Temel çok güzel bir Rus kadınıyla evlenen Dursunun karısına kafayı
takmış.Ne yapsamda bu kadınla birlikte olsam diye içi içini
yiyormuş.Bir gün Temel dayanamayıp Eva'nın yanına gitmiş;
-Temel: Senden çok hoşlandım seninle birlikte olmak istiyorum der :
-Eva Hay hay neden olmasın ama 100 dolarını alırım.
-Temel: Tamam o zaman ben hemen para ayarlayayım der
-Eva:Müsait olunca ben seni ararım gelirsin der. Ertesi gün Eva,
Dursun işe gittikten sonra Temeli aramış;
- Eva: Temele 100 doların hazırsa hemen gel der:
-Temel, hazır hazır hemen geliyorum Temel 100 doları Evaya verdikten
sonra işi bitirmişler ve temel evden çıkıp gitmiş.
-Akşam Dursun eve geldiğinde;
-Dursun: Hanım temel bugün buraya geldimi ?
-Eva: Şeyyyy...geldiiii dursunnnn.....
-Dursun, Peki sana 100 dolar verdimi.
-Eva: Şeyyy dursunnnn beni dinleee...şeyyyy verdiiiii...... Dursun:
-Dursun; Temel sabah koştur koştur yanıma geldi,dursun bana acil 100
dolar lazım öğleden sonra size uğrar yengeye bırakırım dedi....
-Ula bu temel çok dürüst adam ya...
30 Mart 2008 Pazar
28 Mart 2008 Cuma
AŞIKLI SULTAN TÜRBESİ KASTAMONU
Çürümeyen beden
Aşıklı Sultan türbesinde yıllar geçmesine rağmen çürümeyen bedenin hikayesi
Aşıklı Sultan Türbesini milyonlarca kişi ziyaret etmiş ama ziyaretçilerden birisi farklıdır. Çok sık gelir Aşıklı Sultan Türbesi’ ne... Saatlerce dua eder... Ve bir gün... Sayısız ziyaretine, onca duaya rağmen bir türlü isteği yerine gelmediği için Aşıklı Sultan’ ı suçlar kendi vicdanının vicdansızlığında... Vakit gece yarısını geçtiğinde, Kastamonu’ nun ıssız sokaklarında bir gölge belirir! Aşıklı Sultan Türbesi önüne geldiğinde; - Sen evliya olsan, dualarım karşılık bulurdu. Eğer ermişsen kurtar bakalım kendini, diyerek türbeyi ateşe verir!... Herkes gibi zamanın valisi de yatağındadır... Uykuda... Bir müddet sonra, kan – ter içinde yatağından fırlar vali! Rüyasında, Aşıklı Sultan kendisine; “ Ben yanıyorum! Kalk, beni kurtar!” der. Ancak vali bu manevi işareti anlamaz ve sıradan bir rüya olarak değerlendirir. Tekrar uykuya dalar. Fakat, Aşıklı Sultan yine karşısındadır ve yangını söndürüp kendisini kurtarmasını istemektedir validen!... Vali ikinci ikazı da idrak edemez. - Hayırdır İnşa’ Allah, diyerek tekrar uykuya dalar. Bu sefer Aşıklı Sultan daha sert bir ifadeyle seslenir valiye, rüyasında; - Kalk beni kurtar dedim sana! Yanıyorum! Bu sefer aklı başına gelir valinin! Yaptırdığı tetkikte gerçektende türbenin yanmakta olduğunu öğrenir. Derhal müdahale edilir ve kısa sürede yangın söndürülür. Fakat, Aşıklı Sultan’ ın ayak kısmı yanmıştır. Bu olaya izafeten halk tarafından, türbe “Yanık Evliya” olarak anılmaya başlar. Yangının izleri hem Aşıklı Sultan’ ın ayaklarında hem de türbenin duvarlarında hala bellidir. Peki hangi güçtür valiyi gece yarısı yatağından kaldırıp yangına müdahale ettiren ?!... Ve hangi maddi kanunlarla açıklanabilir rüyası?!... Ya Aşıklı Sultan ?! O ki, asırlar önce, bir savaşta şehit düşmüştür. Fani alemden baki aleme irtihal etmiştir. Ama türbesi yanarken, bir insanın rüyasına girip imdat isteyebilmekte... Nasıl oluyor bu ?! Cevabı madde gözlüklerini takarak, ilmi kanunlara yumularak fani dünyanın çerçevesinde arayan cevapsız kalır! Cevap maneviyat alemindedir!...
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Aşıklı Sultan türbesinde yıllar geçmesine rağmen çürümeyen bedenin hikayesi
Aşıklı Sultan Türbesini milyonlarca kişi ziyaret etmiş ama ziyaretçilerden birisi farklıdır. Çok sık gelir Aşıklı Sultan Türbesi’ ne... Saatlerce dua eder... Ve bir gün... Sayısız ziyaretine, onca duaya rağmen bir türlü isteği yerine gelmediği için Aşıklı Sultan’ ı suçlar kendi vicdanının vicdansızlığında... Vakit gece yarısını geçtiğinde, Kastamonu’ nun ıssız sokaklarında bir gölge belirir! Aşıklı Sultan Türbesi önüne geldiğinde; - Sen evliya olsan, dualarım karşılık bulurdu. Eğer ermişsen kurtar bakalım kendini, diyerek türbeyi ateşe verir!... Herkes gibi zamanın valisi de yatağındadır... Uykuda... Bir müddet sonra, kan – ter içinde yatağından fırlar vali! Rüyasında, Aşıklı Sultan kendisine; “ Ben yanıyorum! Kalk, beni kurtar!” der. Ancak vali bu manevi işareti anlamaz ve sıradan bir rüya olarak değerlendirir. Tekrar uykuya dalar. Fakat, Aşıklı Sultan yine karşısındadır ve yangını söndürüp kendisini kurtarmasını istemektedir validen!... Vali ikinci ikazı da idrak edemez. - Hayırdır İnşa’ Allah, diyerek tekrar uykuya dalar. Bu sefer Aşıklı Sultan daha sert bir ifadeyle seslenir valiye, rüyasında; - Kalk beni kurtar dedim sana! Yanıyorum! Bu sefer aklı başına gelir valinin! Yaptırdığı tetkikte gerçektende türbenin yanmakta olduğunu öğrenir. Derhal müdahale edilir ve kısa sürede yangın söndürülür. Fakat, Aşıklı Sultan’ ın ayak kısmı yanmıştır. Bu olaya izafeten halk tarafından, türbe “Yanık Evliya” olarak anılmaya başlar. Yangının izleri hem Aşıklı Sultan’ ın ayaklarında hem de türbenin duvarlarında hala bellidir. Peki hangi güçtür valiyi gece yarısı yatağından kaldırıp yangına müdahale ettiren ?!... Ve hangi maddi kanunlarla açıklanabilir rüyası?!... Ya Aşıklı Sultan ?! O ki, asırlar önce, bir savaşta şehit düşmüştür. Fani alemden baki aleme irtihal etmiştir. Ama türbesi yanarken, bir insanın rüyasına girip imdat isteyebilmekte... Nasıl oluyor bu ?! Cevabı madde gözlüklerini takarak, ilmi kanunlara yumularak fani dünyanın çerçevesinde arayan cevapsız kalır! Cevap maneviyat alemindedir!...
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
KESİKBAŞ ŞEYH AHMET TÜRBESİ KASTAMONU
Kastamonu Merkez Molla köyünün içinde derenin hemen yanında köprünün ayaklarının altında küçük bir kulübe var.
Kapısında Şeyh Ahmet Efendi Türbesi yazıyor.İçeride bir sandukadan başka bir şey yok.Herhangi bir kitabe,yazı gibi tanıtıcı bir şey aradım ama bulamadım.
Köylüler bu türbede yatan zat’ın Şeyh Şaban-ı Veli Hazretlerinin kardeşlerinden biri olduğunu söylüyorlar.Bu türbedeki Hazret,Devrekani’de yapılan bir savaşta kafasını kaybeder ama Kellesini koltuğuna alarak savaşa devam eder.Zafer kazanıldıktan sonra kellesi koltukta abisinin yanına gitmek için yola çıkar.
Molla köyündeki dereden geçerken karşıda çamaşır yıkamakta olan bir köylü kadın bunu görür ve ;
-Aaaaaaaaa Kellesi koltukta gidiyor der.Bunu duyunca suyun içine yığılır kalır.Suya gömülür.
Zamanla yapılan bu bina içine sembolik olarak bir sanduka konur.Anlatılanlara göre içi boştur.
Bundan epey bir zaman önce Kurtköylüler bir bent yapar.sulama için.Fakat su biraz yükselince biri benti bozmaktadır.Ne yapsalar olmaz.Bir gece elde silahlar tüm köy benti beklemeye başlar.Derken suyun içinden bembeyaz elbisesi kesik başı elinde biri gelir tüm kazıkları atar.benti yıkar..
Yine yaklaşık 15 sene evvel müthiş bir sel olur.Türbe binasının yarısına kadar suyun içinde kalır.Üflesen kırılacak gibi duran kapı ve penceresinden içeri bir tek damla su girmez..
Dediğim gibi anlatılanlar birer menkibe,rivayet..ama her hikayenin dayandığı bir gerçek var derler..…
Cebrail Keleş/Kastamonu Postasından alınmıştır. (BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Kapısında Şeyh Ahmet Efendi Türbesi yazıyor.İçeride bir sandukadan başka bir şey yok.Herhangi bir kitabe,yazı gibi tanıtıcı bir şey aradım ama bulamadım.
Köylüler bu türbede yatan zat’ın Şeyh Şaban-ı Veli Hazretlerinin kardeşlerinden biri olduğunu söylüyorlar.Bu türbedeki Hazret,Devrekani’de yapılan bir savaşta kafasını kaybeder ama Kellesini koltuğuna alarak savaşa devam eder.Zafer kazanıldıktan sonra kellesi koltukta abisinin yanına gitmek için yola çıkar.
Molla köyündeki dereden geçerken karşıda çamaşır yıkamakta olan bir köylü kadın bunu görür ve ;
-Aaaaaaaaa Kellesi koltukta gidiyor der.Bunu duyunca suyun içine yığılır kalır.Suya gömülür.
Zamanla yapılan bu bina içine sembolik olarak bir sanduka konur.Anlatılanlara göre içi boştur.
Bundan epey bir zaman önce Kurtköylüler bir bent yapar.sulama için.Fakat su biraz yükselince biri benti bozmaktadır.Ne yapsalar olmaz.Bir gece elde silahlar tüm köy benti beklemeye başlar.Derken suyun içinden bembeyaz elbisesi kesik başı elinde biri gelir tüm kazıkları atar.benti yıkar..
Yine yaklaşık 15 sene evvel müthiş bir sel olur.Türbe binasının yarısına kadar suyun içinde kalır.Üflesen kırılacak gibi duran kapı ve penceresinden içeri bir tek damla su girmez..
Dediğim gibi anlatılanlar birer menkibe,rivayet..ama her hikayenin dayandığı bir gerçek var derler..…
Cebrail Keleş/Kastamonu Postasından alınmıştır. (BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Başkomutan Tarihi Milli Parkı - Afyon
Beş gün geceli gündüzlü aralıksız süren meydan savaşını,Ulu Önder Atatürk'ün 26-30 Ağustos 1922 tarihinde bütün dünyayı şaşırtan bir başarı ile sonuçlandırdığı Kurtuluş Savaşının geçtiği yörelerde ki tarihi olgular Başkomutan Tarihi Milli Parkının ana kaynak değerini oluşturur.
Kocatepe ve Dumlupınar bölümlerinde yer yer ormanlık alanlar içerisinde bütün yıl su bulunan vadi boyları, pek çok endemik türleri kapsayan bitki örtüsü ve yaban hayatı zenginlikleri Milli Parkın diğer değerlerini oluşturur.
Görülebilecek Yerler: Milli Park içerisindeki ana iki bölüm içinde yer alan Kocatepe ve Dumlupınar savaş alanları, Şehitlikler ve anıtlar görülmesi gerekli yerlerin başında gelir.Ayrıca ormanlık alanlardaki vadi boylarındaki bitki zenginliği ziyaretçileri etkileyici niteliktedir.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Akören mevkiindeki günübirlik kullanım alanı, ziyaretçilere piknik yapma imkanı sağlamaktadır. Çalköy göleti ve çevresi rekreaktif amaçlı kullanıma uygun olup, çadırla konaklama imkanı sağlamaktadır.
Yeri: İç-Batı Anadolu'da Afyon,Kütahya ve Uşak illeri sınırları içerisinde yer almaktadır.
Ulaşım: Milli Park alanın,Ankara-İzmir karayolu,Antalya-Afyon karayolu ve İstanbul-Bursa Eskişehir karayolu ile ulaşım sağlanabilmektedir.
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Kocatepe ve Dumlupınar bölümlerinde yer yer ormanlık alanlar içerisinde bütün yıl su bulunan vadi boyları, pek çok endemik türleri kapsayan bitki örtüsü ve yaban hayatı zenginlikleri Milli Parkın diğer değerlerini oluşturur.
Görülebilecek Yerler: Milli Park içerisindeki ana iki bölüm içinde yer alan Kocatepe ve Dumlupınar savaş alanları, Şehitlikler ve anıtlar görülmesi gerekli yerlerin başında gelir.Ayrıca ormanlık alanlardaki vadi boylarındaki bitki zenginliği ziyaretçileri etkileyici niteliktedir.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Akören mevkiindeki günübirlik kullanım alanı, ziyaretçilere piknik yapma imkanı sağlamaktadır. Çalköy göleti ve çevresi rekreaktif amaçlı kullanıma uygun olup, çadırla konaklama imkanı sağlamaktadır.
Yeri: İç-Batı Anadolu'da Afyon,Kütahya ve Uşak illeri sınırları içerisinde yer almaktadır.
Ulaşım: Milli Park alanın,Ankara-İzmir karayolu,Antalya-Afyon karayolu ve İstanbul-Bursa Eskişehir karayolu ile ulaşım sağlanabilmektedir.
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Nemrut Dağı Milli Parkı - Adıyaman
Antiochos'un tümülüsü ve dev heykelleri, Arsameia(Eskikale),Yenikale, Karakuş Tepe ve Cendere Köprüsü Milli Park içerisinde kalan kültürel değerlerdir. Eski çağlarda "Kommagene"olarak anılan bu bölgede, I.Mithradates tarafından bağımsız bir krallık kurulmuş, krallık onun oğlu I.Antiochos (MÖ 62-32)un egemen olduğu yıllarda önem kazanmıştır. MS.72 yılında da Roma'ya karşı yapılan ve kaybedilen savaş ile krallığın bağımsızlığı sona ermiştir.
Nemrut Dağı doruğundaki kalıntıları yerleşme yeri olmayıp Antiochos'un Tümülüsü ve kutsal alanlardır. Tümülüs, 2150 metre yüksekliğinde, Fırat Nehri geçitlerine ve ovalarına hakim tepe üzerinde bulunmaktadır. Kralın kemiklerinin yada küllerinin anakayaya oyulmuş odaya konulduğu ve 50 metre yüksekliğinde ve 150 metre çapındaki tümülüs ile örtüldüğü düşünülmektedir. Girişi kuzeyden olup doğuda ve batıda dini törenlerin yapıldığı teras şeklindeki avlular yer almaktadır.
Her iki terasta da aslan ve kartal heykelleri arasında yüksekliği 7 metreye ulaşan oturur vaziyette dev heykeller sıralanır, bunlar yazıtları ve kabartmaları olan ortostad (dik olarak konulan büyük taş bloklar)'la çevrilmiştir. Eski Kahta Köyü yakınında Kommagene'nın başşehri Arsameia yer alır. Burada, Mithridates'in kutsal alanı bulunmaktadır.
Yine Eski Kahta yakınında Kocahisar Köyü civarında sarp kayalar üzerine kurulmuş Yenikale yer alır. Kale ortaçağ etkileri taşırsa da geç devre aittir. İçinde su depoları, hamam, cami ve Kahta Çayı'na inen gizli su yolu bulunmaktadır.
Kahta Çayı'nın bir kolu olan Cendere Çayı'nın daraldığı yerde iki ana kaya üzerinde tek kemerli olarak yapılan Cendere Köprüsü yer almaktadır. Köprü sütunları üzerindeki kitabeye göre Kommagene şehirleri tarafından Roma İmparatoru Septimus Severus(MS 193-211)ile karısı ve oğulları onuruna yaptırılmıştır. Arsameia'nın 10 km güneybatısında 21 metre yüksekliğinde krallık kadınlarının gömüldüğü Karakuş Tepe Tümülüsü bulunmaktadır.
Orman formasyonu içerisinde meşe türleri ve ağaç alanları bulunur.Yaban hayatı bakımından ayı, kurt, çakal, tilki, porsuk türlerine rastlanır.
Görülebilecek Yerler: Nemrut Dağı ve Kommagene Kralı Antiochos'un Tümülüsü ile kutsal alanları, dev heykeller, Arsameia(Eski Kale),Yeni Kale, Karakuş Tepe ve Cendere Köprüsü en başta ziyaretçilerin görmesi gerekli yerlerdir.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Park içerisinde konaklama, yeme-içme olanakları bulunmaktadır. Nemrut Dağı Milli Parkı'nda otel, Karadut ve Kahta'da pansiyonlar mevcuttur.
Yeri: Adıyaman ili; Kahta ilçesi sınırları içerisinde yer almaktadır.
