şimdi diyorlar ki, teröristler askerimizi şehit etmiş! Edecek elbet, başka ne bekliyordunuz ki, siz buna sebep olanlara bakın!
Bizi yönetenler aylardır tartışacağı yerde, terörist içeride mi yoksa dışarıda mı, Irak'a operasyon yapılsın mı yoksa yapılmasın mı, diye aylardır tartışacağı yerde Kuzey Irak'taki bu tehdidi yok etseydi Dağlıca'da bu baskın olmazdı, biz de şehit vermezdik ve sekiz askerimiz kaçırılarak bize tarihin ikinci bir Süleymaniye Vakası yaşatılmış olmazdı! Bunun hesabın ı kim verecek!
Daha dün Şırnak'ta göz bebeğimiz komandoyu pusuya düşürmediler mi, 13 şehit vermedik mi? Daha dün Şırnak'ta korucularımızı vatandaşlarımızı öldürmediler mi, 14 şehit vermedik mi? 12 Nisan'da Genel Kurmay Başkanı, Irak'a operasyon şart, demedi mi? Bunlar daha neyi tartışıyor, ne yapıyor bunlar! Teröristin yeri beli ini belli, kampı belli yolu belli! Teröristler Dağlıca karakolunu basmışmış, basar elbet, bu fırsatı onlara veren kim, bu cesareti bu cüreti veren kim, siz ona bakın!
İçim öfke dolu, kızgınlık dolu, kendi kendime söylenip duruyorum. Çatışmalar aklıma geldi; şehitler, acılar. İran'ın bizim teröristlere bir zamanlar verdiği destek, Özal'ın dış politikası, Çekiç güç, Amerika ve İsrail, Ortadoğu, petrol, bizi yönetenler ve şehitler. Sustum bende ve düşüncelerimle yalnız kaldım, daldım koyu simsiyah düşüncelerime...
- Komutanım, yardım et!
Gün doğumuyla başlayan çatışma beş saattir sürüyordu. Irak'tan gelen teröristler Meşelik, Leylek Dağı, Dereyanı ve Konur istikametinde dört koldan Aktütün'e saldırıyordu. Irak kuzeyindeki Hakurk kampından gelip Basyan kampına geçmişler ve saldırıyı düzenlemişlerdi[1].Yardım isteyen asker ilk sayılan üç yerin tam ortasında kalmıştı. Yanındaki iki asker ise şehit düşmüştü, yalnızdı.
- Komutanım, yardım et!
Kendisine en yakın mevzi yaklaşık beş yüz metre uzaktaki Bayrak Tepe idi, sarp ve dik bir kayalığın üzerinde kurulu bir mevzi. Bu mevzi yerini terk edip askerin yardıma gitse teröristler hemen orayı alacak ve bir daha o istikamette ilerleme şansımız kalmayacak dolayısıyla çevredeki askerlerin de yaşamı tehlikeye girecekti.
- Komutanım yardım et!
Bayrak Tepe en uçtaki son mevzi idi, yardım isteyen ise ondan da ilerlideki son asker. Makineli tüfek nişancısıydı. Irak'tan Leylek Dağına doğru gelen önemli bir yaklaşma istikametini tek başına kapatıyordu, iki şehit yanında ve Allah'la baş başa. Telsizi vardı ve son bir saattir çağrıları devam ediyordu. Yan mevzideki komutanı Asteğmen Ejder Polat hain kurşunla şehit olmuştu.
- Komutanım yardım et!
- Evladım. Ben tabur komutanı, helikopterler bölgeye geldi. Takviye unsurlar birazdan yanında olacak. Uçaklar havalandı. Hepsinin işini bitirecek. Dayan oğlum, dayan.
Bayrak Tepe ile asıl kuvvetlerin bulunduğu Aktütün arasında ise yaklaşık on beş terörist çembere alınmış, kaçamıyor, hem Bayrak hem de Aktütün timlerinin ateşi ile tek tek vuruluyordu. Bunlar temizlenmeden ne Bayrağa ne de ötesine geçme şansımız vardı. Çemberin bir ucu olan Berçay sırtlarında ise tim komutanı Astsubay Aşkın Yeldiren şehit düşmüş, kalan askerleri ise çatışmaya devam ediyordu.
- Komutanım yardım et!
- Evladım. Merak etme. Birazdan takviyeler gelecek, helikopterler zaten burada, uçaklar da burada olacak, sana yardım edeceğiz. Merak etme. Sakin ol. Etrafını gözetle. Teröristlerin yaklaşmasına izin verme. Dayan oğlum geliyoruz!
Akılma geldikçe bu yaşadıklarımız, ''Bizi kim bu duruma düşürdü, kim'', diye isyan ettim kendime. Türk askerini bu duruma kim düşürdü, dedim sertçe. Adalet Bakanı Mehmet Al Şahin Dağlıca saldırısında sekiz askerimizin kaçırılma olayı için, Türk askeri bu duruma düşmemeliydi, gibilerinden sözler etmiş. Neden soran yok O'na, askeri bu duruma düşüren kimdir, diye, neden? Şimdi medya tartışıyor, Dağlıca olayının sorumlusu kim, diye.
Bunu soranlar önce tarihin tozlu sayfalarını geriye doğru çevirip 90'lı yıllara gelsinler. 13 Eylül 1992 tarihini bulsunlar ve 22 şehit kanının kutsal topraklarımızı suladığı Aktütün'e gitsinler. Orada görevli genç bir binbaşı vardı, onu bulup saldırıların da şehitlerin de sorumlusunun kim olduğunu sorsunlar. Alacakları tek bir cevap vardır, hükümet, bizi yönetenler, sorumlu siyasiler!
Dağlıca'da sorumlu aramaya başlamadan önce bulabiliyorsanız eğer 92 baskınlarının sorumlularını bulunuz. O sorumlular bulunmadan Dağlıca bitmez, daha nice Dağlıca'lar çıkacak karşımıza, yönetenin hesap vermediği bir ülkede şehitler bitmez!
Bu konuşmalar ve yukarıdaki olaylar yakın tarihimize 22 şehitle yazılmış Aktütün çatışmasında geçer. Yıl 1992, aylardan Eylül. Olaydan daha bir hafta önce bizzat tarafımdan dönemin Cumhurbaşkanı Özal'a brifing verilmiş ve mevcut tehdit anlatılmıştır; Hakurk'ta binlerce teröristin üslendiği, Basyan ve Mezi kamplarında teröristlerin bulunduğu ve bu teröristlerin ''bir parça özgür vatan'' sloganıyla başta ilçe merkezi olmak üzere Şemdinli'deki askeri birliklere imha amaçlı saldırılar düzenleyeceği bizzat tarafımdan anlatılmıştır. Doğal olanı, olması gerekeni, devlet olan bir devletin yapacağı derhal bu tehdidi yok etmek olmalıydı ama olmadı, yapmadılar ve biz, onların bu kayıtsızlığı yüzünden Aktütün'de 22, Derecik'te 33 şehit verdik karakol baskınlarında, hem de Cumhurbaşkanı bölgeden ayrıldıktan bir hafta sonra.
Dağlıca'daki askerlerin konuşmalarını duyar gibi oluyorum: Komutanım, yardım et, diyen ve içim acı doluyor, yönetene isyan ediyorum düşüncelerimle!
--------------------------------------------------------------------------------
ERDAL SARIZEYBEK.(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
IRAK'TAKİ pkk kampları
ERDAL SARIZEYBEK
Efsane Albay
AYYILDIZ TiM Irak'taki Pkk Kamplari
--------------------------------------------------------------------------------
Sınır ötesi harekatın taktik ve stratejik odak noktaları...
Hakurk ve Kandil
Terör örgütünün Irak topraklarındaki kamplarından Hakurk ve Kandil, taktik ve stratejik önem taşıyor. Bu iki bölgedeki teröristlerin üçüncü bir ülkeye kaçma olanakları bulunuyor. Hakurk aynı zamanda Türkiye'ye sızmaların ve saldırıların merkez üssü konumunda.
Erdal SARIZEYBEK
TUSAM İç Güvenlik ve Terör Danışmanı
Kamp nedir
Terörist için "kamp", arazinin terör faaliyetleri için düzenlenmiş biçimi, demektir. Arazinin, doğal yapısı yani mağaralar, oyuklar, arazinin doğallığı içine gizlenmiş sığınakların terörist faaliyetleri için farklı taktik ve stratejik amaca uygun hale getirilmesidir. Elbette ki kamp; betonarme bina değil, doğal yapıyı değiştiren tesisler değildir. Ne gariptir ki medyada, Irak kuzeyinde hava keşfiyle ortaya çıkabilen tesisler "terörist ini" olarak bize sunuluyor. Özellikle baharla birlikte bir Kandil hikâyesi ortaya çıktı, yabancı basın dikkatleri buraya çekti ve terör örgütünün sözde lider kadroları burada boy gösterdi. Bütün dikkatler Kandil'e çekildi. Dünyada hangi terörist örgüt vardır ki, basın yoluyla bilinen bir yerde ortaya çıksın ve olası bir askeri harekâta hedef göstersin ve kendisi de hedef olsun! Teröristin tabiatında böyle bir özellik yoktur.
Bugüne kadar Irak kuzeyindeki terörist kampları hep gündeme taşınmış ancak bunlar üzerinde "taktik ve stratejik boyutta bir değerlendirme" yapılmamıştır. Hâlbuki bu konunun olası bir harekâtta hiç gündemden düşürülmemesi gerekir. Ayrıca, terörist faaliyetlerin yoğunlaştığı bu yerlerin stratejik analizini yaparak olayın nesnel boyutunu, imkân ve kabiliyetlerini göstermek, kampların "taktik ve stratejik analizlerini yapmak", güvenlik stratejimize fayda sağlayacaktır.
Terör ve teröristle geçen otuz yıllık mücadele sürecinde pek çok terör kampı değişik isimlerle anıldı ve medyada yer aldı. Kamuoyunun belki de en çok duyduğu isimler, Sinat, Haftanin, Zap, Avaşin, Basyan, Hakurk ve Kandil idi. Özellikle Kandil son dönemlerde adı sıkça telaffuz edilen bir örgüt kampı oldu. Teröristle mücadele stratejisinde ve küçük birliklerin taktik harekâtında bu kampların önemi nedir? Konunun bilimsel analizi bize, olası bir kara harekâtının muhtemel hedeflerinin de ne olması gerektiği yolunda ipuçları verecektir.
KAMPIN ÖZELLİKLERİ
Irak kuzeyinde teröriste hizmet edecek bir kamp yerinin her şeyden önce, eylem alanı olan Türkiye'ye yakın olması gerekmektedir. Öylesine yakın olmalıdır ki; eylem sonrası terörist kaçabilmeli ya da eylemlerini gerektiğinde destekleyebilmelidir. Sınırlara yakın bir kamp sayesinde silah, mühimmat, yiyecek ve giyecek ikmalini sorunsuz sağlamanın yanı sıra halk üzerinde de etki sağlayabilmelidir. Ayrıca, teröre önemli ölçüde finansman sağlayan uyuşturucu madde kaçakçılığını kontrol edebilecek bir bölgede olmalıdır. Bunların yanı sıra, terörist burada olası bir sınır ötesi harekâtına karşı arazi avantajını kullanabilmeli, çatışmayı sürdürebilmeli ve askeri harekâtı etkisiz bırakabilmelidir.
Bu özellikleri yan yana koyduğunuzda, bir terörist kampının yerini belirleyecek temel faktörleri şu şekilde sıralamak gerekir; eylem alanına yakın, geri çekilme, kaçma, takviye, ikmal, kaçakçılık üzerinde kontrol ve denetim, arazi avantajı ve güç gösterisi.
STRATEJİK ÜÇGEN
Terörün finansmanını sağlayan kaçakçılığın teröristler tarafından kontrol ve denetim altında tutulması konusu, kamp yerlerinin tespitinde dikkate alınması gereken önemli bir faktördür. Türkiye'de sınırlardan yapılan kaçakçılık geçmiş yıllarda Suriye'yi gündeme getirmiş olsa da, sonradan alınan fiziki güvenlik önlemleri buradan yapılan illegal faaliyetleri önemli ölçüde azaltmıştır. Yalnız asker gücüyle korunan ve arazinin sert yapısı nedeniyle fiziki önlem alınamayan Irak ve İran sınırları kaçakçılık faaliyetlerinde dikkati çekmektedir. İran'da kaçakçılığın çekim merkezi Urumiye, Irak'ta ise Zaho, Diana ve Erbil olduğu göz önüne alınırsa, bu çekim merkezlerine en yakın kentlerimiz olan Şırnak, Van ve Hakkâri'nin kaçakçılıkta ön plana çıktığı görülmektedir. Kaçakçılığın terörle olan organik bağı dikkate alındığında bu üç ilimiz stratejik üçgen olarak göze çarpar; Türkiye-İran-Irak sınırlarının birleştiği bölge ve bu bölgenin Irak-İran uzantısı olan Zagros Dağları.
Terörist bu stratejik üçgende kendisine öyle bir yer bulmalıdır ki, kaçak giriş ve çıkış patikalarını kapatabilsin, lojistik destek sağlasın, kolayca ikmal yapsın, varlığını göstersin ve olası bir operasyondan kaçabilsin. İşte bu özellikleri teröristlere sağlayabilen kamp yeri coğrafi konumu itibariyle Hakurk'tur. Kandil çok gerilerde kalır ama askeri stratejide önemini korur. Diğer kampların ise İran'a sınırı yoktur. Konuya stratejik savunma, çekilme, güç gösterme ve finans sağlama açılarından baktığınızda Hakurk ve Kandil teröristler için en ideal kamp yeri olarak karşınıza çıkar.
HAKURK VE KANDİL
Bölgeye bütün olarak baktığımızda, mevcut terör kamplarının nerdeyse tamamının Şırnak-Şemdinli hattının hemen güneyinde yer aldığını görürüz. Şemdinli'nin yanı başındaki Hakurk ve daha güneyde Kandil kampları hariç, diğerleri Irak'ın kuzeyinde yer almakla birlikte Türkiye'nin üçlü sınırlarıyla teması yoktur. Yani, diğer kamplara olası bir harekâtta teröristlerin üçüncü bir ülke topraklarına geçme imkânı yoktur. Bu düşüncenin aksine basit bir mantıkla hemen Suriye akla gelse de, Irak ile müşterek sınır alanının teröriste avantaj sağlamayacağı, arazinin genelde düz olduğu, takip harekâtının teröristlerin aleyhine sonuçlanmayacağı gerçeğini hatırlamamız gerekir.
Gene Hakurk ve Kandil hariç, Sinat, Haftanin, Zap, Avaşin ve Basyan kamplarına yapılacak olası bir harekâtta, kampların güneyine gerçekleştirilecek bir hava indirme operasyonu ile teröristlerin geriye çekilmeleri önlenebilir; örs-çekiç taktiği ile askeri harekât başarıya ulaşabilir ve teröristler kaçamayabilir. Dolayısıyla Hakurk ve Kandil hariç, diğer kamplar sınırlarımıza yakındır, eylem sonrası kaçma imkânı verir, Türkiye'deki eylem guruplarına destek imkânı verir ama teröristlere üçüncü bir ülkeye kaçma imkânı vermez. Bu nedenle kuzeyden güneye yapılacak olası bir harekâtta askeri ve hatta siyasi açıdan önce Hakurk sonra Kandil diğerlerine göre stratejik bir öneme haizdir. Irak içerisinde merkezi yönetimin kuzeydeki bölgeye bir harekâtı söz konusu olduğunda ise, önce Kandil ve son direniş noktası olarak Hakurk önem kazanır.
NEDEN HAKURK
Hakurk'un kuzey ucu Türkiye, doğusu İran'a, güney ucu ise Kandil'e dayanır. Olası bir askeri harekâttan teröristler, doğu ve güneye kaçabilir. Çünkü Türkiye, İran topraklarına sarkan bir askeri harekâtı şimdilik yapamaz, Güneye ise, Hakurk'u kontrol altına almadan sarkamaz. Bölge arazisi barınmaya ve direnmeye çok elverişli olup teröriste avantaj sağlar. İran-Irak sınırını çizen ve üçlü sınırımızda son bulan Zagros dağlarının Türkiye'ye en yakın ucudur, kontrolü dahi zordur.
İran sınırından yapılan kaçakçılık faaliyetlerinin en önemli noktaları güneyden kuzeye doğru Şemdinli, Yüksekova, Başkale ve Özalp'tir. Bu ilçelerin karşısına düşen İran topraklarında teröristlerin uzun yıllardır kullandığı Jerma ve Kelereş kampları vardır. Dolayısıyla Hakurk'tan yola çıkan teröristler Dalamper Dağı üzerinden, Dumanlı Dağ ve Kralın Kızı yoluyla Jerma'ya, Şehidan Dağı üzerinden Yüksekova-Başkale bölgesindeki Kelereş kampına ulaşır. Benzer şekilde Karakoç/Gasto mezrasından Türkiye'ye giriş yapar. Karadağ-Silo Yaylası, Balkayalar üzerinden Basyan ve Avaşin kamplarına ulaşır, en kısa yol bu hattır. Basyan kampı, İkiyaka Dağları üzerinden Hakkâri ve Van'a, Avaşin kampı ise, Zap üzerinden Şırnak bölgesine açılım sağlar. Bu kamplarla Hakurk arasında bağlantı yolları ve patikaları mevcuttur. Bu güzergâhlardan geçerek Şırnak, Van ve Hakkâri bölgesindeki hem halk hem de kaçakçılık üzerinde etki alanı sağlar. Teröristlerin, yurt içine geçiş emniyeti için İkiyaka Dağları, Küpeli (Gabar) ve Cudi dağlarında emniyet ve eylem unsurları bulundurmasını gerektirir. Bu yüzden de bu stratejik üçgendeki terörist faaliyetlerinin ana merkezi olan Hakurk oldukça önemlidir ve terörle mücadelede gündemden düşürülmemesi gereken hayati bir yerdir.
KANDİL- HAKURK FARKI
Kandil, Irak ve Barzani ile ilişkiler, MOSSAD ve CIA ile irtibat, propaganda, silah ve mühimmat temini açısından stratejik bir üs olabilir ama ana karargah ve toplanma bölgesi olamaz. Kandil'den yola çıkarak Türkiye'de eylem yapıp tekrar Kandil'e kaçamazsınız, mesafe uzundur. Kandil'den yola çıkarak Türkiye'de halk üzerinde psikolojik etki sağlayamazsınız ve kaçakçılık üzerinde otorite olamazsınız. Çünkü güç gösteremediğiniz için etki alanınız zayıflar. Bu nedenle Hakurk önem kazanır çünkü stratejik üçgene en yakın nokta burasıdır.
Ancak, geniş çaplı ve uzun süreli bir harekât söz konusu olduğunda, operasyondan kaçmaya çalışan teröristlerin son durağı olarak Kandil'i düşünmek yanıltıcı olmaz. Çünkü Kandil, üçlü sınırdan başlayıp geriye doğru yaklaşık 120 kilometrelik bir alana yayılmış bir dağ kütlesi üzerinde yer alır ve İran'daki PJAK terörist kamplarına çekilme imkânı verir. Sonuç olarak terörist kamplarına uzaktan bir baktığınızda, en geride Kandil, onun kuzeye doğal uzantısı ve stratejik üçgenin kapısı Hakurk'u görebilirsiniz. Buradan hareketle gene kuzeye doğru İran'da yer alan Jerma ve Kelereş kampları, batıya doğru sırasıyla Basyan, Avaşin ve Zap kampları dizilir. Teröristlerin Türkiye'ye açılımları da bu kampların diziliş sırasına göre yapılır, geri çekilmeleri de aynı mantığa tabidir. Coğrafyanın stratejik mantığı da bunu zorunlu kılmaktadır.
ASKERİ HAREKATTA HAKURK
Hakurk, askeri harekât hedefi olarak taktiksel değer, ancak bulunduğu yer bakımından stratejik değer taşır. Çünkü teröristlerin Türkiye'ye ana giriş kapısıdır, dağılma ve toplanma noktasıdır, taktik açıdan elde edilmesi gerekir. Aynı zamanda Kandil'e ve İran'a çekilmek, buralardan destek almak, Türkiye'deki muhtemel eylemleri yönetmek için bir merkezdir. Hakurk olmadan Kandil kampı bir askeri değer taşımaz. Taktik açıdan bakıldığında, teröristler Ari Gediği, Gasto ve Mezar Gediği üzerinden bir gecede Türkiye'ye giriş yapabilirler. Gene Mezar Gediği üzerinden iki gecede Yüksekova bölgesine ulaşır. Şemdinli'nin önemi de zaten burada ortaya çıkmaktadır; ana terörist kampına en yakın Türk toprağı.
Gene Hakurk'tan hareket edecek teröristler iki gecelik yaya yürüyüşle Şemdinli'nin hemen batısında yer alan Basyan kampına ulaşabilir. Basyan ile kuzeyindeki Avaşin kampı arasındaki mesafe de bir gecelik yaya yürüyüştür. Dolayısıyla Hakurk'u merkez olarak düşünürseniz, Basyan ve Avaşin ileri üs olarak ortaya çıkar. Bu kampların da batısında son kara harekâtında vurulan Zap kampı yer alır.
Kara harekâtında ilk vurulan yer Zap'tır, yani en uçtaki, en batıdaki terörist kampı. Harekât sonrası buradan kaçtığı değerlendiren teröristlerin sığınacağı en uygun alan Avaşin ve Basyan olduğu aşikârdır. Olası bir harekâtın ilk hedefleri arasında yer alacağını düşündüğümüz bu kamplardan sonra Hakurk'un hedef seçilmesi ya da elde mevcut istihbarat çerçevesinde her üçünün de bir askeri harekâtın hedefi olması muhtemel görünmektedir.
Bu bölgede teröriste ağır bir darbe vurmak olasılığı zayıf görünmektedir çünkü arazinin özellikleri ve İran sınırında oluşu teröriste önemli avantajlar sağlamaktadır. Hakurk arazisi zorludur; çok sayıda sığınak ve barınak mevcuttur. Uzun yıllardır tahkim edilmiş bir bölgedir ve Barzani isyanlarının direniş noktasıdır. Arazi geniştir. Mevsim itibariyle dağlardaki yoğun kar hem askeri harekâtı hem de terörist intikalini dere tabanlarına bağlı kılacaktır. Bu durumda mayın ve patlayıcı madde kullanımı teröristlerin ilk seçeceği ve kullanacağı yöntem olacaktır. Teröristlere önemli avantaj sağlayan bu arazide uzun süreli bir harekâtın askeri açıdan beklenmedik zayiatlara yol açması riski gözden kaçırılmamalıdır. En önemlisi, teröristlerin İran'a kaçma olasılığı karşısında bu ülkenin harekâta vereceği destek göz ardı edilmemeli, bu bağlamda önleyici tedbirlerin alınması da değerlendirilmesi gereken faktörlerin başında yer almalıdır.
KANDİL
Mevsim şartları dikkate alınarak olası bir harekâtın ilk aşamasında, Hakurk'taki terörist varlığının karşı eylem gücü yok edildikten sonra harekâtın Kandil'e doğru genişlemesi kaçınılmaz bir durum olarak değerlendirilmelidir. 1 Aralık'tan itibaren günümüze kadar devam eden hava harekâtıyla vurulan hedeflerin Hakurk, Basyan, Avaşin, Kandil ve Zap kampları olması bu konudaki düşüncelerimizi doğrulayan temel verilerden biridir.
Dolayısıyla, olası bir harekâtın Hakurk alanını kontrol altına alarak ve buradan hareketle Kandil'de nokta hedeflerine yönelmesi, zırhlı araçlarla da Barzani bölgesindeki hedeflerin elde edilmesi hususlarını kapsayan planların güncel tutulmasını dile getirmek pek mantık dışı olmayacaktır. Harekâtın taktik hedefi Hakurk ama stratejik hedefinin Kandil olması da mantıki bir seçim gibi görünmektedir.
Hakurk'u ve aynı alandaki Durjan, Lolan, Hayat Vadisi, Gelyaraş, Kanyaraş'ı kontrol altına alan bir askeri harekâtın doğal uzantısı Kandil'e kadar uzanacak ve genişleyecektir. PKK terör örgütünden kaçanların Barzani'ye sığındığı, Barzani'nin Türkiye'ye karşı özel bir PKK birliği oluşturduğu, Irak kuzeyinde Kürt devletini kurduğu, petrol bölgelerinde otorite olmaya başladığı, Türkmen varlığını tehlikeye düşürdüğü gibi hususlar dikkate alınır ve bunların kırmızı çizgilerimiz içerisinde bulunduğu ana tabloya eklenirse, stratejik bir hedef olan Kandil'in gelişen bir harekâtla elde bulundurulması da bir zorunluluk olarak ortaya çıkar. Çünkü Barzani'yi hedef alacak olası bir harekâtın yaratacağı olumsuzlukları önleyebilmek için, terör ini olduğu dünya kamuoyunca kabul gören Kandil'in kontrol altına alındıktan sonra, harekâtın Barzani bölgesine yönelmesi etki alanı sağlamak açısından gözden kaçırılmaması gereken bir husustur. Karşı hareket planlayan işbirlikçi unsurların Kandil'de direniş noktaları oluşturabileceği ihtimali göz ardı edilmemelidir.
HEDEF BARZANİ
Yukarıdaki belirleyici ve yönlendirici faktörlere Türkiye'nin üniter yapısına tehdidin sadece PKK'dan gelmediği, dış güçlerin ve arka cephenin varlığı, bu mücadelenin "açık ve kapalı'' büyük bir cepheye karşı yapılacağı unutulmamalıdır. Öyleyse, PKK ile birlikte Barzani'nin de tehdit değerlendirmesi kapsamına alınması zaruridir. Ortadoğu'da gelişen olaylar bize gerçek hedefin ne olduğunu işaret etmektedir. Son günlerde PKK terör örgütünün siyasi liderliğini ele geçirme ve bu ayrılıkçı siyasi hareketi yönetme gayreti içerisinde olduğu Barzani'nin tavırlarından açıkça anlaşılmaktadır.
Ortadoğu'da söz sahibi olmak ve bölgedeki ulusal çıkarlarını korumak arzusunda olan bir Türkiye için, gelecekte Barzani ile çatışma olabileceği riski, olası harekâtın her safhasında dikkate alınması gereken bir faktör olarak değerlendirilmektedir.
Her ne kadar siyasi otoritenin ilan ettiği bir siyasi hedef olmasa da, diğer bir deyişle askeri harekâtı destekleyen siyasi bir kararlılık olmasa da, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin tarihten gelen bir vazife anlayışına sahip olduğu herkesçe bilinmektedir. Durumdan vazife çıkarmak konseptini en küçük birlik seviyesinde uyguladığı da bilinmektedir. Türkiye tarihi bir dönüm noktasındadır. PKK terör örgütünün açıklamaya çalıştığımız harekâtın olası hedefleri içerisindeki yeri önemlidir. Ancak Türkiye'nin hayati çıkarlarının söz konusu olduğu Ortadoğu'da değişen güç dengeleri karşısında yapılacak olan bir askeri harekâta siyasi ve diplomatik iradenin eşlik etmesi de kaçınılmazdır. Askeri anlamda önemli bir başarıyı işaretleyen müdahalenin, siyasi ve diplomatik destekten yoksun olması gereksiz tartışmalara kapı açmaktadır.
Ulusal çıkarlarımız ve ulusumuzun bekası söz konusu olduğunda, şahsi ve siyasi çıkarlar gündemde asla yer etmemesi gereken bir teferruat olacaktır.
ERDAL SARIZEYBEK .(EFSANE KOMUTAN).(BU YAZI EFSANE KOMUTANIMIZ ERDAL SARIZEYBEK TARAFINDAN YAZILMIŞ OLUP YÜCE TÜRK MİLLTİNİN BİLGİLENMESİ AMACI İLE AYYILDIZ TİM SİTESİNDEN ALINTILANIP YAYINLANMIŞTIR,) (EXPRES37)pirahmetli ,birol aslan
--------------------------------------------------------------------------------
Efsane Albay
AYYILDIZ TiM Irak'taki Pkk Kamplari
--------------------------------------------------------------------------------
Sınır ötesi harekatın taktik ve stratejik odak noktaları...
Hakurk ve Kandil
Terör örgütünün Irak topraklarındaki kamplarından Hakurk ve Kandil, taktik ve stratejik önem taşıyor. Bu iki bölgedeki teröristlerin üçüncü bir ülkeye kaçma olanakları bulunuyor. Hakurk aynı zamanda Türkiye'ye sızmaların ve saldırıların merkez üssü konumunda.
Erdal SARIZEYBEK
TUSAM İç Güvenlik ve Terör Danışmanı
Kamp nedir
Terörist için "kamp", arazinin terör faaliyetleri için düzenlenmiş biçimi, demektir. Arazinin, doğal yapısı yani mağaralar, oyuklar, arazinin doğallığı içine gizlenmiş sığınakların terörist faaliyetleri için farklı taktik ve stratejik amaca uygun hale getirilmesidir. Elbette ki kamp; betonarme bina değil, doğal yapıyı değiştiren tesisler değildir. Ne gariptir ki medyada, Irak kuzeyinde hava keşfiyle ortaya çıkabilen tesisler "terörist ini" olarak bize sunuluyor. Özellikle baharla birlikte bir Kandil hikâyesi ortaya çıktı, yabancı basın dikkatleri buraya çekti ve terör örgütünün sözde lider kadroları burada boy gösterdi. Bütün dikkatler Kandil'e çekildi. Dünyada hangi terörist örgüt vardır ki, basın yoluyla bilinen bir yerde ortaya çıksın ve olası bir askeri harekâta hedef göstersin ve kendisi de hedef olsun! Teröristin tabiatında böyle bir özellik yoktur.
Bugüne kadar Irak kuzeyindeki terörist kampları hep gündeme taşınmış ancak bunlar üzerinde "taktik ve stratejik boyutta bir değerlendirme" yapılmamıştır. Hâlbuki bu konunun olası bir harekâtta hiç gündemden düşürülmemesi gerekir. Ayrıca, terörist faaliyetlerin yoğunlaştığı bu yerlerin stratejik analizini yaparak olayın nesnel boyutunu, imkân ve kabiliyetlerini göstermek, kampların "taktik ve stratejik analizlerini yapmak", güvenlik stratejimize fayda sağlayacaktır.
Terör ve teröristle geçen otuz yıllık mücadele sürecinde pek çok terör kampı değişik isimlerle anıldı ve medyada yer aldı. Kamuoyunun belki de en çok duyduğu isimler, Sinat, Haftanin, Zap, Avaşin, Basyan, Hakurk ve Kandil idi. Özellikle Kandil son dönemlerde adı sıkça telaffuz edilen bir örgüt kampı oldu. Teröristle mücadele stratejisinde ve küçük birliklerin taktik harekâtında bu kampların önemi nedir? Konunun bilimsel analizi bize, olası bir kara harekâtının muhtemel hedeflerinin de ne olması gerektiği yolunda ipuçları verecektir.
KAMPIN ÖZELLİKLERİ
Irak kuzeyinde teröriste hizmet edecek bir kamp yerinin her şeyden önce, eylem alanı olan Türkiye'ye yakın olması gerekmektedir. Öylesine yakın olmalıdır ki; eylem sonrası terörist kaçabilmeli ya da eylemlerini gerektiğinde destekleyebilmelidir. Sınırlara yakın bir kamp sayesinde silah, mühimmat, yiyecek ve giyecek ikmalini sorunsuz sağlamanın yanı sıra halk üzerinde de etki sağlayabilmelidir. Ayrıca, teröre önemli ölçüde finansman sağlayan uyuşturucu madde kaçakçılığını kontrol edebilecek bir bölgede olmalıdır. Bunların yanı sıra, terörist burada olası bir sınır ötesi harekâtına karşı arazi avantajını kullanabilmeli, çatışmayı sürdürebilmeli ve askeri harekâtı etkisiz bırakabilmelidir.
Bu özellikleri yan yana koyduğunuzda, bir terörist kampının yerini belirleyecek temel faktörleri şu şekilde sıralamak gerekir; eylem alanına yakın, geri çekilme, kaçma, takviye, ikmal, kaçakçılık üzerinde kontrol ve denetim, arazi avantajı ve güç gösterisi.