Ulaşım: Adıyaman il merkezinde Kahta'ya bağlantı sağlayan karayolu ile ulaşım sağlanmakta olup, Milli Park alanı Kahta'ya 9 km, Adıyaman'a 43 km uzaklıktadır.
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Nemrut Dağı doruğundaki kalıntıları yerleşme yeri olmayıp Antiochos'un Tümülüsü ve kutsal alanlardır. Tümülüs, 2150 metre yüksekliğinde, Fırat Nehri geçitlerine ve ovalarına hakim tepe üzerinde bulunmaktadır. Kralın kemiklerinin yada küllerinin anakayaya oyulmuş odaya konulduğu ve 50 metre yüksekliğinde ve 150 metre çapındaki tümülüs ile örtüldüğü düşünülmektedir. Girişi kuzeyden olup doğuda ve batıda dini törenlerin yapıldığı teras şeklindeki avlular yer almaktadır.
Her iki terasta da aslan ve kartal heykelleri arasında yüksekliği 7 metreye ulaşan oturur vaziyette dev heykeller sıralanır, bunlar yazıtları ve kabartmaları olan ortostad (dik olarak konulan büyük taş bloklar)'la çevrilmiştir. Eski Kahta Köyü yakınında Kommagene'nın başşehri Arsameia yer alır. Burada, Mithridates'in kutsal alanı bulunmaktadır.
Yine Eski Kahta yakınında Kocahisar Köyü civarında sarp kayalar üzerine kurulmuş Yenikale yer alır. Kale ortaçağ etkileri taşırsa da geç devre aittir. İçinde su depoları, hamam, cami ve Kahta Çayı'na inen gizli su yolu bulunmaktadır.
Kahta Çayı'nın bir kolu olan Cendere Çayı'nın daraldığı yerde iki ana kaya üzerinde tek kemerli olarak yapılan Cendere Köprüsü yer almaktadır. Köprü sütunları üzerindeki kitabeye göre Kommagene şehirleri tarafından Roma İmparatoru Septimus Severus(MS 193-211)ile karısı ve oğulları onuruna yaptırılmıştır. Arsameia'nın 10 km güneybatısında 21 metre yüksekliğinde krallık kadınlarının gömüldüğü Karakuş Tepe Tümülüsü bulunmaktadır.
Orman formasyonu içerisinde meşe türleri ve ağaç alanları bulunur.Yaban hayatı bakımından ayı, kurt, çakal, tilki, porsuk türlerine rastlanır.
Görülebilecek Yerler: Nemrut Dağı ve Kommagene Kralı Antiochos'un Tümülüsü ile kutsal alanları, dev heykeller, Arsameia(Eski Kale),Yeni Kale, Karakuş Tepe ve Cendere Köprüsü en başta ziyaretçilerin görmesi gerekli yerlerdir.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Park içerisinde konaklama, yeme-içme olanakları bulunmaktadır. Nemrut Dağı Milli Parkı'nda otel, Karadut ve Kahta'da pansiyonlar mevcuttur.
Yeri: Adıyaman ili; Kahta ilçesi sınırları içerisinde yer almaktadır.
Ulaşım: Adıyaman il merkezinde Kahta'ya bağlantı sağlayan karayolu ile ulaşım sağlanmakta olup, Milli Park alanı Kahta'ya 9 km, Adıyaman'a 43 km uzaklıktadır.
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Soğuksu Milli Parkı - Ankara
Andezit, bazalt, tüf ve anglomeralar jeolojik yapının ana kayaçlarıdır.
Bu arazi yapısı üzerinde,tabii görünüşünü koruyan karaçam,sarıçam,meşe ve kavak ağaçlarından oluşan ve alt flora türleriyle zenginleşmiş bir orman dokusu bulunmaktadır. Yaban domuzu, ayı, kurt, tilki, geyik, sansar ve akbabalar sık görülebilen yaban hayvanlarıdır.
Görülebilecek Yerler: Park sahasında manzara günün her saatinde çok çeşitli ve değişik güzelliktedir. Milli Park haricinde, Milli Park'a bağlı pırnak,keklik ve sülün üretme istasyonu bulunmaktadır. Üretme istasyonunda kınalı keklik,çil keklik,şahin,sülün,bıldırcın ve güvercin bulunmaktadır.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Park; yürüyüş, dağcılık ve piknik yapmak için uygundur. Milli Park dahilinde idare binası, misafirhane, gazino, memba suyu işletmesi, büfe, müze, açık hava tiyatrosu ve turistik otel mevcuttur. Çadır ve karavanla konaklama mümkün olduğu gibi bungalowlarda da kalınabilir.
Ulaşım: Ankara iline 78 km. uzaklıktaki kaplıcaları ile ünlü Kızılcahamam ilçesine 2 km. mesafede bulunan Milli Park'a Ankara-İstanbul karayolu ile ulaşılmaktadır.
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Bu arazi yapısı üzerinde,tabii görünüşünü koruyan karaçam,sarıçam,meşe ve kavak ağaçlarından oluşan ve alt flora türleriyle zenginleşmiş bir orman dokusu bulunmaktadır. Yaban domuzu, ayı, kurt, tilki, geyik, sansar ve akbabalar sık görülebilen yaban hayvanlarıdır.
Görülebilecek Yerler: Park sahasında manzara günün her saatinde çok çeşitli ve değişik güzelliktedir. Milli Park haricinde, Milli Park'a bağlı pırnak,keklik ve sülün üretme istasyonu bulunmaktadır. Üretme istasyonunda kınalı keklik,çil keklik,şahin,sülün,bıldırcın ve güvercin bulunmaktadır.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Park; yürüyüş, dağcılık ve piknik yapmak için uygundur. Milli Park dahilinde idare binası, misafirhane, gazino, memba suyu işletmesi, büfe, müze, açık hava tiyatrosu ve turistik otel mevcuttur. Çadır ve karavanla konaklama mümkün olduğu gibi bungalowlarda da kalınabilir.
Ulaşım: Ankara iline 78 km. uzaklıktaki kaplıcaları ile ünlü Kızılcahamam ilçesine 2 km. mesafede bulunan Milli Park'a Ankara-İstanbul karayolu ile ulaşılmaktadır.
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Köprülükanyon Milli Parkı - Antalya
Milli Parkın ana kaynağını oluşturan Köprü Irmağının, Bolasan Köyü ile Beşkonak arasında meydana getirdiği yarma vadi,14 km uzunluğu ve 100 m.yi aşan duvarlarıyla ülkemizin en uzun kanyonudur.
Milli Parkta vadi tabanlarından,dağların çıplak doruklarına doğru çam, selvi, sedir ve çok sayıda yapraklı ağaç türlerinden meydana gelen bitki örtüsü zengin maki topluluğu ile desteklenmektedir. 400 hektarlık saf Akdeniz selvisi ormanı, flora özelliklerinin en önemli ve en belirgin alanıdır.
Milli Parkın yaban hayatının listesinin oldukça geniş olmasına rağmen usulsüz avlanmalar sonucunda türler azalmıştır. Yaban hayatının belli başlı üyeleri;geyik,dağ keçisi, ayı, tilki, kurt, tavşan, sansar, porsuklardır. Köprü kollarında bol miktarda alabalık bulunmaktadır.
Görülmeli
Milli Park tabii güzellikleri kadar, zengin kültürel kaynağa da sahiptir. MÖ 5. yüzyılda kurulmuş antik Selge şehrinin tiyatrosu, agorası, Zeus ve Artemis tapınakları, sarnıçlar, su kemeri, Köprü ırmağı ve Kocaçay üzerinde bulunan Oluk ve Büğrüm köprüleri ile Selge'yi Pamphlia sahil şehirlerine bağlayan taş kaplamalı tarihi yolu şehrin kalıntılarının en çarpıcı örnekleridir. Rekreaktif öneminden dolayı Köprü ırmağı da görülebilecek yerlendendir.
Hizmet ve Konaklama
Parkın rekreasyonel dokusunu köprü ırmağı teşkil eder. Bu ırmağın değişken karakteri çeşitli su sporlarına imkan sağlamaktadır. Irmak rafting sporları için ideal alandır. Ağaçlarla gölgelenen nehir kenarındaki günübirlik ve kamp kullanma alanları Milli Parkın en önemli aktivitelerini teşkil eder. Ayrıca ziyaretçilerin yeme-içme ihtiyaçlarını karşılayabilecek tesisler de mevcuttur. Çadır ve karavanla konaklama Milli Park içerisinde yapılabilir.
Ulaşım
Akdeniz Bölgesinde, Antalya ili,Manavgat ilçesi sınırları dahilinde yer alan Milli Parka Antalya'nın 49. km ayrılan bir yol ile gidilir.Bu yol Akdeniz sahillerinden ayrılıp Taşağıl'dan geçip Beşkonak'a ulaşır.
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Milli Parkta vadi tabanlarından,dağların çıplak doruklarına doğru çam, selvi, sedir ve çok sayıda yapraklı ağaç türlerinden meydana gelen bitki örtüsü zengin maki topluluğu ile desteklenmektedir. 400 hektarlık saf Akdeniz selvisi ormanı, flora özelliklerinin en önemli ve en belirgin alanıdır.
Milli Parkın yaban hayatının listesinin oldukça geniş olmasına rağmen usulsüz avlanmalar sonucunda türler azalmıştır. Yaban hayatının belli başlı üyeleri;geyik,dağ keçisi, ayı, tilki, kurt, tavşan, sansar, porsuklardır. Köprü kollarında bol miktarda alabalık bulunmaktadır.
Görülmeli
Milli Park tabii güzellikleri kadar, zengin kültürel kaynağa da sahiptir. MÖ 5. yüzyılda kurulmuş antik Selge şehrinin tiyatrosu, agorası, Zeus ve Artemis tapınakları, sarnıçlar, su kemeri, Köprü ırmağı ve Kocaçay üzerinde bulunan Oluk ve Büğrüm köprüleri ile Selge'yi Pamphlia sahil şehirlerine bağlayan taş kaplamalı tarihi yolu şehrin kalıntılarının en çarpıcı örnekleridir. Rekreaktif öneminden dolayı Köprü ırmağı da görülebilecek yerlendendir.
Hizmet ve Konaklama
Parkın rekreasyonel dokusunu köprü ırmağı teşkil eder. Bu ırmağın değişken karakteri çeşitli su sporlarına imkan sağlamaktadır. Irmak rafting sporları için ideal alandır. Ağaçlarla gölgelenen nehir kenarındaki günübirlik ve kamp kullanma alanları Milli Parkın en önemli aktivitelerini teşkil eder. Ayrıca ziyaretçilerin yeme-içme ihtiyaçlarını karşılayabilecek tesisler de mevcuttur. Çadır ve karavanla konaklama Milli Park içerisinde yapılabilir.
Ulaşım
Akdeniz Bölgesinde, Antalya ili,Manavgat ilçesi sınırları dahilinde yer alan Milli Parka Antalya'nın 49. km ayrılan bir yol ile gidilir.Bu yol Akdeniz sahillerinden ayrılıp Taşağıl'dan geçip Beşkonak'a ulaşır.
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Güllükdağı Milli Parkı - Antalya
Şehrin surları, kuleler, kral yolu, Hadrian kapısı gymnasium, tiyatro, odeon, zengin süslemeli mezarlar, şehrin suyunu sağlayan sarnıçlar ve drenaj sistemi Termessos'un en görkemli yapılarının kalıntılarıdır.
Milli Park'ta;Güllük Dağının sarp kayalıkları,duvarları 600 metreye kadar yükselen Mecine Kanyonu gibi jeomorfolojik güzellikleri yanında Akdeniz iklimi tipinin bitki topluluklarını sergileyen orman ve maki örtüsü, bu ortamda yaşayan dağ keçisi, alageyik, şah kartal gibi nadir yaban hayvanı türleri bulunmaktadır. Milli Parkta düzenlenmiş piknik ve kamp alanlarından faydalanılabilinir.
Gezilmeli;Milli Parkta tabiatın sunduğu bütün zenginlikleri, güzellikleri ve Termessos şehrinin surları, kuleleri, kral yolu, Hadrian Kapısı, Gymnasium, tiyatro, odeon, zengin süslemeli mezarlar, sarnıçlar ve drenaj sistemi gezilebilir. Nisan-aralık ayları Milli Parkı ziyaret için en uygun zamandır.
Konaklama ve Hizmet;Park girişi yakınında geliştirilmiş ziyaretçi merkezi, park hakkında geniş bilgiler sunmak üzere düzenlenmiştir.
Milli Parkta tabiatın sunduğu bütün zenginlikleri, güzellikleri ve Termessos tarihi bütün canlılığı ile kalıntılar arasında gezilerek yaşanabilir. Düzenlenmiş piknik ve kamp alanlarından faydalanılabilinir. Ayrıca lokanta, büfe gibi tesisler ziyaretçilerin gereksinimlerini karşılayacak düzeydedir. Çadır ve karavanla konaklama yapılabilir.
Ulaşım;Akdeniz Bölgesinde, Antalya ili Korkuteli ilçesi sınırları içinde ve Toros Dağları üzerinde yer alan Milli Parka Antalya-Korkuteli karayolu ile ulaşılır.Milli Park, Antalya'ya 34 km. uzaklıktadır.
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Milli Park'ta;Güllük Dağının sarp kayalıkları,duvarları 600 metreye kadar yükselen Mecine Kanyonu gibi jeomorfolojik güzellikleri yanında Akdeniz iklimi tipinin bitki topluluklarını sergileyen orman ve maki örtüsü, bu ortamda yaşayan dağ keçisi, alageyik, şah kartal gibi nadir yaban hayvanı türleri bulunmaktadır. Milli Parkta düzenlenmiş piknik ve kamp alanlarından faydalanılabilinir.
Gezilmeli;Milli Parkta tabiatın sunduğu bütün zenginlikleri, güzellikleri ve Termessos şehrinin surları, kuleleri, kral yolu, Hadrian Kapısı, Gymnasium, tiyatro, odeon, zengin süslemeli mezarlar, sarnıçlar ve drenaj sistemi gezilebilir. Nisan-aralık ayları Milli Parkı ziyaret için en uygun zamandır.
Konaklama ve Hizmet;Park girişi yakınında geliştirilmiş ziyaretçi merkezi, park hakkında geniş bilgiler sunmak üzere düzenlenmiştir.
Milli Parkta tabiatın sunduğu bütün zenginlikleri, güzellikleri ve Termessos tarihi bütün canlılığı ile kalıntılar arasında gezilerek yaşanabilir. Düzenlenmiş piknik ve kamp alanlarından faydalanılabilinir. Ayrıca lokanta, büfe gibi tesisler ziyaretçilerin gereksinimlerini karşılayacak düzeydedir. Çadır ve karavanla konaklama yapılabilir.
Ulaşım;Akdeniz Bölgesinde, Antalya ili Korkuteli ilçesi sınırları içinde ve Toros Dağları üzerinde yer alan Milli Parka Antalya-Korkuteli karayolu ile ulaşılır.Milli Park, Antalya'ya 34 km. uzaklıktadır.
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Beydağları Sahil Milli Parkı - Antalya
Akdeniz Bölgesi'nin bütün ekolojik şartlarına sahip sahada, bitki örtüsü deniz kıyısında fıstık çamları ile başlar,yükseldikçe kızılçam, karaçam ve 1000 metrenin üstünde sedir ağaçları görülür.
Park sınırları içinde 1000 e yakın bitki türü ve bunların içinde de 21 endemik türün bulunuşu Milli Park'ın tür yönünden çeşitliliğini göstermektedir. Alanda ayı, Dağkeçisi, Yaban domuzu, tilki, çakal, kurt, sansar ile çeşitli kuş ve balık türleri yaban hayatının bireyleridir.
Olympos'un birkaç km batısındaki dağlık arazide kalker ve serpantin formasyonları kontağındaki çatlaklardan çıkan ve "Likya'nın Sönmeyen Ateşi" diye adlandırılann doğalgaz yüzyıllardır yanmakta ve Bellerophontos mitosuna Chimaira (Yanan Taş) adıyla geçerek yöreye mitolojik değer kazandırmaktadır.
Akdeniz Bölgesi iklim şartlarına sahip alanda yılın 7-8 ayında Milli Park'ta her türlü deniz sporları, piknik, kamp, yürüyüş, arkeolojik alanlar gezilerek yararlanılabilir.
Görülebilecek Yerler: Antik çağlarda Likya olarak bilinen bölgenin doğusunda yer alan Milli Park tarih öncesi dönemlerden itibaren iskan bölgesi olmuştur. Sahilin kuzeyindeki Beldibi mağarasındaki buluntular bunu ispatlamaktadır. Milli Park'ın en önemli yerleşim yerleri MÖ VII. yüzyılda Rodos Kolonosi olarak kurulan Phaselis (Tekirova)ve Olympos şehirleridir. Ayrıca Kemer yakınlarında Idyros,Adrasan Limanı ve Gagai diğer görülmesi gereken tarihi yerleşimlerdir.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Milli Park'tan; her türlü deniz sporları, piknik, çadırlı kamp, yürüyüş, arkeolojik alanlar gezilerek yararlanılabilinir. Kındılçeşme günübirlik kamp alanı ile Büyükçaldıcak, Küçükçaldıcak, Topçam günübirlik alanlarından faydalanılabilinir. Milli Park'ın içinde bulunan otel, motel, kamping konaklama ihtiyacının büyük bir bölümünü karşılayacak düzeydedir.
Ulaşım: Milli Park Antalya-Kemer-Kumluca Devlet Karayolu kısmen sahilden, kısmen de içeriden boydan boya kateder.Bu yol, Mersin-Antalya-Muğla sahil yolunun bir parçasıdır.
BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Park sınırları içinde 1000 e yakın bitki türü ve bunların içinde de 21 endemik türün bulunuşu Milli Park'ın tür yönünden çeşitliliğini göstermektedir. Alanda ayı, Dağkeçisi, Yaban domuzu, tilki, çakal, kurt, sansar ile çeşitli kuş ve balık türleri yaban hayatının bireyleridir.
Olympos'un birkaç km batısındaki dağlık arazide kalker ve serpantin formasyonları kontağındaki çatlaklardan çıkan ve "Likya'nın Sönmeyen Ateşi" diye adlandırılann doğalgaz yüzyıllardır yanmakta ve Bellerophontos mitosuna Chimaira (Yanan Taş) adıyla geçerek yöreye mitolojik değer kazandırmaktadır.
Akdeniz Bölgesi iklim şartlarına sahip alanda yılın 7-8 ayında Milli Park'ta her türlü deniz sporları, piknik, kamp, yürüyüş, arkeolojik alanlar gezilerek yararlanılabilir.
Görülebilecek Yerler: Antik çağlarda Likya olarak bilinen bölgenin doğusunda yer alan Milli Park tarih öncesi dönemlerden itibaren iskan bölgesi olmuştur. Sahilin kuzeyindeki Beldibi mağarasındaki buluntular bunu ispatlamaktadır. Milli Park'ın en önemli yerleşim yerleri MÖ VII. yüzyılda Rodos Kolonosi olarak kurulan Phaselis (Tekirova)ve Olympos şehirleridir. Ayrıca Kemer yakınlarında Idyros,Adrasan Limanı ve Gagai diğer görülmesi gereken tarihi yerleşimlerdir.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Milli Park'tan; her türlü deniz sporları, piknik, çadırlı kamp, yürüyüş, arkeolojik alanlar gezilerek yararlanılabilinir. Kındılçeşme günübirlik kamp alanı ile Büyükçaldıcak, Küçükçaldıcak, Topçam günübirlik alanlarından faydalanılabilinir. Milli Park'ın içinde bulunan otel, motel, kamping konaklama ihtiyacının büyük bir bölümünü karşılayacak düzeydedir.
Ulaşım: Milli Park Antalya-Kemer-Kumluca Devlet Karayolu kısmen sahilden, kısmen de içeriden boydan boya kateder.Bu yol, Mersin-Antalya-Muğla sahil yolunun bir parçasıdır.
BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Altınbeşik Mağarası Milli Parkı - Antalya
Torosların bu bölgesi hem jeolojik hem de jeomorfolojik yönden çok karışık bir yapıya sahiptir. Tersiyer ortalarında meydana gelen şiddetli kıvrımları,bu dönemin sonunda şiddetli dikey yükselmeler izlemiştir. Jeolojik bindirmeler büyük kıvrıklar ve derin kazılmış vadiler bu hareketli jeolojik geçmişin sonucudur.
Altınbeşik Mağarası üst Kresate yaşlı kireç taşları içinde kıvrıklar üzerinde oluşmuştur.
Mağara üst üste 3 seviyede gelişmiştir. En alttaki ve orta seviyedeki yağışlı mevsimlerde aktif, en üst seviye ise devamlı kurudur.
Altınbeşik Mağarası daha kuzeyde bulunan Eynif polyesinin ve civarındaki bir dizi daha küçük polyelerin yer altına intikal eden suların toplanarak tahliye edildiği bir ana yeraltı deresi görevini görmektedir. Güz aylarında mağara içinde çok miktarda durgun göletler vardır. Mağara içindeki kum ve çakıl birikintilerinden, kayalar üzerindeki akıntı oyuklarından bahar aylarında orta ve alt seviyeden debisi kuvvetli yeraltı dereleri aktığını göstermektedir.
Altınbeşik Mağarasının aktivitelerini tamamen yitirmiş olan üst seviyesinde, tabanda kaya blokları dikkati çeker, bunların yanında dikit ve sarkıt oluşumları da vardır. Orta seviyenin daha çok dere yatakları özelliğini taşır. Burada kaya blokları geniş yerler kaplar, yeryer kum ve çakıl depoları ile traverten oluşumları görülür. Mağaranın girişinden itibaren ilk 200 m. mağaranın alt seviyesini oluşturur ve burası devamlı su altındadır.
Alt seviyenin bitiminde 40 m.lik dik bir çıkış vardır. Bu çıkış ve bitişik duvarlar beyaz renkli kalın travertenlerle kaplıdır. Mağaranın en güzel bölümünü burası oluşturmaktadır.
Ayrıca, Altınbeşik Mağarasının çevresindeki zengin flora ile karst topografyasının vahşi güzelliği Milli Parkın Peyzaj değerlerini oluşturmaktadır.
Görülebilecek Yerler: Milli Parkın başta görülmesi gerekli yeri, Altınbeşik Mağarasıdır. Ancak bu saha;belirli düzenlemeler ve önlemler alındıktan sonra ziyaretçilerini kabul edebilecektir. Bunun yanında Manavgat Vadisinin sunmuş olduğu doğal güzellikler ziyaretçilerin hafızasında iz bırakacak niteliktedir. Ayrıca ;Milli Parka ulaşırken uğrak noktası olan Ürünlü Köyü yöresel mimarisi ile ziyaretçileri etkilemektedir.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Aydınkent ilçe merkezi ile Ürünlü Köyünde konaklama sağlanabilir.
Yeri: Antalya ili ,İbradi (Aydınkent)ilçesine 7 km. uzaklıkta Ürünlü köyünün yaklaşık 5 km. güneydoğusunda , derin ve sarp Manavgat vadisinin batı yamacında yer almaktadır.
Ulaşım: Milli Parka karayolu ile ulaşım Antalya-İbradi-Ürünlü köyü yolu ile sağlanmakta olup , Ürünlü köyünden Altınbeşik Mağarasına ancak yaya olarak 1 saatlik yürüyüş ile ulaşılabilmektedir.
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Altınbeşik Mağarası üst Kresate yaşlı kireç taşları içinde kıvrıklar üzerinde oluşmuştur.
Mağara üst üste 3 seviyede gelişmiştir. En alttaki ve orta seviyedeki yağışlı mevsimlerde aktif, en üst seviye ise devamlı kurudur.
Altınbeşik Mağarası daha kuzeyde bulunan Eynif polyesinin ve civarındaki bir dizi daha küçük polyelerin yer altına intikal eden suların toplanarak tahliye edildiği bir ana yeraltı deresi görevini görmektedir. Güz aylarında mağara içinde çok miktarda durgun göletler vardır. Mağara içindeki kum ve çakıl birikintilerinden, kayalar üzerindeki akıntı oyuklarından bahar aylarında orta ve alt seviyeden debisi kuvvetli yeraltı dereleri aktığını göstermektedir.
Altınbeşik Mağarasının aktivitelerini tamamen yitirmiş olan üst seviyesinde, tabanda kaya blokları dikkati çeker, bunların yanında dikit ve sarkıt oluşumları da vardır. Orta seviyenin daha çok dere yatakları özelliğini taşır. Burada kaya blokları geniş yerler kaplar, yeryer kum ve çakıl depoları ile traverten oluşumları görülür. Mağaranın girişinden itibaren ilk 200 m. mağaranın alt seviyesini oluşturur ve burası devamlı su altındadır.
Alt seviyenin bitiminde 40 m.lik dik bir çıkış vardır. Bu çıkış ve bitişik duvarlar beyaz renkli kalın travertenlerle kaplıdır. Mağaranın en güzel bölümünü burası oluşturmaktadır.
Ayrıca, Altınbeşik Mağarasının çevresindeki zengin flora ile karst topografyasının vahşi güzelliği Milli Parkın Peyzaj değerlerini oluşturmaktadır.
Görülebilecek Yerler: Milli Parkın başta görülmesi gerekli yeri, Altınbeşik Mağarasıdır. Ancak bu saha;belirli düzenlemeler ve önlemler alındıktan sonra ziyaretçilerini kabul edebilecektir. Bunun yanında Manavgat Vadisinin sunmuş olduğu doğal güzellikler ziyaretçilerin hafızasında iz bırakacak niteliktedir. Ayrıca ;Milli Parka ulaşırken uğrak noktası olan Ürünlü Köyü yöresel mimarisi ile ziyaretçileri etkilemektedir.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Aydınkent ilçe merkezi ile Ürünlü Köyünde konaklama sağlanabilir.
Yeri: Antalya ili ,İbradi (Aydınkent)ilçesine 7 km. uzaklıkta Ürünlü köyünün yaklaşık 5 km. güneydoğusunda , derin ve sarp Manavgat vadisinin batı yamacında yer almaktadır.
Ulaşım: Milli Parka karayolu ile ulaşım Antalya-İbradi-Ürünlü köyü yolu ile sağlanmakta olup , Ürünlü köyünden Altınbeşik Mağarasına ancak yaya olarak 1 saatlik yürüyüş ile ulaşılabilmektedir.
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Karagöl Sahara Milli Parkı - Artvin
Karagöl ve çevresi yer yer vadilerle yarılmıştı.Bu yarılmalar yörede heyelan ve kütle hareketlerinin aktif olmasına neden olmuştur. Karagöl rotasyonel olarak kayan kütlenin gerisindeki çanakta biriken suların meydana getirdiği bir heyelan gölüdür.
Göl çevresi ladin ve çamların meydana getirdiği yoğun ormanlarla kaplıdır. Bu doğal öğelerin ördüğü Karagöl , ender manzara güzelliklerine sahiptir. Ayrıca gölün kuzeydoğusundaki Bagat mevkii ve çevresinde çim kayağı pisti niteliğine sahip alanlar mevcuttur.
Sahara yaylası; yörenin genel olarak örtü bazaltlarından meydana gelen bir jeolojik yapısı vardır. Örtü bazaltlarının sıyrıldığı yerlerde tersiyer arazisi ortaya çıkar. Yer yer derin vadilerle parçalanan yörede eğim değerleri oldukça yüksektir. Sahara, bu eğimli arazide 1700-1800 m.lerde yer alan sınırlı düzlüklerden biridir.
Orman örtüsü ladin ve göknarlardan meydana gelmiştir. Alt zonlarda sarıçam da bulunmaktadır. Yörede antropojen step karakterinde sahalar geniş alanlar kaplamaktadır.
Kocabey yaylası ve çevresinde Alpin Zona ait bitki türleri yer almaktadır. Reşat deresi kenarında 1700-1800 m.lerde kademeli olarak yer alan düzlükler aynı zamanda "Sahara Pancar Şenlikleri"ne saha olmaktadır. Bu şenliklere bölge dışında oturan yöre insanları katılarak bölgeye iç turizm açısından oldukça büyük ekonomik katkı sağlamaktadır.
Sahanın arz ettiği bu rekreasyonel potansiyeli ve doğal güzelliklerinin korunması amacıyla 3766 hektarlık kısmı 1994 yılında Milli Park kapsamına alınmıştır.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Milli Parkın Karagöl kesiminde kır gazinosu olarak kullanılan ve 12 yataklı konaklama hizmeti veren bir tesis bulunmaktadır.
Yeri: Artvin ili Şavşat ilçesi sınırlarında bulunan Karagöl-Sahara Milli Parkı iki ayrı sahadan oluşmaktadır. Bunlar Karagöl ve Sahara yaylasıdır.
Ulaşım: Karagöl Şavşat ilçesinin 45 km. kuzeyinde yer almaktadır. Sahara ise Şavşat ilçe merkezine 17 km. uzaklıkta bulunmaktadır.
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Göl çevresi ladin ve çamların meydana getirdiği yoğun ormanlarla kaplıdır. Bu doğal öğelerin ördüğü Karagöl , ender manzara güzelliklerine sahiptir. Ayrıca gölün kuzeydoğusundaki Bagat mevkii ve çevresinde çim kayağı pisti niteliğine sahip alanlar mevcuttur.
Sahara yaylası; yörenin genel olarak örtü bazaltlarından meydana gelen bir jeolojik yapısı vardır. Örtü bazaltlarının sıyrıldığı yerlerde tersiyer arazisi ortaya çıkar. Yer yer derin vadilerle parçalanan yörede eğim değerleri oldukça yüksektir. Sahara, bu eğimli arazide 1700-1800 m.lerde yer alan sınırlı düzlüklerden biridir.
Orman örtüsü ladin ve göknarlardan meydana gelmiştir. Alt zonlarda sarıçam da bulunmaktadır. Yörede antropojen step karakterinde sahalar geniş alanlar kaplamaktadır.
Kocabey yaylası ve çevresinde Alpin Zona ait bitki türleri yer almaktadır. Reşat deresi kenarında 1700-1800 m.lerde kademeli olarak yer alan düzlükler aynı zamanda "Sahara Pancar Şenlikleri"ne saha olmaktadır. Bu şenliklere bölge dışında oturan yöre insanları katılarak bölgeye iç turizm açısından oldukça büyük ekonomik katkı sağlamaktadır.
Sahanın arz ettiği bu rekreasyonel potansiyeli ve doğal güzelliklerinin korunması amacıyla 3766 hektarlık kısmı 1994 yılında Milli Park kapsamına alınmıştır.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Milli Parkın Karagöl kesiminde kır gazinosu olarak kullanılan ve 12 yataklı konaklama hizmeti veren bir tesis bulunmaktadır.
Yeri: Artvin ili Şavşat ilçesi sınırlarında bulunan Karagöl-Sahara Milli Parkı iki ayrı sahadan oluşmaktadır. Bunlar Karagöl ve Sahara yaylasıdır.
Ulaşım: Karagöl Şavşat ilçesinin 45 km. kuzeyinde yer almaktadır. Sahara ise Şavşat ilçe merkezine 17 km. uzaklıkta bulunmaktadır.
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Hatila Vadisi Milli Parkı - Artvin
Okunma
235
Hatila Vadisinin genel karakteri; V tipi, dar tabanlı, genç vadi özelliğindedir.
Vadi boyunca litolojik farklılıklardan kaynaklanan eğim kırıkları ortaya çıkmıştır. Bu eğim kırıkları, akarsuda şelalelerin oluşumunu sağlamıştır.
Vadi yatağının derine aşınmasının , yana doğru açılımından daha kuvvetli olmasından dolayı vadi yamaçlarının eğimi %80 hatta bazı kesimlerde %100 'e ulaşmıştır. Yamaçların gerek fiziksel parçalanma ve kütle hareketleri gerekse yan dere ve heyelanlarla işlenmesi sonucu vadide , çok haşin bir topografya ortaya çıkmıştır. Bu topografya , vadinin orta kesimlerinde kanyon ve boğaz oluşumunu sağlamıştır.
Vadinin orta ve yukarı ağzında çok zengin ve yoğun olan vejetatif örtü ; bünyesinde çok çeşitli bitki türlerini barındırmaktadır. Bu türler içerisinde dikkati çeken belirgin özellik bitki örtüsünün genel olarak Akdeniz iklim karakterini yansıtmaktadır. Dolayısıyla buradaki bitki örtüsü relikt bir özellik gösterir. Ayrıca bitki türleri içerisinde endemik karakterde olanlar da vardır. Bu türlerin sayısı 500'ü geçmektedir.
Hatila Vadisi zengin bir fauna da içermektedir. Bu fauna içerisinde en çok rastlanan türler;ayı, domuz, tilki, porsuk, yaban keçisi, sansar, atmaca, kartal, çakal, dağ horozu, Hopa engereği, alabalıktır.
Hatila Vadisinin gerek ilginç jeolojik ve jeomorfolojik yapısı ve gerekse özgün bitki toplulukları yöreye ülkemizde nadir rastlanan bir alan özelliğini vermektedir. Ayrıca bu doğal öğelerin birleşimi sonucu eşsiz peyzaj güzellikleri ortaya çıkmakta ve bu durumda zengin rekreasyonel potansiyel arz etmektedir.
Milli Parkın ismini veren Hatila Vadisi ile yan kollarındaki vadiler zengin bitki çeşitliliği, yaban hayatı ile ziyaretçileri etkileyecek niteliktedir.
Konaklama
Milli Park sahası içerisinde ziyaretçilerin günübirlik ve kamp kullanımı için belirlenmiş yerler bulunmaktadır.
Çadırla, karavanla ve belirli kapasitelere sahip bunglov tipi doğal ortamla uyumlu tesislerde konaklanabilir. Ayrıca Milli Park Artvin il merkezine 10 km. mesafede olması nedeniyle burada da konaklama mümkündür.
Ulaşım: Gidebilmek için Artvin il merkezinden 10 km.lik stabilize bir yol takip edilerek ulaşılabilmektedir.
(BİROL ASLAN- PİRAHMETLİ KÖYÜ-TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Okunma
235
Hatila Vadisinin genel karakteri; V tipi, dar tabanlı, genç vadi özelliğindedir.
Vadi boyunca litolojik farklılıklardan kaynaklanan eğim kırıkları ortaya çıkmıştır. Bu eğim kırıkları, akarsuda şelalelerin oluşumunu sağlamıştır.
Vadi yatağının derine aşınmasının , yana doğru açılımından daha kuvvetli olmasından dolayı vadi yamaçlarının eğimi %80 hatta bazı kesimlerde %100 'e ulaşmıştır. Yamaçların gerek fiziksel parçalanma ve kütle hareketleri gerekse yan dere ve heyelanlarla işlenmesi sonucu vadide , çok haşin bir topografya ortaya çıkmıştır. Bu topografya , vadinin orta kesimlerinde kanyon ve boğaz oluşumunu sağlamıştır.