STRATEJİK ÜÇGEN
Terörün finansmanını sağlayan kaçakçılığın teröristler tarafından kontrol ve denetim altında tutulması konusu, kamp yerlerinin tespitinde dikkate alınması gereken önemli bir faktördür. Türkiye'de sınırlardan yapılan kaçakçılık geçmiş yıllarda Suriye'yi gündeme getirmiş olsa da, sonradan alınan fiziki güvenlik önlemleri buradan yapılan illegal faaliyetleri önemli ölçüde azaltmıştır. Yalnız asker gücüyle korunan ve arazinin sert yapısı nedeniyle fiziki önlem alınamayan Irak ve İran sınırları kaçakçılık faaliyetlerinde dikkati çekmektedir. İran'da kaçakçılığın çekim merkezi Urumiye, Irak'ta ise Zaho, Diana ve Erbil olduğu göz önüne alınırsa, bu çekim merkezlerine en yakın kentlerimiz olan Şırnak, Van ve Hakkâri'nin kaçakçılıkta ön plana çıktığı görülmektedir. Kaçakçılığın terörle olan organik bağı dikkate alındığında bu üç ilimiz stratejik üçgen olarak göze çarpar; Türkiye-İran-Irak sınırlarının birleştiği bölge ve bu bölgenin Irak-İran uzantısı olan Zagros Dağları.
Terörist bu stratejik üçgende kendisine öyle bir yer bulmalıdır ki, kaçak giriş ve çıkış patikalarını kapatabilsin, lojistik destek sağlasın, kolayca ikmal yapsın, varlığını göstersin ve olası bir operasyondan kaçabilsin. İşte bu özellikleri teröristlere sağlayabilen kamp yeri coğrafi konumu itibariyle Hakurk'tur. Kandil çok gerilerde kalır ama askeri stratejide önemini korur. Diğer kampların ise İran'a sınırı yoktur. Konuya stratejik savunma, çekilme, güç gösterme ve finans sağlama açılarından baktığınızda Hakurk ve Kandil teröristler için en ideal kamp yeri olarak karşınıza çıkar.
HAKURK VE KANDİL
Bölgeye bütün olarak baktığımızda, mevcut terör kamplarının nerdeyse tamamının Şırnak-Şemdinli hattının hemen güneyinde yer aldığını görürüz. Şemdinli'nin yanı başındaki Hakurk ve daha güneyde Kandil kampları hariç, diğerleri Irak'ın kuzeyinde yer almakla birlikte Türkiye'nin üçlü sınırlarıyla teması yoktur. Yani, diğer kamplara olası bir harekâtta teröristlerin üçüncü bir ülke topraklarına geçme imkânı yoktur. Bu düşüncenin aksine basit bir mantıkla hemen Suriye akla gelse de, Irak ile müşterek sınır alanının teröriste avantaj sağlamayacağı, arazinin genelde düz olduğu, takip harekâtının teröristlerin aleyhine sonuçlanmayacağı gerçeğini hatırlamamız gerekir.
Gene Hakurk ve Kandil hariç, Sinat, Haftanin, Zap, Avaşin ve Basyan kamplarına yapılacak olası bir harekâtta, kampların güneyine gerçekleştirilecek bir hava indirme operasyonu ile teröristlerin geriye çekilmeleri önlenebilir; örs-çekiç taktiği ile askeri harekât başarıya ulaşabilir ve teröristler kaçamayabilir. Dolayısıyla Hakurk ve Kandil hariç, diğer kamplar sınırlarımıza yakındır, eylem sonrası kaçma imkânı verir, Türkiye'deki eylem guruplarına destek imkânı verir ama teröristlere üçüncü bir ülkeye kaçma imkânı vermez. Bu nedenle kuzeyden güneye yapılacak olası bir harekâtta askeri ve hatta siyasi açıdan önce Hakurk sonra Kandil diğerlerine göre stratejik bir öneme haizdir. Irak içerisinde merkezi yönetimin kuzeydeki bölgeye bir harekâtı söz konusu olduğunda ise, önce Kandil ve son direniş noktası olarak Hakurk önem kazanır.
NEDEN HAKURK
Hakurk'un kuzey ucu Türkiye, doğusu İran'a, güney ucu ise Kandil'e dayanır. Olası bir askeri harekâttan teröristler, doğu ve güneye kaçabilir. Çünkü Türkiye, İran topraklarına sarkan bir askeri harekâtı şimdilik yapamaz, Güneye ise, Hakurk'u kontrol altına almadan sarkamaz. Bölge arazisi barınmaya ve direnmeye çok elverişli olup teröriste avantaj sağlar. İran-Irak sınırını çizen ve üçlü sınırımızda son bulan Zagros dağlarının Türkiye'ye en yakın ucudur, kontrolü dahi zordur.
İran sınırından yapılan kaçakçılık faaliyetlerinin en önemli noktaları güneyden kuzeye doğru Şemdinli, Yüksekova, Başkale ve Özalp'tir. Bu ilçelerin karşısına düşen İran topraklarında teröristlerin uzun yıllardır kullandığı Jerma ve Kelereş kampları vardır. Dolayısıyla Hakurk'tan yola çıkan teröristler Dalamper Dağı üzerinden, Dumanlı Dağ ve Kralın Kızı yoluyla Jerma'ya, Şehidan Dağı üzerinden Yüksekova-Başkale bölgesindeki Kelereş kampına ulaşır. Benzer şekilde Karakoç/Gasto mezrasından Türkiye'ye giriş yapar. Karadağ-Silo Yaylası, Balkayalar üzerinden Basyan ve Avaşin kamplarına ulaşır, en kısa yol bu hattır. Basyan kampı, İkiyaka Dağları üzerinden Hakkâri ve Van'a, Avaşin kampı ise, Zap üzerinden Şırnak bölgesine açılım sağlar. Bu kamplarla Hakurk arasında bağlantı yolları ve patikaları mevcuttur. Bu güzergâhlardan geçerek Şırnak, Van ve Hakkâri bölgesindeki hem halk hem de kaçakçılık üzerinde etki alanı sağlar. Teröristlerin, yurt içine geçiş emniyeti için İkiyaka Dağları, Küpeli (Gabar) ve Cudi dağlarında emniyet ve eylem unsurları bulundurmasını gerektirir. Bu yüzden de bu stratejik üçgendeki terörist faaliyetlerinin ana merkezi olan Hakurk oldukça önemlidir ve terörle mücadelede gündemden düşürülmemesi gereken hayati bir yerdir.
KANDİL- HAKURK FARKI
Kandil, Irak ve Barzani ile ilişkiler, MOSSAD ve CIA ile irtibat, propaganda, silah ve mühimmat temini açısından stratejik bir üs olabilir ama ana karargah ve toplanma bölgesi olamaz. Kandil'den yola çıkarak Türkiye'de eylem yapıp tekrar Kandil'e kaçamazsınız, mesafe uzundur. Kandil'den yola çıkarak Türkiye'de halk üzerinde psikolojik etki sağlayamazsınız ve kaçakçılık üzerinde otorite olamazsınız. Çünkü güç gösteremediğiniz için etki alanınız zayıflar. Bu nedenle Hakurk önem kazanır çünkü stratejik üçgene en yakın nokta burasıdır.
Ancak, geniş çaplı ve uzun süreli bir harekât söz konusu olduğunda, operasyondan kaçmaya çalışan teröristlerin son durağı olarak Kandil'i düşünmek yanıltıcı olmaz. Çünkü Kandil, üçlü sınırdan başlayıp geriye doğru yaklaşık 120 kilometrelik bir alana yayılmış bir dağ kütlesi üzerinde yer alır ve İran'daki PJAK terörist kamplarına çekilme imkânı verir. Sonuç olarak terörist kamplarına uzaktan bir baktığınızda, en geride Kandil, onun kuzeye doğal uzantısı ve stratejik üçgenin kapısı Hakurk'u görebilirsiniz. Buradan hareketle gene kuzeye doğru İran'da yer alan Jerma ve Kelereş kampları, batıya doğru sırasıyla Basyan, Avaşin ve Zap kampları dizilir. Teröristlerin Türkiye'ye açılımları da bu kampların diziliş sırasına göre yapılır, geri çekilmeleri de aynı mantığa tabidir. Coğrafyanın stratejik mantığı da bunu zorunlu kılmaktadır.
ASKERİ HAREKATTA HAKURK
Hakurk, askeri harekât hedefi olarak taktiksel değer, ancak bulunduğu yer bakımından stratejik değer taşır. Çünkü teröristlerin Türkiye'ye ana giriş kapısıdır, dağılma ve toplanma noktasıdır, taktik açıdan elde edilmesi gerekir. Aynı zamanda Kandil'e ve İran'a çekilmek, buralardan destek almak, Türkiye'deki muhtemel eylemleri yönetmek için bir merkezdir. Hakurk olmadan Kandil kampı bir askeri değer taşımaz. Taktik açıdan bakıldığında, teröristler Ari Gediği, Gasto ve Mezar Gediği üzerinden bir gecede Türkiye'ye giriş yapabilirler. Gene Mezar Gediği üzerinden iki gecede Yüksekova bölgesine ulaşır. Şemdinli'nin önemi de zaten burada ortaya çıkmaktadır; ana terörist kampına en yakın Türk toprağı.
Gene Hakurk'tan hareket edecek teröristler iki gecelik yaya yürüyüşle Şemdinli'nin hemen batısında yer alan Basyan kampına ulaşabilir. Basyan ile kuzeyindeki Avaşin kampı arasındaki mesafe de bir gecelik yaya yürüyüştür. Dolayısıyla Hakurk'u merkez olarak düşünürseniz, Basyan ve Avaşin ileri üs olarak ortaya çıkar. Bu kampların da batısında son kara harekâtında vurulan Zap kampı yer alır.
Kara harekâtında ilk vurulan yer Zap'tır, yani en uçtaki, en batıdaki terörist kampı. Harekât sonrası buradan kaçtığı değerlendiren teröristlerin sığınacağı en uygun alan Avaşin ve Basyan olduğu aşikârdır. Olası bir harekâtın ilk hedefleri arasında yer alacağını düşündüğümüz bu kamplardan sonra Hakurk'un hedef seçilmesi ya da elde mevcut istihbarat çerçevesinde her üçünün de bir askeri harekâtın hedefi olması muhtemel görünmektedir.
Bu bölgede teröriste ağır bir darbe vurmak olasılığı zayıf görünmektedir çünkü arazinin özellikleri ve İran sınırında oluşu teröriste önemli avantajlar sağlamaktadır. Hakurk arazisi zorludur; çok sayıda sığınak ve barınak mevcuttur. Uzun yıllardır tahkim edilmiş bir bölgedir ve Barzani isyanlarının direniş noktasıdır. Arazi geniştir. Mevsim itibariyle dağlardaki yoğun kar hem askeri harekâtı hem de terörist intikalini dere tabanlarına bağlı kılacaktır. Bu durumda mayın ve patlayıcı madde kullanımı teröristlerin ilk seçeceği ve kullanacağı yöntem olacaktır. Teröristlere önemli avantaj sağlayan bu arazide uzun süreli bir harekâtın askeri açıdan beklenmedik zayiatlara yol açması riski gözden kaçırılmamalıdır. En önemlisi, teröristlerin İran'a kaçma olasılığı karşısında bu ülkenin harekâta vereceği destek göz ardı edilmemeli, bu bağlamda önleyici tedbirlerin alınması da değerlendirilmesi gereken faktörlerin başında yer almalıdır.
KANDİL
Mevsim şartları dikkate alınarak olası bir harekâtın ilk aşamasında, Hakurk'taki terörist varlığının karşı eylem gücü yok edildikten sonra harekâtın Kandil'e doğru genişlemesi kaçınılmaz bir durum olarak değerlendirilmelidir. 1 Aralık'tan itibaren günümüze kadar devam eden hava harekâtıyla vurulan hedeflerin Hakurk, Basyan, Avaşin, Kandil ve Zap kampları olması bu konudaki düşüncelerimizi doğrulayan temel verilerden biridir.
Dolayısıyla, olası bir harekâtın Hakurk alanını kontrol altına alarak ve buradan hareketle Kandil'de nokta hedeflerine yönelmesi, zırhlı araçlarla da Barzani bölgesindeki hedeflerin elde edilmesi hususlarını kapsayan planların güncel tutulmasını dile getirmek pek mantık dışı olmayacaktır. Harekâtın taktik hedefi Hakurk ama stratejik hedefinin Kandil olması da mantıki bir seçim gibi görünmektedir.
Hakurk'u ve aynı alandaki Durjan, Lolan, Hayat Vadisi, Gelyaraş, Kanyaraş'ı kontrol altına alan bir askeri harekâtın doğal uzantısı Kandil'e kadar uzanacak ve genişleyecektir. PKK terör örgütünden kaçanların Barzani'ye sığındığı, Barzani'nin Türkiye'ye karşı özel bir PKK birliği oluşturduğu, Irak kuzeyinde Kürt devletini kurduğu, petrol bölgelerinde otorite olmaya başladığı, Türkmen varlığını tehlikeye düşürdüğü gibi hususlar dikkate alınır ve bunların kırmızı çizgilerimiz içerisinde bulunduğu ana tabloya eklenirse, stratejik bir hedef olan Kandil'in gelişen bir harekâtla elde bulundurulması da bir zorunluluk olarak ortaya çıkar. Çünkü Barzani'yi hedef alacak olası bir harekâtın yaratacağı olumsuzlukları önleyebilmek için, terör ini olduğu dünya kamuoyunca kabul gören Kandil'in kontrol altına alındıktan sonra, harekâtın Barzani bölgesine yönelmesi etki alanı sağlamak açısından gözden kaçırılmaması gereken bir husustur. Karşı hareket planlayan işbirlikçi unsurların Kandil'de direniş noktaları oluşturabileceği ihtimali göz ardı edilmemelidir.
HEDEF BARZANİ
Yukarıdaki belirleyici ve yönlendirici faktörlere Türkiye'nin üniter yapısına tehdidin sadece PKK'dan gelmediği, dış güçlerin ve arka cephenin varlığı, bu mücadelenin "açık ve kapalı'' büyük bir cepheye karşı yapılacağı unutulmamalıdır. Öyleyse, PKK ile birlikte Barzani'nin de tehdit değerlendirmesi kapsamına alınması zaruridir. Ortadoğu'da gelişen olaylar bize gerçek hedefin ne olduğunu işaret etmektedir. Son günlerde PKK terör örgütünün siyasi liderliğini ele geçirme ve bu ayrılıkçı siyasi hareketi yönetme gayreti içerisinde olduğu Barzani'nin tavırlarından açıkça anlaşılmaktadır.
Ortadoğu'da söz sahibi olmak ve bölgedeki ulusal çıkarlarını korumak arzusunda olan bir Türkiye için, gelecekte Barzani ile çatışma olabileceği riski, olası harekâtın her safhasında dikkate alınması gereken bir faktör olarak değerlendirilmektedir.
Her ne kadar siyasi otoritenin ilan ettiği bir siyasi hedef olmasa da, diğer bir deyişle askeri harekâtı destekleyen siyasi bir kararlılık olmasa da, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin tarihten gelen bir vazife anlayışına sahip olduğu herkesçe bilinmektedir. Durumdan vazife çıkarmak konseptini en küçük birlik seviyesinde uyguladığı da bilinmektedir. Türkiye tarihi bir dönüm noktasındadır. PKK terör örgütünün açıklamaya çalıştığımız harekâtın olası hedefleri içerisindeki yeri önemlidir. Ancak Türkiye'nin hayati çıkarlarının söz konusu olduğu Ortadoğu'da değişen güç dengeleri karşısında yapılacak olan bir askeri harekâta siyasi ve diplomatik iradenin eşlik etmesi de kaçınılmazdır. Askeri anlamda önemli bir başarıyı işaretleyen müdahalenin, siyasi ve diplomatik destekten yoksun olması gereksiz tartışmalara kapı açmaktadır.
Ulusal çıkarlarımız ve ulusumuzun bekası söz konusu olduğunda, şahsi ve siyasi çıkarlar gündemde asla yer etmemesi gereken bir teferruat olacaktır.
ERDAL SARIZEYBEK .(EFSANE KOMUTAN).(BU YAZI EFSANE KOMUTANIMIZ ERDAL SARIZEYBEK TARAFINDAN YAZILMIŞ OLUP YÜCE TÜRK MİLLTİNİN BİLGİLENMESİ AMACI İLE AYYILDIZ TİM SİTESİNDEN ALINTILANIP YAYINLANMIŞTIR,) (EXPRES37)pirahmetli ,birol aslan
--------------------------------------------------------------------------------
İMRALI TARİHE KARIŞIYOR
Efsane Albay
Erdal Sarızeybek
TUSAM
İç Güvenlik ve Terör danışmanı
Dağlıca Baskını sonrası toplumun teröre ve teröristlere karşı gösterdiği yoğun tepki, Genel Kurmay Başkanlığı’nın 12 Nisan 2007’de yapmış olduğu operasyon çağrısına sessiz kalan Başbakan’ı aylar sonra harekete geçirdi. Ancak, açık ve yakın bir tehdide karşı doğrudan eyleme geçilmesi için her türlü hukuki şartın oluştuğu bu olayda, Başbakan’ın eylem talimatı vermek yerine Amerika’ya danışmak gereğini duymuş olması, bizleri bundan sonra yapılması muhtemel harekât hakkında tereddüde düşürmüştür. 5 Kasım 2007’de ABD ile yapılan görüşmeden çıkan sonuç ise şu olmuştur: PKK müşterek düşmandır ve anlık istihbarat paylaşımı yapılacaktır! Yani Türkçesi “tek başınıza harekât yapamazsınız, bizim göstereceğimiz yerleri ancak havadan vurabilirsiniz!” Cumhuriyet tarihimizde bu her halde bir ilktir. Başkasının istihbaratıyla harekât yapmak ya da bekanıza yönelik bir tehdit karşısında doğrudan harekete geçmeyip şartlı harekât yapmak… Hal böyle olunca haklı olarak olası harekâtın amaç ve sonuçlarını irdelemeye karar verdik; “Ne oldu ne bitti de PKK müşterek düşman oldu” diyerek. İlk olarak aklımıza şu geldi: “PKK müşterek düşman ise, neden Amerika eliyle koymuş gibi yerini bildiği PKK'yı yüksek teknolojisiyle yok etmiyordu da bizim Hava Kuvvetlerimize yol veriyordu?” Neden kendisi terörle mücadele adı altında ülkeleri işgal ederken “bizim teröristlere” müdahale etmiyordu? Kuşkulandık çünkü yaşanmış olan tecrübeler, yaşanmış olan bir tarih var Amerika ile.
Her şeyden önce bir Çekiç Güç meselesi var. Bir de unutamadığımız bir Körfez Savaşı meselesi. Hatırlayınız o günleri; Özal her gün dönemin ABD başkanı Baba Bush'la telefonla görüşüyor ve Amerika'nın Ortadoğu politikasını şekillendiriyordu. Bir koyup üç, beş hatta on alacaktık, Musul Kerkük bizim olacaktı. Dış politikamız; Amerika'ya ve Barzani'ye destek, Irak'ın toprak bütünlüğünü korumak, PKK'yı yok etmek şeklinde sıralanıyordu, tıpkı 2003 Irak Savaşı'nda olduğu gibi, tıpkı bugünkü gibi…
Yıl 1991. Ne oldu hatırlayınız Birinci Körfez Savaşı’nda? Amerika önce Saddam'ın Irak’ın kuzeyine harekât yapmasına izin verdi, peşmergeleri hedef gösterdi ve Saddam'dan kaçan bütün Iraklılar ülkemize sığındı. Hemen kucak açtık onlara, kol kanat gerdik. Ama bu insanlık dramında batılı ülkeler bizi ve o zavallı sığınmacıları yalnız bıraktı. O insanlara, şimdi bize Barzani eliyle kafa tutmaya çalışan o zavallı insanlara ekmeğimizi verdik, milyonlarca dolar milli kaynağımızı harcadık. Irak’a uyguladığımız ambargo sonucu zararımız yüz milyar doları aşıyordu, karşılamadılar bile. Ve sonuçta: Amerika'nın Irak’ta yarattığı trajedi uluslararası gündeme birden bire Kürt Sorunu olarak düştü! (1) Hepsi bu mu, hayır! Guantanamo'da binlerce insana işkence yapan, Irak'ta her saat başı adam öldüren Amerika'ya ses çıkarmayan Avrupa ve Birleşmiş Milletler, Saddam'ın zavallı Kürtlere zulüm yapmasının önüne geçmek maksadıyla 36”ncı paralel kuzeyine uçuş ve müdahale yasağı koydu ve Özal'ın da gayretiyle uluslararası koalisyon gücü, yani Çekiç Güç ülkemizde konuşlandı. Peki sonra ne oldu? Birtakım gizli eller, on yıldır Suriye ve Lübnan'da eğitim yapan PKK'lı teröristleri aldı, bir kısmını Suriye üzerinden bir kısmını İran üzerinden, Irak’ın kuzeyindeki Çekiç Güç'ün korumasındaki bölgeye yerleştirdi. Takvimler 1992'yi gösterdiğinde PKK, Barzani bölgesinde sayıları on bini aşkın silahlı bir güç haline gelmiş, Barzani'nin kamplarına yerleşmiş, Saddam'ın silahlarını yağmalamış ve Saddam'ın zulmünden kaçan gençleri kandırarak “terörist haline getirmiş” ve Türkiye Cumhuriyeti"ne kafa tutmaya başlamıştı. Ardından Barzani Özerk Kürt Yönetimini ilan etmişti. Netice olarak Birinci Körfez Savaşı bize güçlü bir PKK ile özerk bir Barzani'yi miras bırakmıştı.
Aradan yıllar geçti. Önce 2001 yılında ABD 11 Eylül ile sarsıldı ve akabinde tüm agresifliği ile soluğu Ortadoğu’da aldı. Önce Afganistan’a hemen ardından da 2003 yılında kitle imha silahları bulunduğu bahanesiyle Irak’a girdi. Saddam devrildi. Irak üçe bölündü. Siyasal bir PKK ile federe bir Kürt devleti ortaya çıktı. Amerika artık Barzani ve PKK'nın içindeydi. Amacı; Ortadoğu'daki enerji havzalarını ele geçirmek, gerek kendi gerekse İsrail'in güvenliği için Büyük Kürdistan'ı kurmak suretiyle BOP’u hayata geçirmek idi. Bu sıralarda Başbakan, ''Bizim bu projede yapacak görevlerimiz var, eşbaşkanlarından biriyiz'' açıklamaları yapıyordu. Düşününüz, BOP; Türkiye, İran, Irak ve Suriye'yi bölme projesi ve bizim Başbakan eşbaşkan! İşte bu sırada, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, o ünlü 12 Nisan açıklamasını yaptı ve ‘’Ülkenin milletiyle bölünmez bütünlüğü çok ağır ve yakın bir tehdit altındadır’’, diyerek Irak’ın kuzeyini hedef gösterdi. Sınır ötesi harekât senaryoları da o tarihten beri gündemden düşmedi ve biz 5 Kasım'a geldik.
ABD’nin amacı…
Bu çerçevede Amerika ne yapmak istiyor, ona bir bakalım. 2008 yılında ABD'de başkanlık seçimleri var. Oğul Bush Irak'ta umduğunu bulamadı, ölen Amerikalı asker sayısı 3900'ü geçti, Irak'a vaat edilen demokrasi gelmedi, ülke iç savaşın eşiğinde. ABD'nin savaş tehditleri, PJAK'ı İran'a karşı kullanma oyunu, Körfez'e yaptığı muazzam yığınak işe yaramadı, İran nükleer programını sürdürüyor. Irak'ta güçlenen PKK, eylemlerine devam ediyor, batının teröre karşı sözde ortak çağrıları işe yaramıyor. Barzani, arkasına aldığı Amerika'ya güvenip Türkiye'ye tehditler yağdırıyor, Kürt devletini kurdu, bir tek ilanı kaldı aynen Kosova gibi. Hatta Kosova ilan etti bile. Hiç şüphesiz ki Barzani de aynı hayalleri kuruyordur artık. Tüm bunlar olurken Türk Milleti ise ayakta, ordu harekete geçmezse Irak'a gidip PKK'yı da Barzani'yi de vuracak hale geldi. Amerikan karşıtlığı dört bir yanı sardı. Bu tablo ile ABD’deki Cumhuriyetçilerin seçimi kazanması elbette zor olacaktı. Peki ne yapılacaktı? Birinci sorun İran’dı, nükleer silahlanma meselesi. Buna karşı savaş açılacaktı ama zamanı değildi çünkü Irak'ta işler zordu. O halde bu savaş ertelenmeliydi? Kasım 2007'de ABD Ulusal İstihbarat Tahminleri Raporu açıklandı. 2015 yılından önce İran'ın nükleer silah üretme kapasitesine erişemeyeceği söylendi ve İran hedef listesinden “şimdilik” çıkarıldı. Mademki İran'da nükleer tehdit şimdilik yoktu, o halde İran'a saldırmak için sebep de yoktu! Amerika böylece İran'ı gündeminden düşürdü. İkinci sorun ve belki de en önemli sorun Türkiye, Barzani ve PKK meselesiydi. Türkiye'de Amerikan karşıtlığı gelişiyor, PKK'nın yaptığı eylemler artıyor, her gün şehit veriliyor, Barzani PKK ile baş edemiyor ve tüm bunlara dur, demek gerekiyordu. Ayrıca, Barzani'nin gerek Irak'ta gerekse Türkiye'de bir sempatizan kitlesi vardı ve bunun düşmanlığa dönüşmemesi gerekiyordu Büyük Kürdistan'ın gerçekleşmesi için. Türkiye ise Ortadoğu'da önemli bir konuma sahipti, Amerikan çıkarlarını koruyordu, ABD’nin askeri üsleri vardı, iyi bir silah pazarıydı, İsrail ile ilişkileri iyiydi, elden çıkarılmazdı. PKK'ya gelince, her ne kadar BOP projesinde görevler üstlenmiş ise de, sonuçta bir terör örgütüydü ve batılı dünya bunu geç de olsa kabul etmişti. Bu durumda ancak PKK'dan vazgeçilebilirdi, hem kullanılır hem de kısmen feda edilebilirdi ama nasıl? Amerika doğrudan PKK'yı vursa, önemli bir taşeron güç yok edilmiş olacaktı, bu iyi bir çözüm değildi çünkü ilerde ona iş düşecekti. Barzani PKK'yı vursa, Kürtler arasına nifak sokulmuş olurdu ki, bu hiç iyi değildi, üstelik Barzani'nin PKK ile çatışması oldukça zordu. Türkiye PKK'yı vursa, bu iyi bir çözümdü, bunun bir mahzuru yoktu hem de bu, bir taşla dört beş kuş demekti. Nasıl mı? Bir: Türkiye öteden beri PKK'yı Irak'ta yok etmek istiyordu, kamuoyu buna hazırdı, Irak hava sahası Türklere açılırsa, hem Türkiye'nin gönlü yapılmış olur, hem PKK biraz hırpalanıp gözdağı verilir, hem de Barzani ile Türkiye arasındaki ilişkiler yumuşar ve gelişirdi. İki: Türkiye'deki Amerikan karşıtlığı önlenir hem de bu durum öteden beri desteklediği AKP’ye siyasi başarı sağlardı. Üç: BOP projesinde görevli Tayyip Erdoğan bu siyasi avantajı değerlendirir ve gelecekte kurulması planlanan özerk yapının temelini atacak yeni anayasa değişikliklerinin meclisten geçirilmesini kolayca sağlardı. Dört: PKK'ya karşı Büyük Kürdistan'ın müstakbel lideri olarak Barzani'nin bölgede otoritesi sağlanırdı. Beş: 2008 seçimlerine Oğul Bush’un partisi Cumhuriyetçiler, az da olsa istikrar sağlanmış bir Irak, kuzeyde tam otorite ve güneye örnek teşkil edecek güçlü bir Barzani, gönlü yapılmış bir Türkiye ile girecek ve elbette ki avantaj sağlayacaktı.
PKK’nın geleceği
PKK"nın ne olacağı konusunda ise, işte onu bizatihi PKK'nın kendisi bilirdi. Bugüne kadar yapmış olduğu hizmetlere karşılık PKK’ya tercih yapma şansı verilebilirdi pek ala. Hem de iki seçenek. Birinci seçenek: PKK'nın gerek lider gerekse dağ kadrosunda İranlı, Suriyeli ve Iraklı Kürtler de vardı, bunlar ülkelerindeki PKK oluşumlarına katılır, varlık ve eylemlerini orada sürdürebilirlerdi tıpkı PJAK gibi. Bunu istemeyenler ise Barzani'ye katılabilirdi. Zaten Barzani 1992'den beri PKK'dan kaçanları korumakta ve onları Özel Kuvvetler çatısı altında toplamaktaydı. Bu durumda ABD'nin desteği hem PKK'ya yönelik olarak hem de Barzani'ye yönelik olarak sürmüş olurdu. Çünkü gelecekte İran ve Suriye'nin parçalanması söz konusu olduğunda bu PKK'lılara ihtiyaç olacaktı. PKK'nın yönetici kadrosuna gelince, bir kısmı İran ve Suriye'deki yeni oluşumun başına gider yerinde yönetirdi, isteyen Barzani'de kalırdı. Türkiye'ye gideceklere af çıkarmak ve siyasi haklar vermek için elden gelen yapılırdı. İsteyen tanık koruma programına alınır, yüzü değiştirilir ve yeni bir yaşam da sunulabilirdi. Türkiye'ye dönmek isteyenlere kapı açıktı, hepsi silah bırakıp dönebilirdi, onlar için af garanti idi. kincisi seçenek ise oldukça açıktı kabul etmeyenlerin cezası ölümdü.
Senaryo gerçek olursa…
Peki, bu senaryo hayata geçerse ne olacaktır? PKK eylemleri büyük ölçüde duracak yerini toplumsal olaylar alacaktır. PKK'nın siyasallaşma değil, Genel Kurmay Başkanımızın belirttiği gibi legalleşme çabaları hayata geçirilecektir. PKK, İran ve Suriye'de faaliyetlerini sürdürecek, Irak'taki faaliyetlerin tek adresi ise Barzani olacaktır. PKK'dan teslim olanlara af ilan edilecektir, kaldı ki, TCK. Md. 221 bunu sağlamak için yeterlidir, yeni kanuna ihtiyaç bile yoktur. Avrupa'daki PKK'nın siyasi cephe teşkilatları faaliyetlerini sürdürecektir. Bir kısım PKK'lı Barzani tarafından Türkiye'ye teslim edilecektir. Bunun da iki sonucu olacaktır. Öncelikle Barzani halkımıza sempatik gösterilip Türkiye'nin Kürt devletini tanıması için uygun ortam hazırlanacak ve hükümet, “teröristleri dağdan indirdim”, deyip siyasi rant sağlayacaktır. Bu durumda, ülkemizin doğusunda özerk bir yapının yasal zemini hazırlanmış olacak,Türk ulusunun da birlik bütünlük ve bekası lafta kalacaktır.
İşte 5 Kasım'da Başkan Bush ile görüşmeden çıkan sonuç budur ama bize söylenen; anlık istihbarat ve PKK müşterek düşman, sloganıdır! Bize söylenen; demokrasi, insan hakları, barış ve kardeşlik, akan kanlar dursun, sloganlarıdır ama uygulamaya konmak istenen senaryo, ülkemizi bölme senaryosudur!
Şimdi Hava Kuvvetlerimiz Irak'taki PKK yuvalarını vuruyor. Medya manşet atıyor, PKK dağılıyor, diye. Doğru dağılıyor ama nasıl? Yaralılar ve örgütten kaçanlar Barzani'ye sığınıyor, PKK'ya Barzani adresi gösteriliyor! Bir kısım PKK'lı İran'a diğer bir kısmı Suriye'ye çekiliyor. Kalan fedailer ise Hakurk, Zap, Metina, Şive ve Kandil'deki PKK kamplarında nöbet tutuyor. Aslında PKK kılık değiştiriyor; Barzani’nin koruması altına giriyor, Barzani de hem PKK'nın hem de Büyük Kürdistan hayalinin liderliğine oynuyor! Bu çerçevede yaptığımız sınır ötesi hava harekâtlarına yakından bir bakalım. Vurulan yerler neresidir; Hakurk, Basyan, Avaşin, Sinat, Haftanin! Bu kamplar PKK’nın yirmi yıldır elinde bulundurduğu kamplardır ve ülkemizin hemen güneyindedir yani PKK bir nefes kadar yakındır bize. Operasyon olacağı bilinmesine rağmen PKK geri çekilmiyorsa bu cesareti kimden almaktadır?
Ayrıca harekât esnasında vurulan teröristler Barzani’ye bağlı hastanelerde tedavi görmektedir ve bu husus bizzat Genel Kurmay tarafından açıklanmıştır. Bu teröristleri kim alıp gelecektir? Hala yerlerinde durduklarına göre verilen mesaj şudur; dağda silahlı iseniz terörist, yerde Barzani bölgesinde iseniz peşmerge!