Vadinin orta ve yukarı ağzında çok zengin ve yoğun olan vejetatif örtü ; bünyesinde çok çeşitli bitki türlerini barındırmaktadır. Bu türler içerisinde dikkati çeken belirgin özellik bitki örtüsünün genel olarak Akdeniz iklim karakterini yansıtmaktadır. Dolayısıyla buradaki bitki örtüsü relikt bir özellik gösterir. Ayrıca bitki türleri içerisinde endemik karakterde olanlar da vardır. Bu türlerin sayısı 500'ü geçmektedir.
Hatila Vadisi zengin bir fauna da içermektedir. Bu fauna içerisinde en çok rastlanan türler;ayı, domuz, tilki, porsuk, yaban keçisi, sansar, atmaca, kartal, çakal, dağ horozu, Hopa engereği, alabalıktır.
Hatila Vadisinin gerek ilginç jeolojik ve jeomorfolojik yapısı ve gerekse özgün bitki toplulukları yöreye ülkemizde nadir rastlanan bir alan özelliğini vermektedir. Ayrıca bu doğal öğelerin birleşimi sonucu eşsiz peyzaj güzellikleri ortaya çıkmakta ve bu durumda zengin rekreasyonel potansiyel arz etmektedir.
Milli Parkın ismini veren Hatila Vadisi ile yan kollarındaki vadiler zengin bitki çeşitliliği, yaban hayatı ile ziyaretçileri etkileyecek niteliktedir.
Konaklama
Milli Park sahası içerisinde ziyaretçilerin günübirlik ve kamp kullanımı için belirlenmiş yerler bulunmaktadır.
Çadırla, karavanla ve belirli kapasitelere sahip bunglov tipi doğal ortamla uyumlu tesislerde konaklanabilir. Ayrıca Milli Park Artvin il merkezine 10 km. mesafede olması nedeniyle burada da konaklama mümkündür.
Ulaşım: Gidebilmek için Artvin il merkezinden 10 km.lik stabilize bir yol takip edilerek ulaşılabilmektedir.
(BİROL ASLAN- PİRAHMETLİ KÖYÜ-TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Büyük Menderes Deltası Milli Parkı - Aydın
Yarımada kumlu, killi, yatık ve yüksek kıyı şekillerini içeren plajlarıyla ilgi çekici kıyı özelliklerine sahiptir.
Milli Parkın özellikle kuzey kesimi Akdeniz Bölgesinde ender görülen potansiyelde bitki örtüsüne sahiptir. Özellikle defne ve kestane bitki kuşakları ile Akdeniz maki florasının hemen bütün bitki türleri yarımadada en canlı ve sağlıklı örnekleriyle yer almaktadır. Kuzey Anadolu ormanlık yörelerine has kestanenin, en güneye indiği, ülkemizde birkaç yerde bulunan kartopunun, Finike ardıcının küçük bir topluluk meydana getirdiği, pırnal meşesi, dallı selvilerin birlikte yetiştiği tek yerdir.
Milli Park nesli tükenmeye yüz tutmuş Anadolu parçasının batıda yaşadığı son noktadır. Ayrıca Akdeniz ülkelerinde korunan türler arasında da bulunan Akdeniz Foku ve deniz kaplumbağaları Milli Parkın kıyılarında yaşama ve üreme olanağı bulmuştur.
Görülebilecek Yerler: Milli Parkın hemen kuzeydoğusu sınırında Dilek Tepesinin eteğinde Güzelçamlı köyü yöresindeki kutsal olan MÖ 9.-8. yüzyıllarda "İonia"nın siyasal ve bilimsel merkezi olan "Panionion Konfederasyonu"n toplantı yeri olarak kullanılmıştır.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Parkın sahip olduğu koylarda günübirlik kullanım alanları mevcut olup, ziyaretçinin ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Ayrıca kır gazinosu ve büfelerde mevcuttur. Çadır ve karavanla konaklama imkanı vardır.
Yeri: Aydın ili,Kuşadası ve Söke ilçeleri sınırlarında yer alır.
Ulaşım: Ege Bölgesinde Aydın ilinin Kuşadası ve Söke ilçeleri sınırları içerisinde yer alan Milli Parka, Kuşadası-Söke karayolu ile ulaşılır. Milli Park Kuşadası'na 28 km., Söke'ye 34 km. uzaklıktadır.
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Milli Parkın özellikle kuzey kesimi Akdeniz Bölgesinde ender görülen potansiyelde bitki örtüsüne sahiptir. Özellikle defne ve kestane bitki kuşakları ile Akdeniz maki florasının hemen bütün bitki türleri yarımadada en canlı ve sağlıklı örnekleriyle yer almaktadır. Kuzey Anadolu ormanlık yörelerine has kestanenin, en güneye indiği, ülkemizde birkaç yerde bulunan kartopunun, Finike ardıcının küçük bir topluluk meydana getirdiği, pırnal meşesi, dallı selvilerin birlikte yetiştiği tek yerdir.
Milli Park nesli tükenmeye yüz tutmuş Anadolu parçasının batıda yaşadığı son noktadır. Ayrıca Akdeniz ülkelerinde korunan türler arasında da bulunan Akdeniz Foku ve deniz kaplumbağaları Milli Parkın kıyılarında yaşama ve üreme olanağı bulmuştur.
Görülebilecek Yerler: Milli Parkın hemen kuzeydoğusu sınırında Dilek Tepesinin eteğinde Güzelçamlı köyü yöresindeki kutsal olan MÖ 9.-8. yüzyıllarda "İonia"nın siyasal ve bilimsel merkezi olan "Panionion Konfederasyonu"n toplantı yeri olarak kullanılmıştır.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Parkın sahip olduğu koylarda günübirlik kullanım alanları mevcut olup, ziyaretçinin ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Ayrıca kır gazinosu ve büfelerde mevcuttur. Çadır ve karavanla konaklama imkanı vardır.
Yeri: Aydın ili,Kuşadası ve Söke ilçeleri sınırlarında yer alır.
Ulaşım: Ege Bölgesinde Aydın ilinin Kuşadası ve Söke ilçeleri sınırları içerisinde yer alan Milli Parka, Kuşadası-Söke karayolu ile ulaşılır. Milli Park Kuşadası'na 28 km., Söke'ye 34 km. uzaklıktadır.
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Kuşcenneti Milli Parkı - Balıkesir - Manyas
Kışın bahara döndüğü günlerde soğuk devreleri güney ülkelerinde geçiren göçmen kuşlar yuva kuracak yer olarak sessizlik içindeki Kuşcenneti Milli Park'ını seçerler. Yuvalarında yumurtlar, kuluçkaya yatarlar. Yavrular gözlerini burada açarlar, beslenir, büyür, serpilir ve gelecek yıl yine gelmek üzere uzaklara uçarlar.
Göl suları, söğüt korusu ve sazlıkların sağladığı beslenme,güvenlik ve barınma olanakları ile elverişli iklim şartları, Avrupa-Asya kıtaları arasında büyük kuş göçlerini bu küçük (64 Ha) yurt köşesine yönelterek, yörenin memleketler arası ün kazanmasına neden olmaktadır.
Kaşıkçıdan balıkçılara, çeltikçiden karabataklara, sazbülbülünden pelikanlara, kuğudan kazlara, ördeklere kadar kuluçka yapan, kışlayan ve göç sırasında uğrayan 239 kuş türünden 2-3 milyon kuş her yıl buraya uğramaktadır.
Kuşcenneti Milli Parkının ülkemizdeki diğer Milli parklardan farklı özel bir yeri vardır. Uluslararası düzeyde önem taşıyan Milli Parktaki kuş zenginliği ve Milli Park tanımı içindeki başarılı koruma uygulaması nedeniyle 1976 yılında Avrupa Konseyince A sınıfı Avrupa diploması verilmiştir. 1981-1986-1991 ve 1996 yıllarında bu diplama yenilenmiştir. Ayrıca 15.4.1998 tarih ve 23314 sayılı Resmi Gazetede Yayımlanan kararla Kuşcenneti, Romsen Sözleşmesi (Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alan Hakkında Sözleşme) kapsamına alınmıştır.
Görülebilecek Yerler: Kuşcennetinde kuş yaşamının ilgi çekici dönemlerini izleme imkanı, Mart-Temmuz ve Eylül-Ekim ayları arasındadır.Gözetleme kulesinden geniş bir çevre gözetlenebilir.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Milli Parkta bulunan müze ve idare merkezinde parkta başta kuşlar hakkında geniş bilgi verilmektedir. Milli Parkta bilimsel araştırmalar yapmak park yönetiminin iznine bağlıdır. Tanıtım vitrinleri vardır. 2001 yılında yeniden yapılmış olan kuş gözetleme kulesi dünyadaki benzerleri arasında en büyük olanıdır. Yüksekliği 17,5 mt olup platformu 40 kişi alabilen kulede ziyaretçilere dürbün verilmektedir. Parkta konaklama ve yiyecek hizmetleri yoktur. 1 kilometre uzaklıkta ki Sığırcıatik köyündeki pansiyonlar ya da Bandırma, Erdek ve Gönen’deki otellerde konaklama imkanı bulunabilir.
Yeri: Balıkesir İli Bandırma İlçesi
Ulaşım: Marmara Bölgesinde, Balıkesir ili Bandırma ilçesi sınırları içinde Kuş Gölü (Manyas Gölü)'nün kuzeydoğusunda yer alan Milli Parka Balıkesir-Bandırma karayolunun 15 km’ sinde güneye sapan 3 km lik bir yolla ulaşılır.
(birol aslan pirahmetli köyü taşköprü kastamonu)
Göl suları, söğüt korusu ve sazlıkların sağladığı beslenme,güvenlik ve barınma olanakları ile elverişli iklim şartları, Avrupa-Asya kıtaları arasında büyük kuş göçlerini bu küçük (64 Ha) yurt köşesine yönelterek, yörenin memleketler arası ün kazanmasına neden olmaktadır.
Kaşıkçıdan balıkçılara, çeltikçiden karabataklara, sazbülbülünden pelikanlara, kuğudan kazlara, ördeklere kadar kuluçka yapan, kışlayan ve göç sırasında uğrayan 239 kuş türünden 2-3 milyon kuş her yıl buraya uğramaktadır.
Kuşcenneti Milli Parkının ülkemizdeki diğer Milli parklardan farklı özel bir yeri vardır. Uluslararası düzeyde önem taşıyan Milli Parktaki kuş zenginliği ve Milli Park tanımı içindeki başarılı koruma uygulaması nedeniyle 1976 yılında Avrupa Konseyince A sınıfı Avrupa diploması verilmiştir. 1981-1986-1991 ve 1996 yıllarında bu diplama yenilenmiştir. Ayrıca 15.4.1998 tarih ve 23314 sayılı Resmi Gazetede Yayımlanan kararla Kuşcenneti, Romsen Sözleşmesi (Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alan Hakkında Sözleşme) kapsamına alınmıştır.
Görülebilecek Yerler: Kuşcennetinde kuş yaşamının ilgi çekici dönemlerini izleme imkanı, Mart-Temmuz ve Eylül-Ekim ayları arasındadır.Gözetleme kulesinden geniş bir çevre gözetlenebilir.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Milli Parkta bulunan müze ve idare merkezinde parkta başta kuşlar hakkında geniş bilgi verilmektedir. Milli Parkta bilimsel araştırmalar yapmak park yönetiminin iznine bağlıdır. Tanıtım vitrinleri vardır. 2001 yılında yeniden yapılmış olan kuş gözetleme kulesi dünyadaki benzerleri arasında en büyük olanıdır. Yüksekliği 17,5 mt olup platformu 40 kişi alabilen kulede ziyaretçilere dürbün verilmektedir. Parkta konaklama ve yiyecek hizmetleri yoktur. 1 kilometre uzaklıkta ki Sığırcıatik köyündeki pansiyonlar ya da Bandırma, Erdek ve Gönen’deki otellerde konaklama imkanı bulunabilir.
Yeri: Balıkesir İli Bandırma İlçesi
Ulaşım: Marmara Bölgesinde, Balıkesir ili Bandırma ilçesi sınırları içinde Kuş Gölü (Manyas Gölü)'nün kuzeydoğusunda yer alan Milli Parka Balıkesir-Bandırma karayolunun 15 km’ sinde güneye sapan 3 km lik bir yolla ulaşılır.
(birol aslan pirahmetli köyü taşköprü kastamonu)
26 Mart 2008 Çarşamba
Troya Tarihi Milli Parkı - Çanakkale
Arkeologlar , İliada da hikaye edilen Troya'nın üç bin yıllık tarihi süresince yayılım gösteren dokuz antik medeniyet katından sadece birinin kapsamından geçtiğini tanımlamışlardır. Bu kat Homeros'un dünyaca bilinen ve tanınan Troyası'dır.
Troya tarihi ve onunla ilgili özellikler, Troas Bölgesinin yani Edremit körfezinin kuzeyinden Marmara denizinin güney kıyılarına kadar olan bölgeyi kaplamaktadır.
Milli Parkın ve çevresinin tabiat tarihi ile ilgili en önemli özelliği, jeolojik özelliğidir. Troya ve çevresinde genel olarak jeolojik yapıyı, geniş alanlar kaplayan neojen formasyonlar meydana getirir.
Çanakkale Boğazı ve Ege kıyıları uygun plaj olanakları ile rekreaktif değer taşımaktadır.
Görülebilecek Yerler: Milli Park sahası içerisinde öncelikli olarak görülebilecek yerlerin başında Troya şehri gelmektedir. Ayrıca Çanakkale Boğazı kıyılarında sunduğu görsel peyzaj değerleri ile ziyaretçilerin rekreaktif ihtiyaçlarını karşılayacak düzeydedir.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Milli Park sahası içerisinde konaklama imkanı olmayıp, Milli Parkın yakınında yer alan Çanakkale ili Ezine ilçesinde ziyaretçiler konaklama yapabilirler. Ayrıca Troya Milli Parkının Kuzeyinde yer alan Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı ile güneyinde yer alan Kaz Dağı Milli Parkı ziyaretçilere tarihsel özelliği ile eşsiz peyzaj ve doğal güzellikleri sunması açısından yörede ziyaretçilerin alternatif ziyaret sahalarıdır.
Yeri: Çanakkale ili Ezine ilçe sınırları içerisinde Çanakkale Boğazının girişinde yer almaktadır.
Ulaşım: Milli Park alanına Çanakkale -İzmir Devlet karayolu ve Bursa-Balıkesir üzerinden gelen Devlet Karayolu ile ulaşılabilir.Troya Çanakkale-İzmir Devlet karayolunun 28 km. sinin 5 km içerisindedir.
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Troya tarihi ve onunla ilgili özellikler, Troas Bölgesinin yani Edremit körfezinin kuzeyinden Marmara denizinin güney kıyılarına kadar olan bölgeyi kaplamaktadır.
Milli Parkın ve çevresinin tabiat tarihi ile ilgili en önemli özelliği, jeolojik özelliğidir. Troya ve çevresinde genel olarak jeolojik yapıyı, geniş alanlar kaplayan neojen formasyonlar meydana getirir.
Çanakkale Boğazı ve Ege kıyıları uygun plaj olanakları ile rekreaktif değer taşımaktadır.
Görülebilecek Yerler: Milli Park sahası içerisinde öncelikli olarak görülebilecek yerlerin başında Troya şehri gelmektedir. Ayrıca Çanakkale Boğazı kıyılarında sunduğu görsel peyzaj değerleri ile ziyaretçilerin rekreaktif ihtiyaçlarını karşılayacak düzeydedir.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Milli Park sahası içerisinde konaklama imkanı olmayıp, Milli Parkın yakınında yer alan Çanakkale ili Ezine ilçesinde ziyaretçiler konaklama yapabilirler. Ayrıca Troya Milli Parkının Kuzeyinde yer alan Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı ile güneyinde yer alan Kaz Dağı Milli Parkı ziyaretçilere tarihsel özelliği ile eşsiz peyzaj ve doğal güzellikleri sunması açısından yörede ziyaretçilerin alternatif ziyaret sahalarıdır.
Yeri: Çanakkale ili Ezine ilçe sınırları içerisinde Çanakkale Boğazının girişinde yer almaktadır.
Ulaşım: Milli Park alanına Çanakkale -İzmir Devlet karayolu ve Bursa-Balıkesir üzerinden gelen Devlet Karayolu ile ulaşılabilir.Troya Çanakkale-İzmir Devlet karayolunun 28 km. sinin 5 km içerisindedir.
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı - Çanakkale
Ayrıca Batık gemiler, toplar, sperler, kaleler ve burçlardan ve savaşla ilgili yüzlerce başka kalıntıdan oluşan geniş bir yelpazenin yanı sıra 250.000'i aşan Türk Şehidinin ve yine 250.000'i aşan Avustralya,Yeni Zelenda, İngiliz ve Fransız askerlerinin savaş mezarları ve anıtları buradadır.
Muharebe alanları,savaş mezarları,,anıtlar ve savaşlı ilgili kalıntılar "tarihi sit alanı" ve "kültürel varlık" olarak tescil edilmiştir. Ayrıca MÖ 4000 tarihine dek giden birçok "Arkeolojik sit alanı ve anıtı"vardır. Çok çeşitli "doğal sit alanları ve anıtlar" içerisinde ise kumsallar, koyaklar, Akdeniz çalıları(maki) ile karışık koru parçaları, çarpıcı görünümlü jeolojik ve jeomorfolojik oluşumlar,bir tuz gölü(yakın zamana kadar bir kıyı gölüydü)ve 15. yüzyıl askeri mimarisinin eşsiz örneklerini içeren ilginç bir "kültürel miras" kolleksiyonu vardır.