Peki bu harekâtlar bu kapsamda bahara kadar böyle sürerse, sonucu ne olur? Irak’ın kuzeyinde güçlü ve bağımsız bir Barzani ortaya çıkar; PKK'yı koltuğunun altına, ABD'yi arkasına almış bir Barzani! Türkiye'nin desteğiyle Irak’ın kuzeyinde güçlü ve müreffeh bir Kürt devletinin başkanı, Türkiye'nin doğusunda da söz sahibi, İran ve Suriye'deki PKK faaliyetlerini yöneten bir Barzani! PKK'nın ve Büyük Kürdistan'ın büyük lideri Barzani! Aynı Barzani, PKK’nın silahlı eylemleri yerine doğudaki halkımızı devletle karşı karşıya getirmek için kitlesel eylemlere yönelecektir. Terör sorunu bitecek yerini etnik ayrımcılığa dayalı toplumsal olaylar alacaktır. Bu senaryo, yedi bin yıllık Türk devletini parçalama senaryosudur. Ama bu senaryo burada bitmez, sırada Ermeni var, Rum var, Yunan var, Yahudi var, Süryani var, Papaz var, Hahambaşı var, Patrik var, bu bitmez ta ki Türk varlığı Anadolu’dan silininceye kadar sürecektir bu senaryo!
Dur diyen yok mu?
Peki, Kim, dur diyecek bu ihanet senaryosuna? Halkımız çaresiz, yokluk ve yoksulluk içinde. Gençlik, Gazi Paşa'nın gençliği sorunları içinde kaybolmuş, Milli Eğitim Gülen tarikatının elinde, yeni nesilleri o yetiştiriyor. Doğuda yaşayan halkımız perişan, bir yanda PKK bir yanda Barzani, hani Türk devleti, hani devletimiz, diye kendi kendine soruyor. Onlar da çaresiz, olacakları bekliyor. Sanayici, odalar, borsalar, sivil toplum örgüt liderleri suskun, seyrediyor olan biteni, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyerek. Durum böyle giderse fazla bir seçeneğimiz yok. Ya on yıl sonra, elli yıl sonra, yüz yıl sonra Anadolu’daki Türk varlığının tarih sahnesinden yok olması için, bugün atılan temellere bir kürek de biz harç atacağız. Ya da biz Gazi Paşa'nın torunlarıyız, biz Çanakkale'nin, biz Anafartaların, biz Yıldırımların Fatihlerin torunlarıyız deyip bu ihanet senaryosunu darmadağın edeceğiz, öylesine vuracağız ki bir daha hiç kimse böyle bir ihanete kalkışamayacak!
Şimdi karar sizin, hangi seçenek? (TÜRK MİLLETİNE HİZMET ETMEYİ KENDİSİNE AMAÇ EDİNMİŞ OLAN AYYILDIZ TİM SİTESİNDEN ALINTILANMIŞTIR) (BİROL ASLAN ,PİRAHMETLİ KÖYÜ ,TAŞKÖPRÜ ,KASTAMONU)
Erdal Sarızeybek
TUSAM
İç Güvenlik ve Terör danışmanı
Dağlıca Baskını sonrası toplumun teröre ve teröristlere karşı gösterdiği yoğun tepki, Genel Kurmay Başkanlığı’nın 12 Nisan 2007’de yapmış olduğu operasyon çağrısına sessiz kalan Başbakan’ı aylar sonra harekete geçirdi. Ancak, açık ve yakın bir tehdide karşı doğrudan eyleme geçilmesi için her türlü hukuki şartın oluştuğu bu olayda, Başbakan’ın eylem talimatı vermek yerine Amerika’ya danışmak gereğini duymuş olması, bizleri bundan sonra yapılması muhtemel harekât hakkında tereddüde düşürmüştür. 5 Kasım 2007’de ABD ile yapılan görüşmeden çıkan sonuç ise şu olmuştur: PKK müşterek düşmandır ve anlık istihbarat paylaşımı yapılacaktır! Yani Türkçesi “tek başınıza harekât yapamazsınız, bizim göstereceğimiz yerleri ancak havadan vurabilirsiniz!” Cumhuriyet tarihimizde bu her halde bir ilktir. Başkasının istihbaratıyla harekât yapmak ya da bekanıza yönelik bir tehdit karşısında doğrudan harekete geçmeyip şartlı harekât yapmak… Hal böyle olunca haklı olarak olası harekâtın amaç ve sonuçlarını irdelemeye karar verdik; “Ne oldu ne bitti de PKK müşterek düşman oldu” diyerek. İlk olarak aklımıza şu geldi: “PKK müşterek düşman ise, neden Amerika eliyle koymuş gibi yerini bildiği PKK'yı yüksek teknolojisiyle yok etmiyordu da bizim Hava Kuvvetlerimize yol veriyordu?” Neden kendisi terörle mücadele adı altında ülkeleri işgal ederken “bizim teröristlere” müdahale etmiyordu? Kuşkulandık çünkü yaşanmış olan tecrübeler, yaşanmış olan bir tarih var Amerika ile.
Her şeyden önce bir Çekiç Güç meselesi var. Bir de unutamadığımız bir Körfez Savaşı meselesi. Hatırlayınız o günleri; Özal her gün dönemin ABD başkanı Baba Bush'la telefonla görüşüyor ve Amerika'nın Ortadoğu politikasını şekillendiriyordu. Bir koyup üç, beş hatta on alacaktık, Musul Kerkük bizim olacaktı. Dış politikamız; Amerika'ya ve Barzani'ye destek, Irak'ın toprak bütünlüğünü korumak, PKK'yı yok etmek şeklinde sıralanıyordu, tıpkı 2003 Irak Savaşı'nda olduğu gibi, tıpkı bugünkü gibi…
Yıl 1991. Ne oldu hatırlayınız Birinci Körfez Savaşı’nda? Amerika önce Saddam'ın Irak’ın kuzeyine harekât yapmasına izin verdi, peşmergeleri hedef gösterdi ve Saddam'dan kaçan bütün Iraklılar ülkemize sığındı. Hemen kucak açtık onlara, kol kanat gerdik. Ama bu insanlık dramında batılı ülkeler bizi ve o zavallı sığınmacıları yalnız bıraktı. O insanlara, şimdi bize Barzani eliyle kafa tutmaya çalışan o zavallı insanlara ekmeğimizi verdik, milyonlarca dolar milli kaynağımızı harcadık. Irak’a uyguladığımız ambargo sonucu zararımız yüz milyar doları aşıyordu, karşılamadılar bile. Ve sonuçta: Amerika'nın Irak’ta yarattığı trajedi uluslararası gündeme birden bire Kürt Sorunu olarak düştü! (1) Hepsi bu mu, hayır! Guantanamo'da binlerce insana işkence yapan, Irak'ta her saat başı adam öldüren Amerika'ya ses çıkarmayan Avrupa ve Birleşmiş Milletler, Saddam'ın zavallı Kürtlere zulüm yapmasının önüne geçmek maksadıyla 36”ncı paralel kuzeyine uçuş ve müdahale yasağı koydu ve Özal'ın da gayretiyle uluslararası koalisyon gücü, yani Çekiç Güç ülkemizde konuşlandı. Peki sonra ne oldu? Birtakım gizli eller, on yıldır Suriye ve Lübnan'da eğitim yapan PKK'lı teröristleri aldı, bir kısmını Suriye üzerinden bir kısmını İran üzerinden, Irak’ın kuzeyindeki Çekiç Güç'ün korumasındaki bölgeye yerleştirdi. Takvimler 1992'yi gösterdiğinde PKK, Barzani bölgesinde sayıları on bini aşkın silahlı bir güç haline gelmiş, Barzani'nin kamplarına yerleşmiş, Saddam'ın silahlarını yağmalamış ve Saddam'ın zulmünden kaçan gençleri kandırarak “terörist haline getirmiş” ve Türkiye Cumhuriyeti"ne kafa tutmaya başlamıştı. Ardından Barzani Özerk Kürt Yönetimini ilan etmişti. Netice olarak Birinci Körfez Savaşı bize güçlü bir PKK ile özerk bir Barzani'yi miras bırakmıştı.
Aradan yıllar geçti. Önce 2001 yılında ABD 11 Eylül ile sarsıldı ve akabinde tüm agresifliği ile soluğu Ortadoğu’da aldı. Önce Afganistan’a hemen ardından da 2003 yılında kitle imha silahları bulunduğu bahanesiyle Irak’a girdi. Saddam devrildi. Irak üçe bölündü. Siyasal bir PKK ile federe bir Kürt devleti ortaya çıktı. Amerika artık Barzani ve PKK'nın içindeydi. Amacı; Ortadoğu'daki enerji havzalarını ele geçirmek, gerek kendi gerekse İsrail'in güvenliği için Büyük Kürdistan'ı kurmak suretiyle BOP’u hayata geçirmek idi. Bu sıralarda Başbakan, ''Bizim bu projede yapacak görevlerimiz var, eşbaşkanlarından biriyiz'' açıklamaları yapıyordu. Düşününüz, BOP; Türkiye, İran, Irak ve Suriye'yi bölme projesi ve bizim Başbakan eşbaşkan! İşte bu sırada, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, o ünlü 12 Nisan açıklamasını yaptı ve ‘’Ülkenin milletiyle bölünmez bütünlüğü çok ağır ve yakın bir tehdit altındadır’’, diyerek Irak’ın kuzeyini hedef gösterdi. Sınır ötesi harekât senaryoları da o tarihten beri gündemden düşmedi ve biz 5 Kasım'a geldik.
ABD’nin amacı…
Bu çerçevede Amerika ne yapmak istiyor, ona bir bakalım. 2008 yılında ABD'de başkanlık seçimleri var. Oğul Bush Irak'ta umduğunu bulamadı, ölen Amerikalı asker sayısı 3900'ü geçti, Irak'a vaat edilen demokrasi gelmedi, ülke iç savaşın eşiğinde. ABD'nin savaş tehditleri, PJAK'ı İran'a karşı kullanma oyunu, Körfez'e yaptığı muazzam yığınak işe yaramadı, İran nükleer programını sürdürüyor. Irak'ta güçlenen PKK, eylemlerine devam ediyor, batının teröre karşı sözde ortak çağrıları işe yaramıyor. Barzani, arkasına aldığı Amerika'ya güvenip Türkiye'ye tehditler yağdırıyor, Kürt devletini kurdu, bir tek ilanı kaldı aynen Kosova gibi. Hatta Kosova ilan etti bile. Hiç şüphesiz ki Barzani de aynı hayalleri kuruyordur artık. Tüm bunlar olurken Türk Milleti ise ayakta, ordu harekete geçmezse Irak'a gidip PKK'yı da Barzani'yi de vuracak hale geldi. Amerikan karşıtlığı dört bir yanı sardı. Bu tablo ile ABD’deki Cumhuriyetçilerin seçimi kazanması elbette zor olacaktı. Peki ne yapılacaktı? Birinci sorun İran’dı, nükleer silahlanma meselesi. Buna karşı savaş açılacaktı ama zamanı değildi çünkü Irak'ta işler zordu. O halde bu savaş ertelenmeliydi? Kasım 2007'de ABD Ulusal İstihbarat Tahminleri Raporu açıklandı. 2015 yılından önce İran'ın nükleer silah üretme kapasitesine erişemeyeceği söylendi ve İran hedef listesinden “şimdilik” çıkarıldı. Mademki İran'da nükleer tehdit şimdilik yoktu, o halde İran'a saldırmak için sebep de yoktu! Amerika böylece İran'ı gündeminden düşürdü. İkinci sorun ve belki de en önemli sorun Türkiye, Barzani ve PKK meselesiydi. Türkiye'de Amerikan karşıtlığı gelişiyor, PKK'nın yaptığı eylemler artıyor, her gün şehit veriliyor, Barzani PKK ile baş edemiyor ve tüm bunlara dur, demek gerekiyordu. Ayrıca, Barzani'nin gerek Irak'ta gerekse Türkiye'de bir sempatizan kitlesi vardı ve bunun düşmanlığa dönüşmemesi gerekiyordu Büyük Kürdistan'ın gerçekleşmesi için. Türkiye ise Ortadoğu'da önemli bir konuma sahipti, Amerikan çıkarlarını koruyordu, ABD’nin askeri üsleri vardı, iyi bir silah pazarıydı, İsrail ile ilişkileri iyiydi, elden çıkarılmazdı. PKK'ya gelince, her ne kadar BOP projesinde görevler üstlenmiş ise de, sonuçta bir terör örgütüydü ve batılı dünya bunu geç de olsa kabul etmişti. Bu durumda ancak PKK'dan vazgeçilebilirdi, hem kullanılır hem de kısmen feda edilebilirdi ama nasıl? Amerika doğrudan PKK'yı vursa, önemli bir taşeron güç yok edilmiş olacaktı, bu iyi bir çözüm değildi çünkü ilerde ona iş düşecekti. Barzani PKK'yı vursa, Kürtler arasına nifak sokulmuş olurdu ki, bu hiç iyi değildi, üstelik Barzani'nin PKK ile çatışması oldukça zordu. Türkiye PKK'yı vursa, bu iyi bir çözümdü, bunun bir mahzuru yoktu hem de bu, bir taşla dört beş kuş demekti. Nasıl mı? Bir: Türkiye öteden beri PKK'yı Irak'ta yok etmek istiyordu, kamuoyu buna hazırdı, Irak hava sahası Türklere açılırsa, hem Türkiye'nin gönlü yapılmış olur, hem PKK biraz hırpalanıp gözdağı verilir, hem de Barzani ile Türkiye arasındaki ilişkiler yumuşar ve gelişirdi. İki: Türkiye'deki Amerikan karşıtlığı önlenir hem de bu durum öteden beri desteklediği AKP’ye siyasi başarı sağlardı. Üç: BOP projesinde görevli Tayyip Erdoğan bu siyasi avantajı değerlendirir ve gelecekte kurulması planlanan özerk yapının temelini atacak yeni anayasa değişikliklerinin meclisten geçirilmesini kolayca sağlardı. Dört: PKK'ya karşı Büyük Kürdistan'ın müstakbel lideri olarak Barzani'nin bölgede otoritesi sağlanırdı. Beş: 2008 seçimlerine Oğul Bush’un partisi Cumhuriyetçiler, az da olsa istikrar sağlanmış bir Irak, kuzeyde tam otorite ve güneye örnek teşkil edecek güçlü bir Barzani, gönlü yapılmış bir Türkiye ile girecek ve elbette ki avantaj sağlayacaktı.
PKK’nın geleceği
PKK"nın ne olacağı konusunda ise, işte onu bizatihi PKK'nın kendisi bilirdi. Bugüne kadar yapmış olduğu hizmetlere karşılık PKK’ya tercih yapma şansı verilebilirdi pek ala. Hem de iki seçenek. Birinci seçenek: PKK'nın gerek lider gerekse dağ kadrosunda İranlı, Suriyeli ve Iraklı Kürtler de vardı, bunlar ülkelerindeki PKK oluşumlarına katılır, varlık ve eylemlerini orada sürdürebilirlerdi tıpkı PJAK gibi. Bunu istemeyenler ise Barzani'ye katılabilirdi. Zaten Barzani 1992'den beri PKK'dan kaçanları korumakta ve onları Özel Kuvvetler çatısı altında toplamaktaydı. Bu durumda ABD'nin desteği hem PKK'ya yönelik olarak hem de Barzani'ye yönelik olarak sürmüş olurdu. Çünkü gelecekte İran ve Suriye'nin parçalanması söz konusu olduğunda bu PKK'lılara ihtiyaç olacaktı. PKK'nın yönetici kadrosuna gelince, bir kısmı İran ve Suriye'deki yeni oluşumun başına gider yerinde yönetirdi, isteyen Barzani'de kalırdı. Türkiye'ye gideceklere af çıkarmak ve siyasi haklar vermek için elden gelen yapılırdı. İsteyen tanık koruma programına alınır, yüzü değiştirilir ve yeni bir yaşam da sunulabilirdi. Türkiye'ye dönmek isteyenlere kapı açıktı, hepsi silah bırakıp dönebilirdi, onlar için af garanti idi. kincisi seçenek ise oldukça açıktı kabul etmeyenlerin cezası ölümdü.