Görülebilecek Yerler: Gelibolu Yarımadası, denizlerin kendine has akıntıları, az yükseltili, dik yamaçlı kıyıları ,oya gibi işlenmiş girintili çıkıntılı koyları,uzun kumsalları ile yörenin ormanlık tepeleri, vadileri savaşın akışında etkili rol oynamıştır.
Milli Parkta; Kilitbahirtaş Yaylası,Seddülbahir Savaş Alanı,Maeste Koyu,Tekke Köyü,Ertuğrul Koyu, İkizler Koyu, Hisarlık Tepe, Alçı Tepe,Zığındere, Kereviz Dere, Arıburnu, Anafartalar Savaş Alanlarında Kaba Tepe, Kanlı Şist, Conkbayırı,Savla ovası, Kakma Dağı ayrıca Türk Şehitlik ve Anıtları, Yabancı Mezarlık ve Anıtlar, Savaş kalıntıları (Tabyalar-silahlar, siperler, batıklar) Arkeolojik ve Tarihi Sitler,Müzeler ve Yerleşmeler görülmesi gerekli yerlerdir.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Tabii çevrenin zengin güzellikleri ve savaş alanları dışında, Kabatepe'deki müze, piknik ve kamp alanlarından faydalanılabilinir. Ayrıca Eceabat İdare ve Ziyaretçi Merkezi ile buradaki günübirlik alan ve kır gazinosundan faydalanmak mümkündür. Çadır ve karavanla konaklama imkanı mevcuttur.
Ülkemizdeki Milli Parklar
Yeri: 1973'te kurulmuş ve Birleşmiş Milletler Milli Parklar ve Koruma Alanları listesinde olan Park, Çanakkale ili sınırları içerisinde, Gelibolu Yarımadasının güney ucunda, Çanakkale Boğazı'nın Avrupa yakasında 33.000 hektarlık bir alanı kapsamaktadır.
Ulaşım: Park'a Edirne ve İstanbul'dan Tekirdağ ve Gelibolu yolu ile;Ankara, Bursa ve İzmir'den ise Çanakkale'den Kilitbahir ve Eceabat'a düzenlenen feribot seferiyle ulaşılır. En yakın havaalanı Çanakkale'dedir ancak tarifeli sefer yapılmamaktadır.
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Muharebe alanları,savaş mezarları,,anıtlar ve savaşlı ilgili kalıntılar "tarihi sit alanı" ve "kültürel varlık" olarak tescil edilmiştir. Ayrıca MÖ 4000 tarihine dek giden birçok "Arkeolojik sit alanı ve anıtı"vardır. Çok çeşitli "doğal sit alanları ve anıtlar" içerisinde ise kumsallar, koyaklar, Akdeniz çalıları(maki) ile karışık koru parçaları, çarpıcı görünümlü jeolojik ve jeomorfolojik oluşumlar,bir tuz gölü(yakın zamana kadar bir kıyı gölüydü)ve 15. yüzyıl askeri mimarisinin eşsiz örneklerini içeren ilginç bir "kültürel miras" kolleksiyonu vardır.
Görülebilecek Yerler: Gelibolu Yarımadası, denizlerin kendine has akıntıları, az yükseltili, dik yamaçlı kıyıları ,oya gibi işlenmiş girintili çıkıntılı koyları,uzun kumsalları ile yörenin ormanlık tepeleri, vadileri savaşın akışında etkili rol oynamıştır.
Milli Parkta; Kilitbahirtaş Yaylası,Seddülbahir Savaş Alanı,Maeste Koyu,Tekke Köyü,Ertuğrul Koyu, İkizler Koyu, Hisarlık Tepe, Alçı Tepe,Zığındere, Kereviz Dere, Arıburnu, Anafartalar Savaş Alanlarında Kaba Tepe, Kanlı Şist, Conkbayırı,Savla ovası, Kakma Dağı ayrıca Türk Şehitlik ve Anıtları, Yabancı Mezarlık ve Anıtlar, Savaş kalıntıları (Tabyalar-silahlar, siperler, batıklar) Arkeolojik ve Tarihi Sitler,Müzeler ve Yerleşmeler görülmesi gerekli yerlerdir.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Tabii çevrenin zengin güzellikleri ve savaş alanları dışında, Kabatepe'deki müze, piknik ve kamp alanlarından faydalanılabilinir. Ayrıca Eceabat İdare ve Ziyaretçi Merkezi ile buradaki günübirlik alan ve kır gazinosundan faydalanmak mümkündür. Çadır ve karavanla konaklama imkanı mevcuttur.
Ülkemizdeki Milli Parklar
Yeri: 1973'te kurulmuş ve Birleşmiş Milletler Milli Parklar ve Koruma Alanları listesinde olan Park, Çanakkale ili sınırları içerisinde, Gelibolu Yarımadasının güney ucunda, Çanakkale Boğazı'nın Avrupa yakasında 33.000 hektarlık bir alanı kapsamaktadır.
Ulaşım: Park'a Edirne ve İstanbul'dan Tekirdağ ve Gelibolu yolu ile;Ankara, Bursa ve İzmir'den ise Çanakkale'den Kilitbahir ve Eceabat'a düzenlenen feribot seferiyle ulaşılır. En yakın havaalanı Çanakkale'dedir ancak tarifeli sefer yapılmamaktadır.
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Kazdağı Milli Parkı - Balıkesir
Bu tarihlerde Thebe şehri, Lyrnessos şehri, Khrysa şehri, Killa Şehri, Anderia şehri, Antandros şehri, Adramytteion şehri, Astrya şehri, Gargara şehri gibi şehirler kurulmuş bunlardan bir çoğuda Truva savaşları sırasında yok edilmişlerdir.
Homeros İlyada’sında İda Dağı ( Kazdağı ) için ‘Bol pınarlı vahşi hayvanlar anası’ diye bahsetmektedir. Kazdağı’nın heryerinden kaynaklar çıkmaktadır. 1500 mt rakımda dahi yaz kış suyu olan kaynaklar mevcuttur. Edremit, Akçay ve Altınoluk’un buz gibi soğuk ve bol içme ve kullanma suyu Kazdağı’nın eriyen kar sularıdır. Kazdağları’ ndan gelen orman havası ile denizin iyotlu ve oksijen miktarı yüksek havası birleşince Altınoluk Şahinderesi boğazı civarı oksijen çadırı şeklinde ifade edilmektedir. Dünyanın oksijen bolluğu yönünden ilk üç yerinden biri olduğu tespit edilmiştir.
İda Dağı (Kazdağı), dünyada mitoloji ve efsaneler Dağı olarak bilmektedir. Kazdağlarındaki üç efsaneden biri Yunan efsanesi (İlyada) diğerleri Sarıkız ve Hasan ile Emine’ nin aşk öyküler olan iki Türk efsanesidir.Yunan Mitolojisinde Paris'in Altın Elmayı Afrodit'e vermesi sonucu, dünyada ilk güzellik yarışmasının yapıldığı yerdir. Bilindiği gibi, bu güzellik yarışması getirdiği sonuçları itibarıyla, tarihte meşhur Troia savaşlarının çıkmasına neden olmuştur.
Özelliği: Ege Bölgesi ile Marmara Bölgesini birbirinden ayıran,antik çağlarda "İda Dağı" olarak anılan Kaz Dağı, Biga yarımadasının en yüksek kütlesidir.
Kaz Dağının üzerine yerleşmiş, kuzey-güney istikametine uzanan derin vadi ve kanyonları, flora ve fauna açısından zengin bir potansiyel arzetmekte, özellikle de bitki örtüsünün taşıdığı biyolojik çeşitlilik ana kaynak değerini oluşturmaktadır.
Hayvan Türleri: Ayı, Karaca, Yaban Kedisi, Su Samuru, Sincap,Yarasa, Kirpi, Tavşan, Porsuk, sansar, Tilki, Yaban Domuzu, Kartal, Doğan, Atmaca,Şahin, Keklik, Tahtalı, Çulluk ve Balık cinsleri, Alabalık ve sazan türleri bulunmaktadır.
Bitki Örtüsü: Üst tabakada 600-700 rakımlar arasında Kızılçam hakimdir. Üst rakımlarda Karaçam, Kayın, Göknar asli ağaç türleridir. Kestane Meşe, Kızılağaç, Çınar ağaçları bulunmaktadır. Alt tabakada Sistus(Laden), Erika, Karaçalı, Böğürtlen, Sarmaşık bitkileri ile Kekik, Adaçayı, Sumak gibi tıbbi bitkiler açısından da çok zengindir.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Milli Parkın bitki zenginliği ve doğal peyzaj değerlerini sunduğu vadilerde düzenlenen günübirlik kullanım alanlarında, günübirlik rekreasyonel hizmetler sunmaktadır.
Milli Park mahalli yetkilerinin göstereceği kontrollü noktalarda çadırla ve karavanla konaklama yapılabilir.
Yeri: Balıkesir ili, Edremit İlçesi sınırlarında, Edremit Körfezi’nin kuzeyinde bulunanmaktadır.
Ulaşım: Milli Park alanına, Balıkesir'den 230 nolu, Çanakkale'den 24 nolu karayolu ile ulaşılmaktadır. Saha, Çanakkale'ye 123 km.,Balıkesir'e 92 km. mesafededir.
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Homeros İlyada’sında İda Dağı ( Kazdağı ) için ‘Bol pınarlı vahşi hayvanlar anası’ diye bahsetmektedir. Kazdağı’nın heryerinden kaynaklar çıkmaktadır. 1500 mt rakımda dahi yaz kış suyu olan kaynaklar mevcuttur. Edremit, Akçay ve Altınoluk’un buz gibi soğuk ve bol içme ve kullanma suyu Kazdağı’nın eriyen kar sularıdır. Kazdağları’ ndan gelen orman havası ile denizin iyotlu ve oksijen miktarı yüksek havası birleşince Altınoluk Şahinderesi boğazı civarı oksijen çadırı şeklinde ifade edilmektedir. Dünyanın oksijen bolluğu yönünden ilk üç yerinden biri olduğu tespit edilmiştir.
İda Dağı (Kazdağı), dünyada mitoloji ve efsaneler Dağı olarak bilmektedir. Kazdağlarındaki üç efsaneden biri Yunan efsanesi (İlyada) diğerleri Sarıkız ve Hasan ile Emine’ nin aşk öyküler olan iki Türk efsanesidir.Yunan Mitolojisinde Paris'in Altın Elmayı Afrodit'e vermesi sonucu, dünyada ilk güzellik yarışmasının yapıldığı yerdir. Bilindiği gibi, bu güzellik yarışması getirdiği sonuçları itibarıyla, tarihte meşhur Troia savaşlarının çıkmasına neden olmuştur.
Özelliği: Ege Bölgesi ile Marmara Bölgesini birbirinden ayıran,antik çağlarda "İda Dağı" olarak anılan Kaz Dağı, Biga yarımadasının en yüksek kütlesidir.
Kaz Dağının üzerine yerleşmiş, kuzey-güney istikametine uzanan derin vadi ve kanyonları, flora ve fauna açısından zengin bir potansiyel arzetmekte, özellikle de bitki örtüsünün taşıdığı biyolojik çeşitlilik ana kaynak değerini oluşturmaktadır.
Hayvan Türleri: Ayı, Karaca, Yaban Kedisi, Su Samuru, Sincap,Yarasa, Kirpi, Tavşan, Porsuk, sansar, Tilki, Yaban Domuzu, Kartal, Doğan, Atmaca,Şahin, Keklik, Tahtalı, Çulluk ve Balık cinsleri, Alabalık ve sazan türleri bulunmaktadır.
Bitki Örtüsü: Üst tabakada 600-700 rakımlar arasında Kızılçam hakimdir. Üst rakımlarda Karaçam, Kayın, Göknar asli ağaç türleridir. Kestane Meşe, Kızılağaç, Çınar ağaçları bulunmaktadır. Alt tabakada Sistus(Laden), Erika, Karaçalı, Böğürtlen, Sarmaşık bitkileri ile Kekik, Adaçayı, Sumak gibi tıbbi bitkiler açısından da çok zengindir.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Milli Parkın bitki zenginliği ve doğal peyzaj değerlerini sunduğu vadilerde düzenlenen günübirlik kullanım alanlarında, günübirlik rekreasyonel hizmetler sunmaktadır.
Milli Park mahalli yetkilerinin göstereceği kontrollü noktalarda çadırla ve karavanla konaklama yapılabilir.
Yeri: Balıkesir ili, Edremit İlçesi sınırlarında, Edremit Körfezi’nin kuzeyinde bulunanmaktadır.
Ulaşım: Milli Park alanına, Balıkesir'den 230 nolu, Çanakkale'den 24 nolu karayolu ile ulaşılmaktadır. Saha, Çanakkale'ye 123 km.,Balıkesir'e 92 km. mesafededir.
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Uludağ Milli Parkı - Bursa (GEZİLECEK YERLER)
Dağın bugünkü şeklini kazanması tektonik hareketler ve farklı aşınma etkisiyle oluşmuştur. Bursa ovasından kısa mesafede 2543 metreye kadar yüksek Uludağ,Marmara Bölgesinin en yüksek noktasıdır.Aras çağlayanı ve doruklarda görülen buzul izleri Uludağ'ın jeomorfolojik yapısının ilgi çekici özellikleridir.
Milli Parkın bir başka özelliği de Bursa ovasından Uludağ'ın doruklarına doğru değişen bitki topluluklarının meydana getirdiği orman kuşaklarıdır. Botanik bilimci MAYR'ın bitki kuşaklarını muhtelif yüksekliklerde karakterize etmesi bakımından Dünya Ormancılık Literatüründe özel bir önemi vardır.
Milli Parkın elverişli tabiat şartları ayı, kurt, çakal, tilki, karaca, geyik, tavşan, domuz, keklik, yabani güvercin, akbaba, kartal, çaylak, bülbül, çalıkuşu gibi hayvanların yaşaması ve çoğalmasına imkan vermiştir.
Aralık-Mayıs ayları boyunca Uludağ karla örtülüdür. 3.95 metreye varan kar kalınlığı, kayak yapmaya son derece elverişli, kar kalitesi ile Uludağ;Türkiye'nin en önemli kış sporları merkezidir.
Görülebilecek Yerler: Çobankaya ve Sarıalan kamp-günübirlik kullanım alanı Milli Parkın farklı peyzaj değerlerini Çobankaya mevkiindeki "Bakacak Manzara Seyir Terası" ise daha geniş bir perspektifte peyzaj değerlerini, Bursa ovasını ve kent gelişimini ziyaretçilere sunar.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Milli Park sahası içerisinde"Oteller Bölgesi"diye adlandırılan mevkii ziyaretçilere kış aktivitelerinde kayak imkanı sunarken, Sarıalan,Çobankaya ve Kirazlıyayla mevkiileri kamp ve günübirlik kullanımlar için düzenlenmiş sahalardandır.
Sarıalan mevkiinde sabit (baraka, Bungalow) ve çadır ile kamp yapma imkanı sağlamakta, oteller bölgesinde ise gerek kamu gerekse özel işletmeler gecelemeye olanak sağlar. Çobankaya mevkiinde ise yalnızca çadırla kamp yapılabilmektedir.
Yeri: Bursa İli
Ulaşım: Marmara Bölgesinde Bursa ilinin güneyinde yükselen Uludağ üzerinde yer alan Milli Parka Bursa'dan 34 km.lik yaz-kış açık karayolu ile veya 40 kişilik kabini olan teleferikle 20 dakikada Sarıalan'a çıkılır. Oradan da minibüslerle "oteller bölgesine"ulaşılır. Özel helikopter servisi ile İstanbul'dan 25 dakikada Milli Parka varılabilir.
(BİROL ASLANPİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Milli Parkın bir başka özelliği de Bursa ovasından Uludağ'ın doruklarına doğru değişen bitki topluluklarının meydana getirdiği orman kuşaklarıdır. Botanik bilimci MAYR'ın bitki kuşaklarını muhtelif yüksekliklerde karakterize etmesi bakımından Dünya Ormancılık Literatüründe özel bir önemi vardır.
Milli Parkın elverişli tabiat şartları ayı, kurt, çakal, tilki, karaca, geyik, tavşan, domuz, keklik, yabani güvercin, akbaba, kartal, çaylak, bülbül, çalıkuşu gibi hayvanların yaşaması ve çoğalmasına imkan vermiştir.
Aralık-Mayıs ayları boyunca Uludağ karla örtülüdür. 3.95 metreye varan kar kalınlığı, kayak yapmaya son derece elverişli, kar kalitesi ile Uludağ;Türkiye'nin en önemli kış sporları merkezidir.
Görülebilecek Yerler: Çobankaya ve Sarıalan kamp-günübirlik kullanım alanı Milli Parkın farklı peyzaj değerlerini Çobankaya mevkiindeki "Bakacak Manzara Seyir Terası" ise daha geniş bir perspektifte peyzaj değerlerini, Bursa ovasını ve kent gelişimini ziyaretçilere sunar.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Milli Park sahası içerisinde"Oteller Bölgesi"diye adlandırılan mevkii ziyaretçilere kış aktivitelerinde kayak imkanı sunarken, Sarıalan,Çobankaya ve Kirazlıyayla mevkiileri kamp ve günübirlik kullanımlar için düzenlenmiş sahalardandır.