Senaryo gerçek olursa…
Peki, bu senaryo hayata geçerse ne olacaktır? PKK eylemleri büyük ölçüde duracak yerini toplumsal olaylar alacaktır. PKK'nın siyasallaşma değil, Genel Kurmay Başkanımızın belirttiği gibi legalleşme çabaları hayata geçirilecektir. PKK, İran ve Suriye'de faaliyetlerini sürdürecek, Irak'taki faaliyetlerin tek adresi ise Barzani olacaktır. PKK'dan teslim olanlara af ilan edilecektir, kaldı ki, TCK. Md. 221 bunu sağlamak için yeterlidir, yeni kanuna ihtiyaç bile yoktur. Avrupa'daki PKK'nın siyasi cephe teşkilatları faaliyetlerini sürdürecektir. Bir kısım PKK'lı Barzani tarafından Türkiye'ye teslim edilecektir. Bunun da iki sonucu olacaktır. Öncelikle Barzani halkımıza sempatik gösterilip Türkiye'nin Kürt devletini tanıması için uygun ortam hazırlanacak ve hükümet, “teröristleri dağdan indirdim”, deyip siyasi rant sağlayacaktır. Bu durumda, ülkemizin doğusunda özerk bir yapının yasal zemini hazırlanmış olacak,Türk ulusunun da birlik bütünlük ve bekası lafta kalacaktır.
İşte 5 Kasım'da Başkan Bush ile görüşmeden çıkan sonuç budur ama bize söylenen; anlık istihbarat ve PKK müşterek düşman, sloganıdır! Bize söylenen; demokrasi, insan hakları, barış ve kardeşlik, akan kanlar dursun, sloganlarıdır ama uygulamaya konmak istenen senaryo, ülkemizi bölme senaryosudur!
Şimdi Hava Kuvvetlerimiz Irak'taki PKK yuvalarını vuruyor. Medya manşet atıyor, PKK dağılıyor, diye. Doğru dağılıyor ama nasıl? Yaralılar ve örgütten kaçanlar Barzani'ye sığınıyor, PKK'ya Barzani adresi gösteriliyor! Bir kısım PKK'lı İran'a diğer bir kısmı Suriye'ye çekiliyor. Kalan fedailer ise Hakurk, Zap, Metina, Şive ve Kandil'deki PKK kamplarında nöbet tutuyor. Aslında PKK kılık değiştiriyor; Barzani’nin koruması altına giriyor, Barzani de hem PKK'nın hem de Büyük Kürdistan hayalinin liderliğine oynuyor! Bu çerçevede yaptığımız sınır ötesi hava harekâtlarına yakından bir bakalım. Vurulan yerler neresidir; Hakurk, Basyan, Avaşin, Sinat, Haftanin! Bu kamplar PKK’nın yirmi yıldır elinde bulundurduğu kamplardır ve ülkemizin hemen güneyindedir yani PKK bir nefes kadar yakındır bize. Operasyon olacağı bilinmesine rağmen PKK geri çekilmiyorsa bu cesareti kimden almaktadır?
Ayrıca harekât esnasında vurulan teröristler Barzani’ye bağlı hastanelerde tedavi görmektedir ve bu husus bizzat Genel Kurmay tarafından açıklanmıştır. Bu teröristleri kim alıp gelecektir? Hala yerlerinde durduklarına göre verilen mesaj şudur; dağda silahlı iseniz terörist, yerde Barzani bölgesinde iseniz peşmerge!
Peki bu harekâtlar bu kapsamda bahara kadar böyle sürerse, sonucu ne olur? Irak’ın kuzeyinde güçlü ve bağımsız bir Barzani ortaya çıkar; PKK'yı koltuğunun altına, ABD'yi arkasına almış bir Barzani! Türkiye'nin desteğiyle Irak’ın kuzeyinde güçlü ve müreffeh bir Kürt devletinin başkanı, Türkiye'nin doğusunda da söz sahibi, İran ve Suriye'deki PKK faaliyetlerini yöneten bir Barzani! PKK'nın ve Büyük Kürdistan'ın büyük lideri Barzani! Aynı Barzani, PKK’nın silahlı eylemleri yerine doğudaki halkımızı devletle karşı karşıya getirmek için kitlesel eylemlere yönelecektir. Terör sorunu bitecek yerini etnik ayrımcılığa dayalı toplumsal olaylar alacaktır. Bu senaryo, yedi bin yıllık Türk devletini parçalama senaryosudur. Ama bu senaryo burada bitmez, sırada Ermeni var, Rum var, Yunan var, Yahudi var, Süryani var, Papaz var, Hahambaşı var, Patrik var, bu bitmez ta ki Türk varlığı Anadolu’dan silininceye kadar sürecektir bu senaryo!
Dur diyen yok mu?
Peki, Kim, dur diyecek bu ihanet senaryosuna? Halkımız çaresiz, yokluk ve yoksulluk içinde. Gençlik, Gazi Paşa'nın gençliği sorunları içinde kaybolmuş, Milli Eğitim Gülen tarikatının elinde, yeni nesilleri o yetiştiriyor. Doğuda yaşayan halkımız perişan, bir yanda PKK bir yanda Barzani, hani Türk devleti, hani devletimiz, diye kendi kendine soruyor. Onlar da çaresiz, olacakları bekliyor. Sanayici, odalar, borsalar, sivil toplum örgüt liderleri suskun, seyrediyor olan biteni, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyerek. Durum böyle giderse fazla bir seçeneğimiz yok. Ya on yıl sonra, elli yıl sonra, yüz yıl sonra Anadolu’daki Türk varlığının tarih sahnesinden yok olması için, bugün atılan temellere bir kürek de biz harç atacağız. Ya da biz Gazi Paşa'nın torunlarıyız, biz Çanakkale'nin, biz Anafartaların, biz Yıldırımların Fatihlerin torunlarıyız deyip bu ihanet senaryosunu darmadağın edeceğiz, öylesine vuracağız ki bir daha hiç kimse böyle bir ihanete kalkışamayacak!
Şimdi karar sizin, hangi seçenek? (TÜRK MİLLETİNE HİZMET ETMEYİ KENDİSİNE AMAÇ EDİNMİŞ OLAN AYYILDIZ TİM SİTESİNDEN ALINTILANMIŞTIR) (BİROL ASLAN ,PİRAHMETLİ KÖYÜ ,TAŞKÖPRÜ ,KASTAMONU)
SON HAREKAT KOD ADI YAHUDA
Son Harekat-kod Adi Yahuda
Bu kitap;
Türk tarihinin tüm sayfalarını kanlarıyla yazmış,
bize bu vatanı emanet etmek için can almış ve can vermiş
vatan evlatlarına ithaf edilmiştir.
AZİZ ŞEHİTLERİMİZ RUHLARINIZ ŞAD OLSUN!
SİZLERİ UNUTMADIK, UNUTTURMAYACAĞIZ…
Son harekât için bir adım ileri…
GİRİŞ
- Komutanım yardım et!
Gün doğumuyla başlayan çatışma beş saattir sürüyordu, aralıksız. Irak’tan gelen teröristler Meşelik, Leylek Dağı, Dereyanı ve Konur istikametinde dört koldan Aktütün’e saldırıyordu. Şehitlerimiz vardı. Meşelik bölgesinde ise, bir asker sürekli çağrı yapıyordu, komutanım yardım et, diyerek. Gidemiyorduk yanına. Teröristler karşısında tek başına kalmıştı, yanındaki iki asker şehit ve kendi yalnız.
- Komutanım yardım et!
En yakın mevzi yaklaşık beş yüz metre uzaktaki Bayrak Tepe idi, sarp ve dik bir kayalığın üzerinde kurulu. Bu mevzi yerini terk edip askerin yardımına gitse teröristler hemen orayı alacak, bir daha o istikamette ilerleme şansımız olmayacak, dolayısıyla çevredeki askerlerin de yaşama şansı kalmayacaktı. Bir gurup terörist aynı istikamette çermbere alınmış, çatışma sürüyordu. Çevresindeki olan bitenden habersiz olan Mehmetçik son bir umutla sesleniyordu bize. Dayanmak zordu bu çağrılara.
- Komutanım yardım et!
Bayrak Tepe en uçtaki son mevzi idi. Yardım isteyen ise, ondan da ilerlideki son asker. Makineli tüfek nişancısıydı. Irak’tan Leylek Dağına doğru gelen teröristlerin yaklaşma istikametini tek başına kapatıyordu. Yan mevzideki tim komutanı Asteğmen Ejder Polat hain kurşunla şehit olmuştu. Bayrak Tepe ile asıl kuvvetlerin bulunduğu Aktütün karakolu arasında ise yaklaşık on beş terörist çembere alınmış, kaçamıyordu. Kaçamıyorlar ama takviye birliklerinin de yolunu kapatıyorlardı, geçemiyorduk. Bayrak Tepe ve Aktütün timleri tüm gayretiyle bu teröristleri yok etmeye çalışıyordu, yolu açmak için. Tek tek vuruluyordu teröristler ama zaman geçiyor, telsiz çağrısı içimizi yakıyordu, dayanmak zordu.
- Komutanım yardım et!
Çemberin diğer bir ucu olan Berçay sırtlarında ise, tim komutanı Astsubay Aşkın Yeldiren şehit düşmüştü. Kalan askeri ateşe devam ediyordu. Teröristler takviye yollarına pusu atmıştı. Her yerden roket, havan, mermi sesleri geliyordu. Hangi mevzide ne olup bittiğini anlamak imkânsızdı. Kaç şehidimizin olduğunu dahi bilmiyorduk. Yaralılar kendi başına kalmıştı. Karakol çevresinde çatışmalar devam ediyordu. Bir terörist giriş kapısında havan nişancısı astsubay tarafından vurulmuştu. Bölgeye yalnızca Kobra helikopterleri yanaşıyor ama çatışma yakın mesafede sürdüğünden faydası olmuyordu. Durum vahimdi. Bayrak Tepeye giden yol temizlenmeden öteye geçme şansımız yoktu. Yardım isteyen askerdeki telsiz çatışma boyunca hiç susmadı; Komutanım yardım et! Allahım, ne acıydı bu!
Okuduklarınız yakın tarihimize 22 şehitle yazılmış Aktütün çatışmasında geçer. Yıl 1992, aylardan Eylül’dür. Bölgedeki karakollara saldırı yapılacağı bilinmektedir. Olaydan bir hafta önce, gene tarihe 19 şehitle yazılmış Alan çatışmasını incelemek için Şemdinli’ye üst düzey yetkililer gelmiştir. Anlatılmıştır bir bir; nerdedir bu teröristler, ne yapacaklardır, diye. Buna rağmen Irak’taki terörist yuvalarına harekât izni verilmemiştir. İzin verilmediği için de o hainler Irak’tan gelip bizi vurmuştur, bile bile, göz göre göre. Şimdi acıyla hatırlıyorum o günleri, yardım isteyen askerimizin sesi kulağımda çınlıyor. Sonra Dağlıca aklıma geliyor., Avaşin bölgesindeki terörist varlığı ve tehdidi bilinmesine rağmen ordumuza yetki vermeyen hükümetin anlaşıulmaz bu tavrı yüreğimi parçalıyor. Dağlıca’da, telsizle yapılan çağrıları duyar gibi oluyorum: Komutanım yardım et, Komutanım yardım et! Ardından korkunç bir çatışma ve şehitlerin görüntüleri, aileleri, çocukları geçiyor bir bir. Acı dolu feryatlar yakıyor bizi. Yüreğimiz yanıyor, kim dayanabilir bu acıya, diye kendime soruyorum. Bizi bu hallere kim düşürdü, diyorum kim, Mehmetçiği bu hallere kim düşürdü?
21 Ekim 2007 sabahı acı bir haberle uyandık; teröristler bir taburumuza saldırmıştı. Irak’tan geldiler ve Irak’a kaçtılar. Biz gitmedik peşlerinden, gidemedik. Dağlıca’da Mehmetçiğe yapılan saldırı incitti bizi, gururumuzu kırdı. PKK değildi, ABD değildi bu saldırının arkasındaki, bir Yahuda[1] operasyonuydu ama göremedik. Mehmetçikle kahramanlık, Mehmetçikle ulusu arasındaki bağları kırmak istiyorlardı, onun için yapıldı bu saldırı, anlayamadık. Yahudanın hain eli Mehmetçiğe Dağlıca’da uzanmıştı. Sekiz Mehmetçik sözde esir edilmiş, Türk ulusu ile esaret, Mehmetçikle korkaklık kavramları yan yana getirilmişti, kavrayamadık.
Yahuda Gücü[2]’nü arkasına alan medya bu olayı aylarca gündeminden düşürmedi. İhanet ile Mehmetçik yan yana anılmaya başladı, ta ki Genel Kurmay’ın müdahalesine kadar: Son günlerde basın ve yayın organlarında: 21 Ekim 2007 tarihli Dağlıca saldırısı sonrası gelişen olaylar hakkında çok sayıda haber ve yorum yer almakta ve yoğun bir tartışma ortamı yaratılmış bulunmaktadır. Bu ve benzer olayları kullanarak Türk Silahlı Kuvvetlerini yıpratmayı, onun terörle mücadele ve Türkiye Cumhuriyeti'nin temel ilkelerine sahip çıkmadaki kararlılığını aşındırmayı düşünenlerin çabaları beyhudedir. Saygı ile duyurulur[3].’’
Aslında bu operasyonlar ilk olarak 4 Temmuz 2003’de başladı. Irak’ın Süleymaniyesinde Amerikalı askerler, Özel Kuvvetler Komutanlığına mensup 11 Mehmetçiği gözaltına aldı. Barzani peşmergelerinin gözetiminde başlarına çuval geçirildi. Yer gök delinir sanmıştık ama olmadı, ne yer sarsıldı ne de gök. ABD’ye nota verin, diye haykıran seslere Başbakan, bu müzik notası değil, diyecek kadar milli duygularımıza uzaktı, acımızı yüreğimize gömdük. Ardından, Genel Kurmay eski Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök tarafından,‘’yolsuzluk’’ adı altında soruşturmalar başlattı. Yüzlerce Mehmetçiğin ifadeleri alındı. Yargılandılar. Çoğu beraat etti ama askeri gücümüzün temeli olan disiplin zaafa uğratılmıştı, farkına varamadık. Durmak bilmedi bu operasyonlar; Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Oramiral İlhami Erdil basına açık bir yargılama sonucu mahkûm edilerek cezaevine konuldu. İşbirlikçi medya tarafından bu olayı kamuoyuna ‘’Ordu-Yolsuzluk-Esaret-Korkaklık’’ temaları şeklinde yansıttı ama biz gerçeği göremedik. Vurulan Mehmetçik’ti, vurulan Türk milletinin onuruydu, gururuydu, farkında olamadık.
Bugünün dünden farkı yok inanın, değişen bir şey yok. Her yanımız tehdit altında, hepimiz görüyoruz ama müdahale edenimiz yok, sesini çıkaranın boynunu vuruyorlar sanki!
Aslında 12 Nisan aslında bir dönüm noktası olmuştu bizim için. Genel Kurmay Başkanımız bekamıza yönelik yakın ve ağır tehditleri bir bir sıralamıştı:“Bugün PKK'yı Kuzey Irak'tan, Kuzey Irak'ı Irak'ın bütününden ayrı düşünerek çözümler üretemezsiniz, hepsi birbiriyle organik ilişki içinde. Şu soruyu bana sorabilirsiniz: 'Peki Kuzey Irak'a bir operasyon yapılmalı mı?' Yapılmalı. Olayın iki boyutu var. Birincisi sadece asker olarak baktığım zaman, evet yapılmalı. Fayda sağlar mı? Evet, sağlar. Olayın ikinci boyutu, siyasi olaydır. Bir hudut ötesi operasyon yapılması için bir siyasi kararın ortaya çıkması lazım. TSK, yasal zeminde görev verildiğinde bu operasyonları yapma gücüne fazlasıyla sahiptir[4].’’
Tehdit Irak’taydı. Yakındı. yanı başımızdaydı. Tehdit, PKK’yı aşmış, bekamıza yönelmişti artık. TBMM’ne, hükümete, siyasilere bu tehdidi duyuran Genel Kurmay Başkanı idi, geçmişin genç bir binbaşı değil. O temiz saflığımızla gene bekledik. Bekledik ki, yer sarsılsın, gök sarsılsın, hesap sorulsun! Ama olmadı, sarsılan biz olduk, sarsılan gururumuz ve onurumuz oldu. Aldırmadılar endişelerimize, çocuklarımızın geleceğinden duyduğumuz kaygılarımıza aldırmadılar. Medya bu olayı olası seçimler ardına gizledi, ‘’özde ve sözde’’ deyişi ardına gizledi, biz göremedik. Hükümet de üstüne almadı hiç. Sanki güllük ve gülistanlıktı ülkemiz, karakolumuz, Mehmedimiz güvendeydi.
Aslında bu oyunu bize 15 yıl önce de oynamışlardı bize. Irak’a harekât yapalım, diyen o zamanların genç binbaşısını, tehdit Irak kuzeyinde, diyen binbaşısını dinlememiş üstelik gülüp geçmişlerdi bugünkü zihniyetin artçıları. Onların güldü, biz 74 şehit verdik! Onlar güldü ama biz ağladık!
Bugünün dünden farkı yok artık. Tehdit açık, tehdit yakın, tehdit ağır. Ama gene kimse üzerine almıyor, aldırış etmiyor, sanki bu vatan onların değil, sanki bu şehit vatan şehidi değil! Belki de gülüyorlar halimize tıpkı15 yıl önceki gibi. Ama böyle gidersek eğer, gene ağlayan biz olacağız onlar değil! Şırnak’ta pusu; 13 şehit! Köye baskın; 14 şehit! Dağlıca’ya baskın; 12 şehit! Siyasi otorite yüzünden gecikmiş bir harekâtta 27 şehit! Tıpkı dün gibi…
Kim düşürüyor bizi bu hallere kim, aklınıza gelmiyor mu bu soruyu sormak?
ABD ve Yahuda
Şimdi harekât yaptırıyorlar Mehmetçiğe hem de Amerikan ve Yahuda istihbaratıyla, yalan bunlar, bir oyun bu! Dağdakileri zorluyorlar Barzani’ye gitsin diye, PKK’nın yeni lideri Barzani artık! Dağdaysanız terörist, yerdeyseniz peşmergesiniz artık, hem de Barzani’nin himayesinde! Bakın İmralı’da yatan bölücü başının kardeşine, düğün yapıyormuş düğün! Bir zamanların terörist başı şimdi peşmerge damadı oldu, Yahuda medyası böyle anlatıyor bize!
ABD istihbaratı paylaşacakmış, PKK müşterek düşmanmış, Başbakan’ın terörle mücadele kararlılığı sürecekmiş, yalan tüm bunlar yalan!Bakın bir hava harekâtlarına, haritayı elinize alın ve de yakından bakın, uçaklarımız nereyi bombalıyor: Hakurk ve Basyan! Neresi bunlar? Biri Şemdinli’nin hemen güneyi, diğeri de hemen batısı! Yani teröristler bize bir nefes kadar yakın ve üstelik kaçanı da yok, kimden cesaret alıyor bunlar? 12 Nisan’dan beri bunları buraya yerleştiren kim, destek veren kim? Bunlara cüret veren kim cüret, Türk milletine kafa tutmak cüretini? Sizce tüm bunların anlamı nedir?
Artık bizim için hakikat şudur; ABD Irak’ı işgal etmiş ve parçalamıştır. Kuzeyde Kürt devleti kurulmuş ve Büyük Kürdistan’ın temelleri atılmıştır. Ayrılıkçı güçlerin yeni lideri Barzani’dir. İsrail bu projeye destek vermektedir. PKK’nın yerini toplumsal olaylar alacak, demokrasi adına insan hakları adına PKK milisleri çaresiz halkımız meydanlara dökecek, adına ifade özgürlüğü diyecek! Bakın ABD’li generale, ne diyor; PKK ile masaya oturun! Kim bunlar? Bizi ihanet projesine ortak etmeye çalışan kim? Kardeşi kardeşe kırdırmaya çalışan kim? Birliğimizi bütünlüğümüzü bozmaya çalışıyorlar! Bu proje Türk varlığına, Türk milletine ihanet olduğunu kimse görmüyor mu, kimse anlamıyor mu? Hain dediklerimiz kim? Bu projeye destek veren kim? Vatana ihanet eden kim? İşte hakikat budur!
Vakit geç değil, aklımızı başımıza alıp hakikatleri bir görürsek, Irak kuzeyinde kurulan Barzani Yahudi Kürt devletinin bizim için bir sonun başlangıcı olacağını anlayacağız. İhanete göz yummak demokrasi değil, insan hakkı değil, anlayacağız bunu ama kimse görmek istemiyor. Böyle bir devletin Yahudi-Kürt devleti olacağından da kimse söz etmek istemiyor. Elimizde bir Türk Cumhuriyeti kaldı 1923’lerin. Onu da savunmakta zorlanıyoruz bugün. Böyle gidersek eğer bir gün o da kalmayacak!
Bugünün dünden farkı yok değil, elbet var. Düşman artık topla tüfekle saldırmıyor, ekonomik yönden işgal ediyor, yönetimi ele alıyor, Yahuda’nın bir operasyonu bu.
Bugünün son Osmanlı döneminden farkı yok değil, elbet var. Kurtuluş savaşındaki gücümüzü oluşturan Türk Ulusu kimliğimize saldırıyorlar şimdi. Mehmetçiğe saldırıyorlar milli gücümüzü yok edebilmek için. Yahuda’nın işi bu!
Yahuda’nın İşi Bu
Bugün farklı artık dünden, düşmanımızı bugün tanımak daha zor çünkü içimizde, kimin Yahuda olduğu belli değil.
Büyük Orta Doğu Projesinin ardında İsrail var. İsrail’in yürüttüğü bir savaştır bu; iki bin yıllık bir rüyanın günümüz tarihine atılmış ilk adımı, var ya da yok olmak arasında geçen bir ölüm kalım savaşı. Bu toprakları Yahuda’ya altın tepsi içinde mi sunacağız? Kimse bilmiyor mu; gün gelecek ABD gidecek bu diyarlardan, geriye Yahuda Gücü ve AB siyaseti kalacak, bir de biz. Karar veriniz o zaman, mademki tetiği ilk çeken kazanıyor bu devir de, tetiği kim ilk çekecek, son harekât için bir adım ileri kim atacak?
Irak’ın işgali bizim için önemlidir, hükümet ses çıkarmasa da siz bilmek zorundasınız. Yahuda’nın Filistin ve Kudüs’ü işgali önemlidir, Tayyip Bey hiç sesini çıkarmasa da siz bilmelisiniz. Barzani’nin Musul ve Kerkük’ü işgali de önemlidir, hiç sözü edilmese de. Barzani’nin kuzey Irak’ta Kürt devleti kurması da, Kıbrıs’taki Rumların AB üyesi bir devlet olması da, KKTC de, Hazar etrafındaki Türk devletleri de bizim için önemlidir. Hayati konular bunlar bizim için, geleceğimiz için, bekamız için hem de çok önemli konular, susmakla tehdit yok olmuyor, bilmelisiniz artık.
Bizi yönetenler kayıtsız. Tehditler ülkemizi sarıyor dört bir yandan, titreyen yok, hesap veren yok, soran yok. Farklı bir oyun oynanıyor bize, eskisi gibi değil. Bu oyun bitmez, bitmeyecek, yüzyıllar sürecek. Yüzyılın projesinde bu oyunu bozacak tek güç var Ortadoğu’da, o da; biziz, biz yani Türk Ulusu ve Türk ordusu, başkası yok!
Tehdit açık ve yakın, kör gözler bile görür oldu artık. Eğer ki bir adım ileri atmaz isek, tarih tekerrür edecek ve Türk varlığını yok etmek isteyen Haçlı zihniyeti bin yıllık emelini gerçekleştirmek için bir adım daha ileri atacaktır.
Şimdi karar zamanı; ya elimizdeki topraklara sahip çıkacağız ya da bu toprakların yavaş yavaş elimizden çıktığını göreceğiz. Bu yok oluşu görmek istemiyorsak eğer, hala ayakta duran milli güçlerimizle karşı harekete geçeceğiz. Gelecekte çocuklarımıza güçlü ve güvenli bir ülke bırakmak istiyorsak eğer bir adım ileri atacağız, tetiği ilk biz çekeceğiz son bir harekât için…
Bir Millet Bağımsız Yaşamıyorsa Yok Olsun…
Bu kitabı, geçmişin tarihini tekrar etmek için size yazmadım. Günümüz Türkiyesinde yok edilmek istenen iki hedef vardır; biri Türk varlığı, diğeri ise Türk ordusudur yani Mehmetçik. Mehmetçik bizim ülkemizde hem Türk milletinin hem de Türk ordusunun sembolüdür. Bu sembol Türk’ün varlığını ve gücünü temsil eder. Mehmetçiğe atılan her kurşun Türk’ün varlığına atılmış demektir. Vurulan asker değil Türk milletinin yüreği olacaktır. Bu yürek bunca hain kurşuna dayanamaz, bunca hainliği bu yürek taşımaz!
Yüreğimizdeki yaralara derman olur umuduyla yazdım bu kitabı. Sizlere Mehmetçiği anlattım, kahramanlığını, cesaretini, bile bile ölüme gidişini Türk ulusu için, Türk yurdu için, Türk’ün ilelebet varlığı için. Bir avuç isimsiz kahramanın İran’daki PKK inlerini nasıl vurduğunu anlattım, onlarla gurur duymanız için. Buna ihtiyacımız var, Mehmetçiğin kahramanlık destanlarını duymaya her zamankinden çok ihtiyacımız var, geleceğe umutla bakabilmemiz için.
Son günlerde moda olan ‘’ anlık istihbarat, müşterek düşman’’ oyununun ardındaki gerçekleri anlattım. Bunun bir Yahuda oyunu olduğunu gözler önüne sermek istedim. Henüz vakit varken harekete geçmemiz gerektiğini, Türk ulusunun ve yurdunun bekası için bunun şart olduğunu anlattım.
Bu satırlarla sizlere seslenmek gücünü de tarihimizden aldım, başkasından değil. Önemli olan yaşamaktır ama şerefli, onurlu ve de bağımsız olarak yaşamak, çocuklarımızın yarınlarından endişe duymadan yaşamak!
Mustafa Kemal’in Büyük Nutku’nun ilk satırlarını bir hatırlayınız[1]:
‘’Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun istiklâlden yoksun millet, medeni insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık görülemez.
Yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten de bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.
Hâlbuki Türk'ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür.
Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!
Esir olmak istemiyorsak eğer bir adım ileri atacağız, vakit henüz geç değil…
[1] Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk,
[1] Yahuda. Hz. Yakup’un dört oğlundan biri. Hz. İshak’ın oğlu Hz. Yakup Harran’da Lea ile evlendi. Dört oğlu oldu: Ruben , Şimon, Levi ve Yahuda.. Bkz: Eski Ahit(Tekvin).
[2] Yahuda Gücü: Hz. Yakup oğlu Yahuda’ya seslenir: ‘’Yahuda, kardeşlerin seni övecek, elin düşmanlarının ensesinde olacak, kardeşlerin önünde eğilecek. Yahuda bir aslan yavrusudur, oğlum benim, avından dönüp yere çömelir, aslan gibi, dişi bir aslan gibi yatarsın. Kim onu uyandırmaya cesaret edebilir? Sahibi gelinceye kadar krallık asası elinden çıkmayacak!’’ dedi. Eski Ahit, bölüm 49.
[3] Genel Kurmay Başkanlığının 18 Ocak 2008 günlü basın açıklaması.
[4] Genel Kurmay Başkanlığının 12 Nisan 2007 günlü basın açıklaması. (ERDAL SARIZEYBEK :SON KİTABI .SON HAREKAT KOD ADI YAHUDA) (BİROL ASLAN ,KASTAMONU ,TAŞKÖPRÜ)
Bu kitap;
Türk tarihinin tüm sayfalarını kanlarıyla yazmış,
bize bu vatanı emanet etmek için can almış ve can vermiş
vatan evlatlarına ithaf edilmiştir.
AZİZ ŞEHİTLERİMİZ RUHLARINIZ ŞAD OLSUN!
SİZLERİ UNUTMADIK, UNUTTURMAYACAĞIZ…
Son harekât için bir adım ileri…
GİRİŞ
- Komutanım yardım et!
Gün doğumuyla başlayan çatışma beş saattir sürüyordu, aralıksız. Irak’tan gelen teröristler Meşelik, Leylek Dağı, Dereyanı ve Konur istikametinde dört koldan Aktütün’e saldırıyordu. Şehitlerimiz vardı. Meşelik bölgesinde ise, bir asker sürekli çağrı yapıyordu, komutanım yardım et, diyerek. Gidemiyorduk yanına. Teröristler karşısında tek başına kalmıştı, yanındaki iki asker şehit ve kendi yalnız.
- Komutanım yardım et!
En yakın mevzi yaklaşık beş yüz metre uzaktaki Bayrak Tepe idi, sarp ve dik bir kayalığın üzerinde kurulu. Bu mevzi yerini terk edip askerin yardımına gitse teröristler hemen orayı alacak, bir daha o istikamette ilerleme şansımız olmayacak, dolayısıyla çevredeki askerlerin de yaşama şansı kalmayacaktı. Bir gurup terörist aynı istikamette çermbere alınmış, çatışma sürüyordu. Çevresindeki olan bitenden habersiz olan Mehmetçik son bir umutla sesleniyordu bize. Dayanmak zordu bu çağrılara.
- Komutanım yardım et!
Bayrak Tepe en uçtaki son mevzi idi. Yardım isteyen ise, ondan da ilerlideki son asker. Makineli tüfek nişancısıydı. Irak’tan Leylek Dağına doğru gelen teröristlerin yaklaşma istikametini tek başına kapatıyordu. Yan mevzideki tim komutanı Asteğmen Ejder Polat hain kurşunla şehit olmuştu. Bayrak Tepe ile asıl kuvvetlerin bulunduğu Aktütün karakolu arasında ise yaklaşık on beş terörist çembere alınmış, kaçamıyordu. Kaçamıyorlar ama takviye birliklerinin de yolunu kapatıyorlardı, geçemiyorduk. Bayrak Tepe ve Aktütün timleri tüm gayretiyle bu teröristleri yok etmeye çalışıyordu, yolu açmak için. Tek tek vuruluyordu teröristler ama zaman geçiyor, telsiz çağrısı içimizi yakıyordu, dayanmak zordu.
- Komutanım yardım et!
Çemberin diğer bir ucu olan Berçay sırtlarında ise, tim komutanı Astsubay Aşkın Yeldiren şehit düşmüştü. Kalan askeri ateşe devam ediyordu. Teröristler takviye yollarına pusu atmıştı. Her yerden roket, havan, mermi sesleri geliyordu. Hangi mevzide ne olup bittiğini anlamak imkânsızdı. Kaç şehidimizin olduğunu dahi bilmiyorduk. Yaralılar kendi başına kalmıştı. Karakol çevresinde çatışmalar devam ediyordu. Bir terörist giriş kapısında havan nişancısı astsubay tarafından vurulmuştu. Bölgeye yalnızca Kobra helikopterleri yanaşıyor ama çatışma yakın mesafede sürdüğünden faydası olmuyordu. Durum vahimdi. Bayrak Tepeye giden yol temizlenmeden öteye geçme şansımız yoktu. Yardım isteyen askerdeki telsiz çatışma boyunca hiç susmadı; Komutanım yardım et! Allahım, ne acıydı bu!
Okuduklarınız yakın tarihimize 22 şehitle yazılmış Aktütün çatışmasında geçer. Yıl 1992, aylardan Eylül’dür. Bölgedeki karakollara saldırı yapılacağı bilinmektedir. Olaydan bir hafta önce, gene tarihe 19 şehitle yazılmış Alan çatışmasını incelemek için Şemdinli’ye üst düzey yetkililer gelmiştir. Anlatılmıştır bir bir; nerdedir bu teröristler, ne yapacaklardır, diye. Buna rağmen Irak’taki terörist yuvalarına harekât izni verilmemiştir. İzin verilmediği için de o hainler Irak’tan gelip bizi vurmuştur, bile bile, göz göre göre. Şimdi acıyla hatırlıyorum o günleri, yardım isteyen askerimizin sesi kulağımda çınlıyor. Sonra Dağlıca aklıma geliyor., Avaşin bölgesindeki terörist varlığı ve tehdidi bilinmesine rağmen ordumuza yetki vermeyen hükümetin anlaşıulmaz bu tavrı yüreğimi parçalıyor. Dağlıca’da, telsizle yapılan çağrıları duyar gibi oluyorum: Komutanım yardım et, Komutanım yardım et! Ardından korkunç bir çatışma ve şehitlerin görüntüleri, aileleri, çocukları geçiyor bir bir. Acı dolu feryatlar yakıyor bizi. Yüreğimiz yanıyor, kim dayanabilir bu acıya, diye kendime soruyorum. Bizi bu hallere kim düşürdü, diyorum kim, Mehmetçiği bu hallere kim düşürdü?