Sarıalan mevkiinde sabit (baraka, Bungalow) ve çadır ile kamp yapma imkanı sağlamakta, oteller bölgesinde ise gerek kamu gerekse özel işletmeler gecelemeye olanak sağlar. Çobankaya mevkiinde ise yalnızca çadırla kamp yapılabilmektedir.
Yeri: Bursa İli
Ulaşım: Marmara Bölgesinde Bursa ilinin güneyinde yükselen Uludağ üzerinde yer alan Milli Parka Bursa'dan 34 km.lik yaz-kış açık karayolu ile veya 40 kişilik kabini olan teleferikle 20 dakikada Sarıalan'a çıkılır. Oradan da minibüslerle "oteller bölgesine"ulaşılır. Özel helikopter servisi ile İstanbul'dan 25 dakikada Milli Parka varılabilir.
(BİROL ASLANPİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Alacahöyük Tarihi Milli Parkı - Çorum (GEZİLECEK YERLER)
Anadolu'nun en önemli medeniyetlerinden biri olan Hitit uygarlığının merkezi Boğazköy (Hattusas)'ün kalıntılarını içerisine alan Milli Parkta başlıca yapılar surlar,surlardaki kapılar ve tünel, Büyükkaledeki saray arşiv binası ve mabetlerdir.
Boğazköy'ün 2 km. kuzeydoğusunda Hitit başşehrinin dışında bulunan Yazılıkaya Açıkhava mabedine, Sungurlu'dan Boğazkale'ye gelirken köye girmeden sola sapılan bir yol ile ulaşılır. Anadolu'da bilinen ilk Panteon olan Yazılıkaya'da Hitit'lerin kralı, kraliçe,tanrı ve tanrıçaları rölyefleri yer almıştır.
Saha, doğal değer açısından; insan eliyle Anadolu Platosunun flora ve faunaya yapılan tahribatı göstermesi sebebiyle örnek bir görünüm sunar. Orman örtüsünün yerini antropojen step araziye bırakması sonucu fauna değişmiştir. Genel olarak saha, çiftlik ve otlama için kullanılan hemen hemen ağaçsız bir step görüntüsü kazanmıştır.
Görülebilecek Yerler: Hitit Uygarlığının merkezi Boğazköy (Hattusas)'ün kalıntıları, surlar, kapılar ve tünel, Büyükkale'deki saray arşivi binası ve mabetleri ile Anadolu'da bilinen ilk Panteon olan Yazılıkaya'daki Hitit'lerin kralı,kraliçe,tanrı ve tanrıça röliefleri Milli Park alanında ziyaretçilerin görmesi gerekli yerlerdir.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Milli Parkın yoğun ziyaretçi dönemi Mayıs-Ekim ayları arasıdır. Konaklama ihtiyacı Boğazkale köyünden karşılanabilir.
Yeri: İç Anadolu Bölgesinde , Çorum ili Sungurlu ilçesi sınırları içerisinde yer almaktadır.
Ulaşım: Milli Park alanına,Sungurlu-Çorum karayolu ile ulaşım sağlanmakta olup saha Sungurlu'ya 26 km.,Yozgat'a 29 km., Ankara'ya 208 km.mesafededir.
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Boğazköy'ün 2 km. kuzeydoğusunda Hitit başşehrinin dışında bulunan Yazılıkaya Açıkhava mabedine, Sungurlu'dan Boğazkale'ye gelirken köye girmeden sola sapılan bir yol ile ulaşılır. Anadolu'da bilinen ilk Panteon olan Yazılıkaya'da Hitit'lerin kralı, kraliçe,tanrı ve tanrıçaları rölyefleri yer almıştır.
Saha, doğal değer açısından; insan eliyle Anadolu Platosunun flora ve faunaya yapılan tahribatı göstermesi sebebiyle örnek bir görünüm sunar. Orman örtüsünün yerini antropojen step araziye bırakması sonucu fauna değişmiştir. Genel olarak saha, çiftlik ve otlama için kullanılan hemen hemen ağaçsız bir step görüntüsü kazanmıştır.
Görülebilecek Yerler: Hitit Uygarlığının merkezi Boğazköy (Hattusas)'ün kalıntıları, surlar, kapılar ve tünel, Büyükkale'deki saray arşivi binası ve mabetleri ile Anadolu'da bilinen ilk Panteon olan Yazılıkaya'daki Hitit'lerin kralı,kraliçe,tanrı ve tanrıça röliefleri Milli Park alanında ziyaretçilerin görmesi gerekli yerlerdir.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Milli Parkın yoğun ziyaretçi dönemi Mayıs-Ekim ayları arasıdır. Konaklama ihtiyacı Boğazkale köyünden karşılanabilir.
Yeri: İç Anadolu Bölgesinde , Çorum ili Sungurlu ilçesi sınırları içerisinde yer almaktadır.
Ulaşım: Milli Park alanına,Sungurlu-Çorum karayolu ile ulaşım sağlanmakta olup saha Sungurlu'ya 26 km.,Yozgat'a 29 km., Ankara'ya 208 km.mesafededir.
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Honaz Dağı Milli Parkı - Denizli (GEZİLECEK YERLER)
Honaz Dağı Milli Parkı - Denizli
Ege Bölgesinde Pleistosen döneminde Periglasiyal ortam şartlarını hüküm sürdüğü az sayıda yerlerden birisi de Honaz Dağıdır. Dağ üzerinde birçok Periglasiyal koşulları karakterize eden jeomorfolojik şekil bulunmakta olup, ana şekil grubu olarak ise; horst biçimi yüzeye hakim olmaktadır. Düşey yöndeki faylanmalar sonucu Honaz Dağı oldukça dik bir görünüm kazanmıştır. Yörenin genel litolojik yapısı gnays ve mikaşistlerden meydana gelmekte olup,yer yer kristalize kireç taşlarına da rastlanmaktadır.
Yoğun bitki örtüsüne sahip Honaz Dağı üzerinde alt floraya ait endemik türler bulunmakta, Alpin floraya ait türler ise dağın üst zonlarında yer almaktadır. Orman formasyonu içerisinde kızılçam (Pinus Brutia),karaçam(Pinus Nigra)ve ardıç hakim türlerdir.
Yaban Hayatı açısından da zenginlik içeren sahada özellikle dağ keçisi yoğun olarak bulunmaktadır. Ayrıca yaban domuzu , tavşan, tilki, porsuk,sansar vb. türlerde görülmektedir.
Honaz Dağı , gerek topografik özellikleri ve uygun eğim koşulları gerekse kar yağışının yeterli düzeyde olması nedeniyle ülkemizde kayak potansiyeli yüksek alanlardan birisidir.
Yöre; arkeolojik özelliği açısından da zenginliğe sahiptir. Özellikle Collossea antik kentinde bir çok kaya mezarları bulunmaktadır. Sahada yapılacak arkeolojik araştırmalarla bu zenginliğin daha da artacağı beklenmektedir.
Görülebilecek Yerler: Honaz Dağı bitki zenginliği, peyzaj güzelliklerini, mevcut ulaşım ağının takip edilerek gidilmesi sonucu bu değerlerini ziyaretçileri ile paylaşır. Ayrıca Honaz ilçesi giriş yolu üzerinde yer alır. Collossea antik kent sahası da arkeolojik zenginliğini ziyaretçilere sunmaktadır.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Honaz ilçesi yakınlarında yer alan günübirlik kullanım alanı ise İzmir yolu üzerinde ki Cankurtaran günübirlik kullanım alanı ziyaretçilere hizmet sunmaktadır. Milli Parkın en yakın yerleşim alanı Honaz ilçesi ile Denizli il merkezi konaklama için uygun yerleşimlerdir.
Yeri: Denizli ili Honaz ilçesi sınırları içerisinde yer almaktadır.
Ulaşım: Afyon-Denizli ile Afyon-İzmir devlet karayolu ile Milli Park alanına ulaşım sağlanmaktadır
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Ege Bölgesinde Pleistosen döneminde Periglasiyal ortam şartlarını hüküm sürdüğü az sayıda yerlerden birisi de Honaz Dağıdır. Dağ üzerinde birçok Periglasiyal koşulları karakterize eden jeomorfolojik şekil bulunmakta olup, ana şekil grubu olarak ise; horst biçimi yüzeye hakim olmaktadır. Düşey yöndeki faylanmalar sonucu Honaz Dağı oldukça dik bir görünüm kazanmıştır. Yörenin genel litolojik yapısı gnays ve mikaşistlerden meydana gelmekte olup,yer yer kristalize kireç taşlarına da rastlanmaktadır.
Yoğun bitki örtüsüne sahip Honaz Dağı üzerinde alt floraya ait endemik türler bulunmakta, Alpin floraya ait türler ise dağın üst zonlarında yer almaktadır. Orman formasyonu içerisinde kızılçam (Pinus Brutia),karaçam(Pinus Nigra)ve ardıç hakim türlerdir.
Yaban Hayatı açısından da zenginlik içeren sahada özellikle dağ keçisi yoğun olarak bulunmaktadır. Ayrıca yaban domuzu , tavşan, tilki, porsuk,sansar vb. türlerde görülmektedir.
Honaz Dağı , gerek topografik özellikleri ve uygun eğim koşulları gerekse kar yağışının yeterli düzeyde olması nedeniyle ülkemizde kayak potansiyeli yüksek alanlardan birisidir.
Yöre; arkeolojik özelliği açısından da zenginliğe sahiptir. Özellikle Collossea antik kentinde bir çok kaya mezarları bulunmaktadır. Sahada yapılacak arkeolojik araştırmalarla bu zenginliğin daha da artacağı beklenmektedir.
Görülebilecek Yerler: Honaz Dağı bitki zenginliği, peyzaj güzelliklerini, mevcut ulaşım ağının takip edilerek gidilmesi sonucu bu değerlerini ziyaretçileri ile paylaşır. Ayrıca Honaz ilçesi giriş yolu üzerinde yer alır. Collossea antik kent sahası da arkeolojik zenginliğini ziyaretçilere sunmaktadır.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Honaz ilçesi yakınlarında yer alan günübirlik kullanım alanı ise İzmir yolu üzerinde ki Cankurtaran günübirlik kullanım alanı ziyaretçilere hizmet sunmaktadır. Milli Parkın en yakın yerleşim alanı Honaz ilçesi ile Denizli il merkezi konaklama için uygun yerleşimlerdir.
Yeri: Denizli ili Honaz ilçesi sınırları içerisinde yer almaktadır.
Ulaşım: Afyon-Denizli ile Afyon-İzmir devlet karayolu ile Milli Park alanına ulaşım sağlanmaktadır
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Kızıldağ Milli Parkı - Isparta (GEZİLECEK YERLER)
Alanın jeolojik yapısını kalker kayaçlarından meydana gelen formasyonlar meydana getirir. Milli Parkın bitki örtüsünü sedir ormanları ve bozuk maki toplulukları meydana getirir. Amatör dağcılar, 1840 m. yükseklikteki Büyüksivri tepeye tırmanarak dağ sporu yapılabilir.
Görülebilecek Yerler: Milli Parkın üzerinde yer aldığı Kızıldağ ile Beyşehir Gölü bitki örtüsü, botanik özellikleriyle görülmesi gerekli sedir ormanlarıdır. Ayrıca manzara seyir noktalarından Beyşehir Gölü'nü görmek mümkündür. Yanı sıra Şarkikaraağaç 'lıların Temmuz ayının ikinci pazarında Milli Parkta düzenledikleri geleneksel Helva Bayramı görülmeye değerdir.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Milli Parkta kamp ve piknik imkanı bulunmaktadır.Sedir ormanlarının oksijen üretimi nedeniyle Milli Parkın temiz havası solunum yolları rahatsızlığı bulunanlar için Büyüksivri tepe uygundur.
Çadır ve karavanla konaklama yapılabilir. Ayrıca Milli Park içinde halka açık bungalovlar ile kır gazinosu bulunmaktadır.
Yeri: Isparta ili Şarkikaraağaç ve Yenişarbademli ilçesi
Ulaşım Akdeniz Bölgesinde Isparta ili Şarkikaraağaç ilçesi sınırlarında yer alan Milli Park Şarkikaraağaç 'a 5 km. Isparta'ya 120 km. mesafededir.
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Görülebilecek Yerler: Milli Parkın üzerinde yer aldığı Kızıldağ ile Beyşehir Gölü bitki örtüsü, botanik özellikleriyle görülmesi gerekli sedir ormanlarıdır. Ayrıca manzara seyir noktalarından Beyşehir Gölü'nü görmek mümkündür. Yanı sıra Şarkikaraağaç 'lıların Temmuz ayının ikinci pazarında Milli Parkta düzenledikleri geleneksel Helva Bayramı görülmeye değerdir.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Milli Parkta kamp ve piknik imkanı bulunmaktadır.Sedir ormanlarının oksijen üretimi nedeniyle Milli Parkın temiz havası solunum yolları rahatsızlığı bulunanlar için Büyüksivri tepe uygundur.
Çadır ve karavanla konaklama yapılabilir. Ayrıca Milli Park içinde halka açık bungalovlar ile kır gazinosu bulunmaktadır.
Yeri: Isparta ili Şarkikaraağaç ve Yenişarbademli ilçesi
Ulaşım Akdeniz Bölgesinde Isparta ili Şarkikaraağaç ilçesi sınırlarında yer alan Milli Park Şarkikaraağaç 'a 5 km. Isparta'ya 120 km. mesafededir.
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Kovada Gölü Milli Parkı - Isparta(gezilecek yerler)
Havzaya düşen yağmur sularının fiziksel ve kimyasal aşınmasına eklenen tektonik yer hareketleriyle şekillenen göl, karstik bir polyedir.
Eğirdir Gölünün güneye doğru uzantısı olan Kovada Gölü, sonradan aradaki dar vadinin alüvyonlarla dolması sonunda bugünkü şeklini almıştır.
Tatlısu levreği(sudak), tatlısu istakozu ve sazandan meydana gelen göl faunası sayı olarak oldukça iyi durumdadır. Kızılçam, meşe, çınar ağaçlarından meydana gelen bitki örtüsü ve parkın tabii güzellikleri Milli Parkın ana kaynak değeri olan açıkhava dinlenme kullanma potansiyeline katkıda bulunmaktadır. Sahanın meydana gelişini hazırlayan karst morfolojisi, bakir doğanın araştırılması, yürüyüş, manzara seyretme, tırmanma ve primativ kampçılık imkanı sağlamaktadır.
Görülebilecek Yerler: Kovada Gölü Milli Parkı rekreasyonel kullanıma müsait olan en önemli doğal özelliği olan alanlardan biridir.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Sahanın meydana geliş özelliği yürüyüş, tırmanma, kampçılık faaliyetlerine imkan tanımaktadır. Çadır ve karavanla konaklama imkanı mümkündür.
Yeri: Isparta İli
Ulaşım: Akdeniz Bölgesinin güller bölgesinde yer alan Milli Parka, Isparta-Eğirdir-Konya devlet karayolundan ayrılıp güneye dönen 23 km.lik bir yol ile ulaşılmaktadır.
Eğirdir Gölünün güneye doğru uzantısı olan Kovada Gölü, sonradan aradaki dar vadinin alüvyonlarla dolması sonunda bugünkü şeklini almıştır.
Tatlısu levreği(sudak), tatlısu istakozu ve sazandan meydana gelen göl faunası sayı olarak oldukça iyi durumdadır. Kızılçam, meşe, çınar ağaçlarından meydana gelen bitki örtüsü ve parkın tabii güzellikleri Milli Parkın ana kaynak değeri olan açıkhava dinlenme kullanma potansiyeline katkıda bulunmaktadır. Sahanın meydana gelişini hazırlayan karst morfolojisi, bakir doğanın araştırılması, yürüyüş, manzara seyretme, tırmanma ve primativ kampçılık imkanı sağlamaktadır.
Görülebilecek Yerler: Kovada Gölü Milli Parkı rekreasyonel kullanıma müsait olan en önemli doğal özelliği olan alanlardan biridir.
Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Sahanın meydana geliş özelliği yürüyüş, tırmanma, kampçılık faaliyetlerine imkan tanımaktadır. Çadır ve karavanla konaklama imkanı mümkündür.
Yeri: Isparta İli
Ulaşım: Akdeniz Bölgesinin güller bölgesinde yer alan Milli Parka, Isparta-Eğirdir-Konya devlet karayolundan ayrılıp güneye dönen 23 km.lik bir yol ile ulaşılmaktadır.
25 Mart 2008 Salı
TAŞKÖPRÜ
TURİZM
Taşköprü değişik uygarlıkların izleriyle doludur. İlçeye adını veren Taşköprü M.S.1366 yılında Çobanoğullarından Yağmur Bey’in oğlu Ali Bey tarafından yapılmış ve bugün hala kullanılmaktadır. Romalılar tarafından kurulan Paflagonya eyaletinin merkezi olan Pompeipolis bugün Zımbıllı Tepesi denilen yerde bulunmaktadır. Yapılan sınırlı kazılarda Palootik devirlere kadar uzanan bir höyük ortaya çıkarılmıştır. Bu antik kentin toprak altından çıkarılması için çok büyük çapta kazıların düzenlenmesi gerekmektedir. Abdal Hasan Tekkesi, Şeyh Hüsamettin Türbesi, Bey Köyü Camisi, Kornapa Köyü Camisi, Merkez Taş Cami, Çaycevher Köyü Kasım Bey Camii inanç turizmi kapsamında ziyaretçi çeken eserlerdir. Kalekapı (Donalar), Urgancı, Aygır Kalesi, Direkli, Hobu ve Bademlikaya Mezarları, Kızlar ve Mazhar Oluğu Kaleleri, Kılıç ve Donalar Köyü Kaya Tünelleri tarihi kalıntılardır.
Taşköprü değişik uygarlıkların izleriyle doludur. İlçeye adını veren Taşköprü M.S.1366 yılında Çobanoğullarından Yağmur Bey’in oğlu Ali Bey tarafından yapılmış ve bugün hala kullanılmaktadır. Romalılar tarafından kurulan Paflagonya eyaletinin merkezi olan Pompeipolis bugün Zımbıllı Tepesi denilen yerde bulunmaktadır. Yapılan sınırlı kazılarda Palootik devirlere kadar uzanan bir höyük ortaya çıkarılmıştır. Bu antik kentin toprak altından çıkarılması için çok büyük çapta kazıların düzenlenmesi gerekmektedir. Abdal Hasan Tekkesi, Şeyh Hüsamettin Türbesi, Bey Köyü Camisi, Kornapa Köyü Camisi, Merkez Taş Cami, Çaycevher Köyü Kasım Bey Camii inanç turizmi kapsamında ziyaretçi çeken eserlerdir. Kalekapı (Donalar), Urgancı, Aygır Kalesi, Direkli, Hobu ve Bademlikaya Mezarları, Kızlar ve Mazhar Oluğu Kaleleri, Kılıç ve Donalar Köyü Kaya Tünelleri tarihi kalıntılardır.
TÜRKLERLE BASA ÇIKILMAZ
Mucizeler ülkesi de denilebilir... Ülkemizden bahsediyorum. Bana
herhangi bir ülke gösterin ki, bizim sabredebildiklerimize
katlanabilsin.
Hiç sanmiyorum.
Elektrik kesik, ses eden yok! Sular akmaz, ayni sabir! Her iktidara
gelen zaman ister,eskisini aratir hale gelir, tik yok!
Ama bütün bunlara ragmen en ufak seylere sevinir, mutlu olur, her seyi
unuturuz.
Gösterisi sevmedigimiz gibi, yarattigimiz mucizelerin de farkinda
olmayiz. Asagidaki örnek gibi;
Bir reklam ajansimiz, 50 000 adetlik baskili T-Shirt ihracat baglantisi
yapmisti. Sicak baski teknigi ile yapilan bu uygulama, herhangi bir
fotografin T-Shirt'e basilmasi seklinde oluyordu.
Il 10 000 adetlik parti yerine ulastiginda, alici firma isin
mükemmelligi karsisinda gözlerine inanamamis, uygulamayi yerinde
inceleyip bilgi sahibi olmak için bu konuda uzman iki kisilik heyeti
Türkiye'ye yollamis.
Olay buraya kadar gögüs kabartici. Ancak, reklam sirketini almis bir
panik. O kadar iptidai bir yöntem uyguluyorlar ki, bunun ilgili firma
tarafindan anlasilip siparisin iptal edilecegi korkusunu yasiyorlar.
Derken heyet geliyor. Karsilikli sevgi göterileri,iltifatlar, izzet,
ikram;heyet sabirsiz, illaki imalati görecegiz diye sizlaniyorlar.
Bizimkiler hala panikte;yapacak baska birsey kalmiyor, utana sikila
atölyenin yolunu tutuyorlar. Sanayi sitesinin los bir katindaki atölyeye
girdiklerinde manzara söyle; bir kirik dökük masa,yerlerde
boyalar,yirtik elbiseli birkaç çirak,iki usta ve onbes metrelik uzun bir
tezgah ve tabiiki meshur T-Shirt'ler baski için sira bekliyorlar.
Bu ortamda beyaz T-Shirt'lere bu kadar temiz baski yapmak olanaksiz. Ama
heyet nezaketen uygulamanin baslamasini istiyor. Kaybedecek hiçbir seyi
kalmayan firma yetkilileri,çaresiz gösteriye basliyorlar. Iki
çirak,masaya paralel tahtanin iki ucundan tutuyorlar. Bu arada usta
gerekli boya ayarini yapiyor ve:
-Simdi!, diye bagiriyor.
Iki çirak var güçleri ile öteki uca kosuyorlar. Sonuç:Harika....
Ertesi gün heyet tesekkür ederek ayriliyor. Korku ile beklenen birkaç
gün sonra karsi firmadan 50 000 adetlik bir siparis daha geliyor.
Bizimkiler,kabul edilmenin sarhoslugu içinde bayram yapiyorlar.
Olaydan bir yil sonra heyetin verdigi rapor tesdüfen ellerine geçiyor.
Aynen söyle:
"Türk'ler bütün israrlarimiza ragmen söz konusu fabrikayi bize
göstermediler.Ancak sanayi casusluguna karsi ayni ürünün sahtesinin
yapildigi yerde bizi aldatmaya çalistilar.Biz nezaketen inanmis
göründük. Orada bu sürede degil 50 000 adet, 500 adet dahi
yapilamayacagini çocuklar bile anlar.Bu bakimdan siparisin devamini
Türk'lere vermekten baska çaremiz yoktur."
Yarattigimiz mucizelerin bile farkinda degiliz.
(Y.Kemal Erener'in Düzenli Karmasa adli kitabindan alinmistir.)
(birol aslan pirahmetli köyü TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
herhangi bir ülke gösterin ki, bizim sabredebildiklerimize
katlanabilsin.
Hiç sanmiyorum.
Elektrik kesik, ses eden yok! Sular akmaz, ayni sabir! Her iktidara
gelen zaman ister,eskisini aratir hale gelir, tik yok!
Ama bütün bunlara ragmen en ufak seylere sevinir, mutlu olur, her seyi
unuturuz.
Gösterisi sevmedigimiz gibi, yarattigimiz mucizelerin de farkinda
olmayiz. Asagidaki örnek gibi;
Bir reklam ajansimiz, 50 000 adetlik baskili T-Shirt ihracat baglantisi
yapmisti. Sicak baski teknigi ile yapilan bu uygulama, herhangi bir
fotografin T-Shirt'e basilmasi seklinde oluyordu.
Il 10 000 adetlik parti yerine ulastiginda, alici firma isin
mükemmelligi karsisinda gözlerine inanamamis, uygulamayi yerinde
inceleyip bilgi sahibi olmak için bu konuda uzman iki kisilik heyeti
Türkiye'ye yollamis.
Olay buraya kadar gögüs kabartici. Ancak, reklam sirketini almis bir
panik. O kadar iptidai bir yöntem uyguluyorlar ki, bunun ilgili firma
tarafindan anlasilip siparisin iptal edilecegi korkusunu yasiyorlar.
Derken heyet geliyor. Karsilikli sevgi göterileri,iltifatlar, izzet,
ikram;heyet sabirsiz, illaki imalati görecegiz diye sizlaniyorlar.
Bizimkiler hala panikte;yapacak baska birsey kalmiyor, utana sikila
atölyenin yolunu tutuyorlar. Sanayi sitesinin los bir katindaki atölyeye
girdiklerinde manzara söyle; bir kirik dökük masa,yerlerde
boyalar,yirtik elbiseli birkaç çirak,iki usta ve onbes metrelik uzun bir
tezgah ve tabiiki meshur T-Shirt'ler baski için sira bekliyorlar.
Bu ortamda beyaz T-Shirt'lere bu kadar temiz baski yapmak olanaksiz. Ama
heyet nezaketen uygulamanin baslamasini istiyor. Kaybedecek hiçbir seyi
kalmayan firma yetkilileri,çaresiz gösteriye basliyorlar. Iki
çirak,masaya paralel tahtanin iki ucundan tutuyorlar. Bu arada usta
gerekli boya ayarini yapiyor ve:
-Simdi!, diye bagiriyor.
Iki çirak var güçleri ile öteki uca kosuyorlar. Sonuç:Harika....
Ertesi gün heyet tesekkür ederek ayriliyor. Korku ile beklenen birkaç
gün sonra karsi firmadan 50 000 adetlik bir siparis daha geliyor.
Bizimkiler,kabul edilmenin sarhoslugu içinde bayram yapiyorlar.
Olaydan bir yil sonra heyetin verdigi rapor tesdüfen ellerine geçiyor.
Aynen söyle:
"Türk'ler bütün israrlarimiza ragmen söz konusu fabrikayi bize
göstermediler.Ancak sanayi casusluguna karsi ayni ürünün sahtesinin
yapildigi yerde bizi aldatmaya çalistilar.Biz nezaketen inanmis
göründük. Orada bu sürede degil 50 000 adet, 500 adet dahi
yapilamayacagini çocuklar bile anlar.Bu bakimdan siparisin devamini
Türk'lere vermekten baska çaremiz yoktur."
Yarattigimiz mucizelerin bile farkinda degiliz.
(Y.Kemal Erener'in Düzenli Karmasa adli kitabindan alinmistir.)
(birol aslan pirahmetli köyü TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
ARKADAŞLIK
GELECEĞİNİ BİLİYORDUM
Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker en iyi arkadaşının az
ileride, kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye
siperden çıkaramayacağı gibi bir ateş altındaydılar.
Asker teğmenine koştu hemen:
- Komutanım, bir koşu arkadaşımı alıp geleyim mi?
'Delirdin mi?' der gibi baktı teğmen...
- Gitmeye değmez oğlum, arkadaşın delik deşik olmuş. Büyük olasılıkla
ölmüştür bile. Kendi hayatını da tehlikeye atma sakın!
Ama asker o kadar ısrar etti ki, teğmen izin vermek zorunda kaldı.
- Peki, dene bakalım!
Asker yoğun ateş altında fırladı siperden ve mucize eseri, arkadaşının
yanına kadar gitti, yaralı arkadaşını sırtlandığı gibi taşıdı. Birlikte
siperin içine yuvarlandılar.
Teğmen koşup yaralıya bir göz attı ve nefes nefese bir kenara yıkılmış
askere döndü:·- Sana hayatını tehlikeye atmaya değmez, dememiş miydim? Bu
zaten ölmüş...
- Değdi Komutanım, değdi! dedi asker.
- Nasıl değdi, arkadaşın zaten ölmüş, görmüyor musun?
- Gene de değdi komutanım, çünkü yanına vardığımda henüz yaşıyordu...
Ve onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim için...
Ve, hıçkırarak, arkadaşının son sözlerini tekrarladı: 'Geleceğini biliyordum!'
GELECEĞİNİ BİLİYORDUM Kalbimizde 'arkadaşlık' denilen bir mucize var. Nasıl olduğunu, nasıl
başladığını bilemezsiniz. Ama bunun özel bir armağan olduğunu, Allah'ın bir
lütfu olduğunu bilirsiniz.
Gerçekten de arkadaşlar nadide mücevherlerdir. Yüzünüzü güldürüp,
başarmanız için cesaret verirler.
Sizi dinlerler ve kalplerini açmaya hazırdırlar.
Bugün arkadaşlarınıza, onlarla ne kadar ilgilendiğinizi gösterin. Bu
yazıyı arkadaş olarak gördüğünüz herkese gönderin. Size gönderen dahil.
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker en iyi arkadaşının az
ileride, kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye
siperden çıkaramayacağı gibi bir ateş altındaydılar.
Asker teğmenine koştu hemen:
- Komutanım, bir koşu arkadaşımı alıp geleyim mi?
'Delirdin mi?' der gibi baktı teğmen...
- Gitmeye değmez oğlum, arkadaşın delik deşik olmuş. Büyük olasılıkla
ölmüştür bile. Kendi hayatını da tehlikeye atma sakın!
Ama asker o kadar ısrar etti ki, teğmen izin vermek zorunda kaldı.
- Peki, dene bakalım!
Asker yoğun ateş altında fırladı siperden ve mucize eseri, arkadaşının
yanına kadar gitti, yaralı arkadaşını sırtlandığı gibi taşıdı. Birlikte
siperin içine yuvarlandılar.
Teğmen koşup yaralıya bir göz attı ve nefes nefese bir kenara yıkılmış
askere döndü:·- Sana hayatını tehlikeye atmaya değmez, dememiş miydim? Bu
zaten ölmüş...
- Değdi Komutanım, değdi! dedi asker.
- Nasıl değdi, arkadaşın zaten ölmüş, görmüyor musun?
- Gene de değdi komutanım, çünkü yanına vardığımda henüz yaşıyordu...
Ve onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim için...
Ve, hıçkırarak, arkadaşının son sözlerini tekrarladı: 'Geleceğini biliyordum!'
GELECEĞİNİ BİLİYORDUM Kalbimizde 'arkadaşlık' denilen bir mucize var. Nasıl olduğunu, nasıl
başladığını bilemezsiniz. Ama bunun özel bir armağan olduğunu, Allah'ın bir
lütfu olduğunu bilirsiniz.
Gerçekten de arkadaşlar nadide mücevherlerdir. Yüzünüzü güldürüp,
başarmanız için cesaret verirler.
Sizi dinlerler ve kalplerini açmaya hazırdırlar.
Bugün arkadaşlarınıza, onlarla ne kadar ilgilendiğinizi gösterin. Bu
yazıyı arkadaş olarak gördüğünüz herkese gönderin. Size gönderen dahil.
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
AKŞAM SERİNLİĞİNDE GİDECEĞUK (FIKRA)
Uluslararası bir konferans düzenleniyormuş. Her ülkeden önemli bilimciler bu toplantıya katılarak, gelecekte yapacakları çalışmalara ilişkin projelerini anlatıyormuş. İngilizi anlatmış, Amerikalısı anlatmış, Fransızı anlatmış.... Sıra bizi temsilen katılan bilim adamımız Temel'e gelmiş. Temel demiş ki:'' Biz cüneş(güneşe) giden makineyi yapacağuk.'' Tabi herkeste bir şaşkınlık. Sormuşlar:'' Temel Bey güneşin ısısına dayanabilecek bir araç yapmak mümkün değildir, siz nasıl güneşe gidebilen bir araç yapacaksınız?''
Temel:'' Biz akşam serinluğunde gideceğuk...''(BİROL ASLAN .PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Temel:'' Biz akşam serinluğunde gideceğuk...''(BİROL ASLAN .PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
ARAŞTIRMACI TEMEL (FIKRA)
Araştırmacı Temel (Fıkra)
Temel hayvanları araştırma konusuna oldukça ilgi duymaktaymış. Bir gün bu merakını gidermek için laboratuarını kurarak çalışmalara başlamış. Örnek hayvan olarak bir PİRE almış. Çok hassas aletler ile bu işe başlayan Temel, eline çok hassas bir neşter alarak pirenin ayaklarının ucundan biraz kesmiş ve masanın üzerine bırakmış ve pireye ZIPLA BAKAYIM diye seslenmiş, doğal olarak zıplayarak dolaşan bir hayvan olan pire yarım yamalak da olsa zıplamış, o sırada Temel hemen yakalayarak ayaklarının tamamını yontmuş ve masanın üzerine tekrar bırakarak seslenmeye başlamış. ZIPLA BAKAYIM, ULA ZIPLASANA, ZIPLA BE HAYVAN. Fakat ayakları kesilen pireden hiçbir hareket yok..... Temel hemen kalem kağıdı alarak raporu yazmaya başlamış. PİRE incelendi. SONUÇ: "PİRE'nin ayakları kesilince kulakları duymamaktadır." (Birol Aslan .Pirahmetli köyü.Taşköprü.Kastamonu)
Temel hayvanları araştırma konusuna oldukça ilgi duymaktaymış. Bir gün bu merakını gidermek için laboratuarını kurarak çalışmalara başlamış. Örnek hayvan olarak bir PİRE almış. Çok hassas aletler ile bu işe başlayan Temel, eline çok hassas bir neşter alarak pirenin ayaklarının ucundan biraz kesmiş ve masanın üzerine bırakmış ve pireye ZIPLA BAKAYIM diye seslenmiş, doğal olarak zıplayarak dolaşan bir hayvan olan pire yarım yamalak da olsa zıplamış, o sırada Temel hemen yakalayarak ayaklarının tamamını yontmuş ve masanın üzerine tekrar bırakarak seslenmeye başlamış. ZIPLA BAKAYIM, ULA ZIPLASANA, ZIPLA BE HAYVAN. Fakat ayakları kesilen pireden hiçbir hareket yok..... Temel hemen kalem kağıdı alarak raporu yazmaya başlamış. PİRE incelendi. SONUÇ: "PİRE'nin ayakları kesilince kulakları duymamaktadır." (Birol Aslan .Pirahmetli köyü.Taşköprü.Kastamonu)
TEMEL UÇAKTA
Temel Uçakta (Fıkra)
Temel Londra'ya uçakla seyahat ediyormuş. Uçakta her şey normal iken birden pilotun sesi duyulmuş:
- "Sayın yolcular, uçağımızdaki 4 motordan bir tanesi bozuldu, ama biz 3 motorla rahat iniş yapabiliriz" Neyse rahatlar herkes. 15 dakika sonra bir anons daha:
- "Sayın yolcular maalesef 1 motorumuz daha bozuldu ama biz 2 motorla inişi yapacağız" Herkes rahat ama bir anons daha gelmesinden korkmaktadır. 20 dakika sonra bir anons daha gelir:
-"Sayın yolcularımız 2 motordan biri daha bozuldu ama biz en iyisiyiz ve 1 motorla inişi size garanti ediyoruz" Herkes ohh çeker rahatlar. Temel ise panik içinde:
- "Uyy bu motorda bozulursa havada kalacağuz"
(Birol Aslan.Pirahmetli köyü.Taşköprü.Kastamonu)
Temel Londra'ya uçakla seyahat ediyormuş. Uçakta her şey normal iken birden pilotun sesi duyulmuş:
- "Sayın yolcular, uçağımızdaki 4 motordan bir tanesi bozuldu, ama biz 3 motorla rahat iniş yapabiliriz" Neyse rahatlar herkes. 15 dakika sonra bir anons daha:
- "Sayın yolcular maalesef 1 motorumuz daha bozuldu ama biz 2 motorla inişi yapacağız" Herkes rahat ama bir anons daha gelmesinden korkmaktadır. 20 dakika sonra bir anons daha gelir:
-"Sayın yolcularımız 2 motordan biri daha bozuldu ama biz en iyisiyiz ve 1 motorla inişi size garanti ediyoruz" Herkes ohh çeker rahatlar. Temel ise panik içinde:
- "Uyy bu motorda bozulursa havada kalacağuz"
(Birol Aslan.Pirahmetli köyü.Taşköprü.Kastamonu)
DOĞANIN DENGESİ (FIKRA
Doğanın Dengesi
Temel ormanda ağaç kesiyormuş, o sırada çevreciler de ormanda yürüyüşe çıkmışlar, Temel'i bu vaziyette görünce bir güzel pataklamışlar... Temel üstü başı perişan halde köye dönerken Dursun a rastlamış, Dursun;
-Ula Temel bu ne hal böyle? diye sormuş, Temel de anlatmış;
- Ormanda ağaç keseydum, birden kalabaluk pir grup Doğan'ın yengesini bozmişum diye dövdü peni, halbuki ne Doğan'ı taniyruuum, ne de yengesuni..(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Temel ormanda ağaç kesiyormuş, o sırada çevreciler de ormanda yürüyüşe çıkmışlar, Temel'i bu vaziyette görünce bir güzel pataklamışlar... Temel üstü başı perişan halde köye dönerken Dursun a rastlamış, Dursun;
-Ula Temel bu ne hal böyle? diye sormuş, Temel de anlatmış;
- Ormanda ağaç keseydum, birden kalabaluk pir grup Doğan'ın yengesini bozmişum diye dövdü peni, halbuki ne Doğan'ı taniyruuum, ne de yengesuni..(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
TEMEL KAMYON ŞÖFÖRLÜĞÜ YAPIYORMUŞ
: TEMEL KAMYON ŞÖFÖRLÜĞÜ YAPIYORMUŞ (FIKRA)
Gönderim Zamanı: Bugün Saat 20:51
Birgün dik bir yokuştan inerken freni patlamış. Bir de bakmışki yol ikiye ayrılıyor. Soldaki yolda bir cocuk oynuyor, sağdakinde ise pazar kurulmuş yüzlerce insan var.