21 Ekim 2007 sabahı acı bir haberle uyandık; teröristler bir taburumuza saldırmıştı. Irak’tan geldiler ve Irak’a kaçtılar. Biz gitmedik peşlerinden, gidemedik. Dağlıca’da Mehmetçiğe yapılan saldırı incitti bizi, gururumuzu kırdı. PKK değildi, ABD değildi bu saldırının arkasındaki, bir Yahuda[1] operasyonuydu ama göremedik. Mehmetçikle kahramanlık, Mehmetçikle ulusu arasındaki bağları kırmak istiyorlardı, onun için yapıldı bu saldırı, anlayamadık. Yahudanın hain eli Mehmetçiğe Dağlıca’da uzanmıştı. Sekiz Mehmetçik sözde esir edilmiş, Türk ulusu ile esaret, Mehmetçikle korkaklık kavramları yan yana getirilmişti, kavrayamadık.
Yahuda Gücü[2]’nü arkasına alan medya bu olayı aylarca gündeminden düşürmedi. İhanet ile Mehmetçik yan yana anılmaya başladı, ta ki Genel Kurmay’ın müdahalesine kadar: Son günlerde basın ve yayın organlarında: 21 Ekim 2007 tarihli Dağlıca saldırısı sonrası gelişen olaylar hakkında çok sayıda haber ve yorum yer almakta ve yoğun bir tartışma ortamı yaratılmış bulunmaktadır. Bu ve benzer olayları kullanarak Türk Silahlı Kuvvetlerini yıpratmayı, onun terörle mücadele ve Türkiye Cumhuriyeti'nin temel ilkelerine sahip çıkmadaki kararlılığını aşındırmayı düşünenlerin çabaları beyhudedir. Saygı ile duyurulur[3].’’
Aslında bu operasyonlar ilk olarak 4 Temmuz 2003’de başladı. Irak’ın Süleymaniyesinde Amerikalı askerler, Özel Kuvvetler Komutanlığına mensup 11 Mehmetçiği gözaltına aldı. Barzani peşmergelerinin gözetiminde başlarına çuval geçirildi. Yer gök delinir sanmıştık ama olmadı, ne yer sarsıldı ne de gök. ABD’ye nota verin, diye haykıran seslere Başbakan, bu müzik notası değil, diyecek kadar milli duygularımıza uzaktı, acımızı yüreğimize gömdük. Ardından, Genel Kurmay eski Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök tarafından,‘’yolsuzluk’’ adı altında soruşturmalar başlattı. Yüzlerce Mehmetçiğin ifadeleri alındı. Yargılandılar. Çoğu beraat etti ama askeri gücümüzün temeli olan disiplin zaafa uğratılmıştı, farkına varamadık. Durmak bilmedi bu operasyonlar; Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Oramiral İlhami Erdil basına açık bir yargılama sonucu mahkûm edilerek cezaevine konuldu. İşbirlikçi medya tarafından bu olayı kamuoyuna ‘’Ordu-Yolsuzluk-Esaret-Korkaklık’’ temaları şeklinde yansıttı ama biz gerçeği göremedik. Vurulan Mehmetçik’ti, vurulan Türk milletinin onuruydu, gururuydu, farkında olamadık.
Bugünün dünden farkı yok inanın, değişen bir şey yok. Her yanımız tehdit altında, hepimiz görüyoruz ama müdahale edenimiz yok, sesini çıkaranın boynunu vuruyorlar sanki!
Aslında 12 Nisan aslında bir dönüm noktası olmuştu bizim için. Genel Kurmay Başkanımız bekamıza yönelik yakın ve ağır tehditleri bir bir sıralamıştı:“Bugün PKK'yı Kuzey Irak'tan, Kuzey Irak'ı Irak'ın bütününden ayrı düşünerek çözümler üretemezsiniz, hepsi birbiriyle organik ilişki içinde. Şu soruyu bana sorabilirsiniz: 'Peki Kuzey Irak'a bir operasyon yapılmalı mı?' Yapılmalı. Olayın iki boyutu var. Birincisi sadece asker olarak baktığım zaman, evet yapılmalı. Fayda sağlar mı? Evet, sağlar. Olayın ikinci boyutu, siyasi olaydır. Bir hudut ötesi operasyon yapılması için bir siyasi kararın ortaya çıkması lazım. TSK, yasal zeminde görev verildiğinde bu operasyonları yapma gücüne fazlasıyla sahiptir[4].’’
Tehdit Irak’taydı. Yakındı. yanı başımızdaydı. Tehdit, PKK’yı aşmış, bekamıza yönelmişti artık. TBMM’ne, hükümete, siyasilere bu tehdidi duyuran Genel Kurmay Başkanı idi, geçmişin genç bir binbaşı değil. O temiz saflığımızla gene bekledik. Bekledik ki, yer sarsılsın, gök sarsılsın, hesap sorulsun! Ama olmadı, sarsılan biz olduk, sarsılan gururumuz ve onurumuz oldu. Aldırmadılar endişelerimize, çocuklarımızın geleceğinden duyduğumuz kaygılarımıza aldırmadılar. Medya bu olayı olası seçimler ardına gizledi, ‘’özde ve sözde’’ deyişi ardına gizledi, biz göremedik. Hükümet de üstüne almadı hiç. Sanki güllük ve gülistanlıktı ülkemiz, karakolumuz, Mehmedimiz güvendeydi.
Aslında bu oyunu bize 15 yıl önce de oynamışlardı bize. Irak’a harekât yapalım, diyen o zamanların genç binbaşısını, tehdit Irak kuzeyinde, diyen binbaşısını dinlememiş üstelik gülüp geçmişlerdi bugünkü zihniyetin artçıları. Onların güldü, biz 74 şehit verdik! Onlar güldü ama biz ağladık!
Bugünün dünden farkı yok artık. Tehdit açık, tehdit yakın, tehdit ağır. Ama gene kimse üzerine almıyor, aldırış etmiyor, sanki bu vatan onların değil, sanki bu şehit vatan şehidi değil! Belki de gülüyorlar halimize tıpkı15 yıl önceki gibi. Ama böyle gidersek eğer, gene ağlayan biz olacağız onlar değil! Şırnak’ta pusu; 13 şehit! Köye baskın; 14 şehit! Dağlıca’ya baskın; 12 şehit! Siyasi otorite yüzünden gecikmiş bir harekâtta 27 şehit! Tıpkı dün gibi…
Kim düşürüyor bizi bu hallere kim, aklınıza gelmiyor mu bu soruyu sormak?
ABD ve Yahuda
Şimdi harekât yaptırıyorlar Mehmetçiğe hem de Amerikan ve Yahuda istihbaratıyla, yalan bunlar, bir oyun bu! Dağdakileri zorluyorlar Barzani’ye gitsin diye, PKK’nın yeni lideri Barzani artık! Dağdaysanız terörist, yerdeyseniz peşmergesiniz artık, hem de Barzani’nin himayesinde! Bakın İmralı’da yatan bölücü başının kardeşine, düğün yapıyormuş düğün! Bir zamanların terörist başı şimdi peşmerge damadı oldu, Yahuda medyası böyle anlatıyor bize!
ABD istihbaratı paylaşacakmış, PKK müşterek düşmanmış, Başbakan’ın terörle mücadele kararlılığı sürecekmiş, yalan tüm bunlar yalan!Bakın bir hava harekâtlarına, haritayı elinize alın ve de yakından bakın, uçaklarımız nereyi bombalıyor: Hakurk ve Basyan! Neresi bunlar? Biri Şemdinli’nin hemen güneyi, diğeri de hemen batısı! Yani teröristler bize bir nefes kadar yakın ve üstelik kaçanı da yok, kimden cesaret alıyor bunlar? 12 Nisan’dan beri bunları buraya yerleştiren kim, destek veren kim? Bunlara cüret veren kim cüret, Türk milletine kafa tutmak cüretini? Sizce tüm bunların anlamı nedir?
Artık bizim için hakikat şudur; ABD Irak’ı işgal etmiş ve parçalamıştır. Kuzeyde Kürt devleti kurulmuş ve Büyük Kürdistan’ın temelleri atılmıştır. Ayrılıkçı güçlerin yeni lideri Barzani’dir. İsrail bu projeye destek vermektedir. PKK’nın yerini toplumsal olaylar alacak, demokrasi adına insan hakları adına PKK milisleri çaresiz halkımız meydanlara dökecek, adına ifade özgürlüğü diyecek! Bakın ABD’li generale, ne diyor; PKK ile masaya oturun! Kim bunlar? Bizi ihanet projesine ortak etmeye çalışan kim? Kardeşi kardeşe kırdırmaya çalışan kim? Birliğimizi bütünlüğümüzü bozmaya çalışıyorlar! Bu proje Türk varlığına, Türk milletine ihanet olduğunu kimse görmüyor mu, kimse anlamıyor mu? Hain dediklerimiz kim? Bu projeye destek veren kim? Vatana ihanet eden kim? İşte hakikat budur!
Vakit geç değil, aklımızı başımıza alıp hakikatleri bir görürsek, Irak kuzeyinde kurulan Barzani Yahudi Kürt devletinin bizim için bir sonun başlangıcı olacağını anlayacağız. İhanete göz yummak demokrasi değil, insan hakkı değil, anlayacağız bunu ama kimse görmek istemiyor. Böyle bir devletin Yahudi-Kürt devleti olacağından da kimse söz etmek istemiyor. Elimizde bir Türk Cumhuriyeti kaldı 1923’lerin. Onu da savunmakta zorlanıyoruz bugün. Böyle gidersek eğer bir gün o da kalmayacak!
Bugünün dünden farkı yok değil, elbet var. Düşman artık topla tüfekle saldırmıyor, ekonomik yönden işgal ediyor, yönetimi ele alıyor, Yahuda’nın bir operasyonu bu.
Bugünün son Osmanlı döneminden farkı yok değil, elbet var. Kurtuluş savaşındaki gücümüzü oluşturan Türk Ulusu kimliğimize saldırıyorlar şimdi. Mehmetçiğe saldırıyorlar milli gücümüzü yok edebilmek için. Yahuda’nın işi bu!
Yahuda’nın İşi Bu
Bugün farklı artık dünden, düşmanımızı bugün tanımak daha zor çünkü içimizde, kimin Yahuda olduğu belli değil.
Büyük Orta Doğu Projesinin ardında İsrail var. İsrail’in yürüttüğü bir savaştır bu; iki bin yıllık bir rüyanın günümüz tarihine atılmış ilk adımı, var ya da yok olmak arasında geçen bir ölüm kalım savaşı. Bu toprakları Yahuda’ya altın tepsi içinde mi sunacağız? Kimse bilmiyor mu; gün gelecek ABD gidecek bu diyarlardan, geriye Yahuda Gücü ve AB siyaseti kalacak, bir de biz. Karar veriniz o zaman, mademki tetiği ilk çeken kazanıyor bu devir de, tetiği kim ilk çekecek, son harekât için bir adım ileri kim atacak?
Irak’ın işgali bizim için önemlidir, hükümet ses çıkarmasa da siz bilmek zorundasınız. Yahuda’nın Filistin ve Kudüs’ü işgali önemlidir, Tayyip Bey hiç sesini çıkarmasa da siz bilmelisiniz. Barzani’nin Musul ve Kerkük’ü işgali de önemlidir, hiç sözü edilmese de. Barzani’nin kuzey Irak’ta Kürt devleti kurması da, Kıbrıs’taki Rumların AB üyesi bir devlet olması da, KKTC de, Hazar etrafındaki Türk devletleri de bizim için önemlidir. Hayati konular bunlar bizim için, geleceğimiz için, bekamız için hem de çok önemli konular, susmakla tehdit yok olmuyor, bilmelisiniz artık.
Bizi yönetenler kayıtsız. Tehditler ülkemizi sarıyor dört bir yandan, titreyen yok, hesap veren yok, soran yok. Farklı bir oyun oynanıyor bize, eskisi gibi değil. Bu oyun bitmez, bitmeyecek, yüzyıllar sürecek. Yüzyılın projesinde bu oyunu bozacak tek güç var Ortadoğu’da, o da; biziz, biz yani Türk Ulusu ve Türk ordusu, başkası yok!
Tehdit açık ve yakın, kör gözler bile görür oldu artık. Eğer ki bir adım ileri atmaz isek, tarih tekerrür edecek ve Türk varlığını yok etmek isteyen Haçlı zihniyeti bin yıllık emelini gerçekleştirmek için bir adım daha ileri atacaktır.
Şimdi karar zamanı; ya elimizdeki topraklara sahip çıkacağız ya da bu toprakların yavaş yavaş elimizden çıktığını göreceğiz. Bu yok oluşu görmek istemiyorsak eğer, hala ayakta duran milli güçlerimizle karşı harekete geçeceğiz. Gelecekte çocuklarımıza güçlü ve güvenli bir ülke bırakmak istiyorsak eğer bir adım ileri atacağız, tetiği ilk biz çekeceğiz son bir harekât için…
Bir Millet Bağımsız Yaşamıyorsa Yok Olsun…
Bu kitabı, geçmişin tarihini tekrar etmek için size yazmadım. Günümüz Türkiyesinde yok edilmek istenen iki hedef vardır; biri Türk varlığı, diğeri ise Türk ordusudur yani Mehmetçik. Mehmetçik bizim ülkemizde hem Türk milletinin hem de Türk ordusunun sembolüdür. Bu sembol Türk’ün varlığını ve gücünü temsil eder. Mehmetçiğe atılan her kurşun Türk’ün varlığına atılmış demektir. Vurulan asker değil Türk milletinin yüreği olacaktır. Bu yürek bunca hain kurşuna dayanamaz, bunca hainliği bu yürek taşımaz!
Yüreğimizdeki yaralara derman olur umuduyla yazdım bu kitabı. Sizlere Mehmetçiği anlattım, kahramanlığını, cesaretini, bile bile ölüme gidişini Türk ulusu için, Türk yurdu için, Türk’ün ilelebet varlığı için. Bir avuç isimsiz kahramanın İran’daki PKK inlerini nasıl vurduğunu anlattım, onlarla gurur duymanız için. Buna ihtiyacımız var, Mehmetçiğin kahramanlık destanlarını duymaya her zamankinden çok ihtiyacımız var, geleceğe umutla bakabilmemiz için.
Son günlerde moda olan ‘’ anlık istihbarat, müşterek düşman’’ oyununun ardındaki gerçekleri anlattım. Bunun bir Yahuda oyunu olduğunu gözler önüne sermek istedim. Henüz vakit varken harekete geçmemiz gerektiğini, Türk ulusunun ve yurdunun bekası için bunun şart olduğunu anlattım.
Bu satırlarla sizlere seslenmek gücünü de tarihimizden aldım, başkasından değil. Önemli olan yaşamaktır ama şerefli, onurlu ve de bağımsız olarak yaşamak, çocuklarımızın yarınlarından endişe duymadan yaşamak!
Mustafa Kemal’in Büyük Nutku’nun ilk satırlarını bir hatırlayınız[1]:
‘’Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun istiklâlden yoksun millet, medeni insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık görülemez.
Yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten de bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.
Hâlbuki Türk'ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür.
Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!
Esir olmak istemiyorsak eğer bir adım ileri atacağız, vakit henüz geç değil…
[1] Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk,
[1] Yahuda. Hz. Yakup’un dört oğlundan biri. Hz. İshak’ın oğlu Hz. Yakup Harran’da Lea ile evlendi. Dört oğlu oldu: Ruben , Şimon, Levi ve Yahuda.. Bkz: Eski Ahit(Tekvin).
[2] Yahuda Gücü: Hz. Yakup oğlu Yahuda’ya seslenir: ‘’Yahuda, kardeşlerin seni övecek, elin düşmanlarının ensesinde olacak, kardeşlerin önünde eğilecek. Yahuda bir aslan yavrusudur, oğlum benim, avından dönüp yere çömelir, aslan gibi, dişi bir aslan gibi yatarsın. Kim onu uyandırmaya cesaret edebilir? Sahibi gelinceye kadar krallık asası elinden çıkmayacak!’’ dedi. Eski Ahit, bölüm 49.
[3] Genel Kurmay Başkanlığının 18 Ocak 2008 günlü basın açıklaması.
[4] Genel Kurmay Başkanlığının 12 Nisan 2007 günlü basın açıklaması. (ERDAL SARIZEYBEK :SON KİTABI .SON HAREKAT KOD ADI YAHUDA) (BİROL ASLAN ,KASTAMONU ,TAŞKÖPRÜ)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)