Hemen şimşek hızıyla düşünmüş ve pazardaki kalabalığı ezmektense bir çocuk ezmeyi daha uygun bulmuş.
Ertesi gün gazete manşetlerinde şu başlık varmış.
FRENİ PATLAYAN KAMYON PAZARA DALDI 140 ÖLÜ !
Temele sormuşlar : Sen de akıl yokmu be adam niye pazara daldın ! bari cocuğu ezseydin
Temel de cevaplamış : Ha ula siz peni aptal mı sandunuz. Oni pen de tüşündüm. Çocuu ezecektum ama çocuk pazara kaçti naaapiim!..(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Gönderim Zamanı: Bugün Saat 20:51
Birgün dik bir yokuştan inerken freni patlamış. Bir de bakmışki yol ikiye ayrılıyor. Soldaki yolda bir cocuk oynuyor, sağdakinde ise pazar kurulmuş yüzlerce insan var.
Hemen şimşek hızıyla düşünmüş ve pazardaki kalabalığı ezmektense bir çocuk ezmeyi daha uygun bulmuş.
Ertesi gün gazete manşetlerinde şu başlık varmış.
FRENİ PATLAYAN KAMYON PAZARA DALDI 140 ÖLÜ !
Temele sormuşlar : Sen de akıl yokmu be adam niye pazara daldın ! bari cocuğu ezseydin
Temel de cevaplamış : Ha ula siz peni aptal mı sandunuz. Oni pen de tüşündüm. Çocuu ezecektum ama çocuk pazara kaçti naaapiim!..(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
BEREKET
BEREKET...
Vaktiyle birbirini çok seven iki kardes
varmis....
Büyügü Halil....
Küçügü ise ibrâhim...
Halil, evli çocuklu.
ibrahim ise bekârmis...
Ortak bir tarlalari varmis iki kardesin...
Ne mahsul çikarsa, iki pay ederlermis..
Bununla geçinip giderlermis...
Bir yil, yine harman yapmislar bugdayi.
ikiye ayirmislar....
is kalmis tasimaya....
Halil, bir teklif yapmis :
ibrahim kardesim ; Ben gidip çuvallari getireyim. Sen
bugdayi
bekle.
Peki abi demis ibrahim...
Ve Halil gitmis çuval
getirmeye....
O gidince, düsünmüs ibrahim:
Abim evli, çocuklu. Daha çok bugday lazim onun evine
Böyle demis ve,
Kendi payindan bir miktar atmis onunkine...
Az sonra Halil çikagelmis.
Haydi ibrahim...! Demis, önce sen doldur da tasi ambara.
Peki abi...!
ibrahim, kendi yiginindan bir çuval doldurup düser yola..
O gidince,
Halil'i düsünür bu defa:
Der ki:
Çok sükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var.
Ama kardesim bekâr.
O daha çalisip, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek.
Böyle
düsünerek,
Kendi payindan atar onunkine birkaç kürek.....
Velhasil, biri gittiginde, öbürü, kendi payindan atar
onunkine.
Bu, böyle sürüp gider.....
Ama birbirlerinden habersizdirler.
Nihayet aksam olur.
Karanlik basar.
Görürler ki, bitmiyor bugdaylar.
Hatta azalmiyor bile....
Hak teala bu hali çok begenir.
Bugdaylarina bir bereket verir, bir bereket verir ki ...
Günlerce tasir iki kardes, bitiremezler.
sasarlar bu ise...
Aksine çogalir bugdaylari.
Dolar
tasar ambarlari.
Bugün "Bereket" denilince, bu kardesler akla gelir.
>Bu bereketin adi : HALiL iBRAHiM bereketidir...
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Vaktiyle birbirini çok seven iki kardes
varmis....
Büyügü Halil....
Küçügü ise ibrâhim...
Halil, evli çocuklu.
ibrahim ise bekârmis...
Ortak bir tarlalari varmis iki kardesin...
Ne mahsul çikarsa, iki pay ederlermis..
Bununla geçinip giderlermis...
Bir yil, yine harman yapmislar bugdayi.
ikiye ayirmislar....
is kalmis tasimaya....
Halil, bir teklif yapmis :
ibrahim kardesim ; Ben gidip çuvallari getireyim. Sen
bugdayi
bekle.
Peki abi demis ibrahim...
Ve Halil gitmis çuval
getirmeye....
O gidince, düsünmüs ibrahim:
Abim evli, çocuklu. Daha çok bugday lazim onun evine
Böyle demis ve,
Kendi payindan bir miktar atmis onunkine...
Az sonra Halil çikagelmis.
Haydi ibrahim...! Demis, önce sen doldur da tasi ambara.
Peki abi...!
ibrahim, kendi yiginindan bir çuval doldurup düser yola..
O gidince,
Halil'i düsünür bu defa:
Der ki:
Çok sükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var.
Ama kardesim bekâr.
O daha çalisip, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek.
Böyle
düsünerek,
Kendi payindan atar onunkine birkaç kürek.....
Velhasil, biri gittiginde, öbürü, kendi payindan atar
onunkine.
Bu, böyle sürüp gider.....
Ama birbirlerinden habersizdirler.
Nihayet aksam olur.
Karanlik basar.
Görürler ki, bitmiyor bugdaylar.
Hatta azalmiyor bile....
Hak teala bu hali çok begenir.
Bugdaylarina bir bereket verir, bir bereket verir ki ...
Günlerce tasir iki kardes, bitiremezler.
sasarlar bu ise...
Aksine çogalir bugdaylari.
Dolar
tasar ambarlari.
Bugün "Bereket" denilince, bu kardesler akla gelir.
>Bu bereketin adi : HALiL iBRAHiM bereketidir...
(BİROL ASLAN PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
24 Mart 2008 Pazartesi
AKŞAM SERİNLİĞİNDE GİDECEĞUK (FIKRA)
Uluslararası bir konferans düzenleniyormuş. Her ülkeden önemli bilimciler bu toplantıya katılarak, gelecekte yapacakları çalışmalara ilişkin projelerini anlatıyormuş. İngilizi anlatmış, Amerikalısı anlatmış, Fransızı anlatmış.... Sıra bizi temsilen katılan bilim adamımız Temel'e gelmiş. Temel demiş ki:'' Biz cüneş(güneşe) giden makineyi yapacağuk.'' Tabi herkeste bir şaşkınlık. Sormuşlar:'' Temel Bey güneşin ısısına dayanabilecek bir araç yapmak mümkün değildir, siz nasıl güneşe gidebilen bir araç yapacaksınız?''
Temel:'' Biz akşam serinluğunde gideceğuk...''(BİROL ASLAN .PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Temel:'' Biz akşam serinluğunde gideceğuk...''(BİROL ASLAN .PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU)
Son yılların en anlamlı fıkrası...
--------------------------------------------------------------------------------
Tayyip ile Bush ilk bulusmalarinda birbirlerine hava atarlar.
Bush Tayyip'e
-Bizde öyle bir teknoloji var ki, ölüyü "diriltiriz" der.
Tayyip altta kalmaz ve o da;
- Bizdeki teknoloji çok farkli, partimizin bütün elemanlari 100 metreyi, 3 saniyede kosmayi beceriyor" der.
Türkiye' ye döndügünde Tayyip'i bir düsünce alir.
Danismanlarini çagirir, ve attigi palavrayi anlatir;
-"Haftaya Bush geliyor, yalanimiz ortaya çikarsa ne yapariz?" diye sorar.
Danismanlardan biri hemen cevap verir:
-Onlara ölüyü nasil dirilttigini sordunuz mu?
-Hayir sormadik.
-O halde hiç korkmayin Basbakanim,
alın Bush'u Anıtkabir'e götürün.
ATATÜRK'ü diriltmesini isteyin.
Diriltemezse o rezil olur... Yok eğer diriltirse,
SİZ ZATEN 100 METREYİ 3 SANİYEDE KOŞARSINIZ!...
(ülkücü hareket.com sitesinden alınmıştır)(Birol Aslan Pirahmetli Köyü Taşköprü Kastamonu)
Tayyip ile Bush ilk bulusmalarinda birbirlerine hava atarlar.
Bush Tayyip'e
-Bizde öyle bir teknoloji var ki, ölüyü "diriltiriz" der.
Tayyip altta kalmaz ve o da;
- Bizdeki teknoloji çok farkli, partimizin bütün elemanlari 100 metreyi, 3 saniyede kosmayi beceriyor" der.
Türkiye' ye döndügünde Tayyip'i bir düsünce alir.
Danismanlarini çagirir, ve attigi palavrayi anlatir;
-"Haftaya Bush geliyor, yalanimiz ortaya çikarsa ne yapariz?" diye sorar.
Danismanlardan biri hemen cevap verir:
-Onlara ölüyü nasil dirilttigini sordunuz mu?
-Hayir sormadik.
-O halde hiç korkmayin Basbakanim,
alın Bush'u Anıtkabir'e götürün.
ATATÜRK'ü diriltmesini isteyin.
Diriltemezse o rezil olur... Yok eğer diriltirse,
SİZ ZATEN 100 METREYİ 3 SANİYEDE KOŞARSINIZ!...
(ülkücü hareket.com sitesinden alınmıştır)(Birol Aslan Pirahmetli Köyü Taşköprü Kastamonu)
Araştırmacı Temel (Fıkra)
Temel hayvanları araştırma konusuna oldukça ilgi duymaktaymış. Bir gün bu merakını gidermek için laboratuarını kurarak çalışmalara başlamış. Örnek hayvan olarak bir PİRE almış. Çok hassas aletler ile bu işe başlayan Temel, eline çok hassas bir neşter alarak pirenin ayaklarının ucundan biraz kesmiş ve masanın üzerine bırakmış ve pireye ZIPLA BAKAYIM diye seslenmiş, doğal olarak zıplayarak dolaşan bir hayvan olan pire yarım yamalak da olsa zıplamış, o sırada Temel hemen yakalayarak ayaklarının tamamını yontmuş ve masanın üzerine tekrar bırakarak seslenmeye başlamış. ZIPLA BAKAYIM, ULA ZIPLASANA, ZIPLA BE HAYVAN. Fakat ayakları kesilen pireden hiçbir hareket yok..... Temel hemen kalem kağıdı alarak raporu yazmaya başlamış. PİRE incelendi. SONUÇ: "PİRE'nin ayakları kesilince kulakları duymamaktadır." (Birol Aslan .Prahmetli köyü.Taşköprü.Kastamonu)
Temel Uçakta (Fıkra)
Temel Londra'ya uçakla seyahat ediyormuş. Uçakta her şey normal iken birden pilotun sesi duyulmuş:
- "Sayın yolcular, uçağımızdaki 4 motordan bir tanesi bozuldu, ama biz 3 motorla rahat iniş yapabiliriz" Neyse rahatlar herkes. 15 dakika sonra bir anons daha:
- "Sayın yolcular maalesef 1 motorumuz daha bozuldu ama biz 2 motorla inişi yapacağız" Herkes rahat ama bir anons daha gelmesinden korkmaktadır. 20 dakika sonra bir anons daha gelir:
-"Sayın yolcularımız 2 motordan biri daha bozuldu ama biz en iyisiyiz ve 1 motorla inişi size garanti ediyoruz" Herkes ohh çeker rahatlar. Temel ise panik içinde:
- "Uyy bu motorda bozulursa havada kalacağuz"
(Birol Aslan.Pirahmetli köyü.Taşköprü.Kastamonu)
- "Sayın yolcular, uçağımızdaki 4 motordan bir tanesi bozuldu, ama biz 3 motorla rahat iniş yapabiliriz" Neyse rahatlar herkes. 15 dakika sonra bir anons daha:
- "Sayın yolcular maalesef 1 motorumuz daha bozuldu ama biz 2 motorla inişi yapacağız" Herkes rahat ama bir anons daha gelmesinden korkmaktadır. 20 dakika sonra bir anons daha gelir:
-"Sayın yolcularımız 2 motordan biri daha bozuldu ama biz en iyisiyiz ve 1 motorla inişi size garanti ediyoruz" Herkes ohh çeker rahatlar. Temel ise panik içinde:
- "Uyy bu motorda bozulursa havada kalacağuz"
(Birol Aslan.Pirahmetli köyü.Taşköprü.Kastamonu)
Kaynana
Temel bir gün kahveye girmiş. Üstü başı yırtıkmış. Ne oldu diye sormuşlar.
-Temel: "Kaynanamı gömdük."diye cevap vermiş.
- Kahvedekiler: "İyi de bu halin ne?"
-Temel: "Biraz direndi de."
(Birol Aslan .Pirahmetli Köyü.TAşköprü.Kastamonu)
-Temel: "Kaynanamı gömdük."diye cevap vermiş.
- Kahvedekiler: "İyi de bu halin ne?"
-Temel: "Biraz direndi de."
(Birol Aslan .Pirahmetli Köyü.TAşköprü.Kastamonu)
Çekirge (fıkra)
Amerikalı bir turist bulduğu rehberiyle beraber Avustralya'yı gezmektedir. Rehber ve Amerikalı büyük bir çiftliğe gelirler. Amerikalı ileride otlayan koyunları fark ederek rehbere:
- "Bunlar nedir"? diye sorar. Rehber:
- "Koyun" Amerikalı "Yapma yahu, bizde koyunlar bunların iki üç katıdır" diyerek alaylı bir biçimde güler. Biraz daha ilerlerler ve otlayan inekleri görürler. Amerikalı yine sorar:
- "Bunlar nedir?" Rehber:
- "İnek" diye yanıtlar. Amerikalı yine gülerek:
- "Vay be bizim oralarda inekler bunların en az iki
-üç katıdır". der. Bir süre daha gittikten sonra önlerinde Kangurular geçer. Amerikalı sorusunu hemen yineler:
- "Peki bunlar ne?" Rehber hiç umursamadan yanıtlar:
- "Çekirge"
BİROL ASLAN .PİRAHMETLİ KÖYÜ.TAŞKÖPRÜ.KASTAMONU
- "Bunlar nedir"? diye sorar. Rehber:
- "Koyun" Amerikalı "Yapma yahu, bizde koyunlar bunların iki üç katıdır" diyerek alaylı bir biçimde güler. Biraz daha ilerlerler ve otlayan inekleri görürler. Amerikalı yine sorar:
- "Bunlar nedir?" Rehber:
- "İnek" diye yanıtlar. Amerikalı yine gülerek:
- "Vay be bizim oralarda inekler bunların en az iki
-üç katıdır". der. Bir süre daha gittikten sonra önlerinde Kangurular geçer. Amerikalı sorusunu hemen yineler:
- "Peki bunlar ne?" Rehber hiç umursamadan yanıtlar:
- "Çekirge"
BİROL ASLAN .PİRAHMETLİ KÖYÜ.TAŞKÖPRÜ.KASTAMONU
23 Mart 2008 Pazar
"Atatürk,e silahla suikasti düşündük"
Hasan Demir köşesinde özetle şu görüşlere yer vermişti:”Yıl 1948, Ağustos"un 1"i. Yunan Komünist Halk Cumhuriyeti (ELD)"nin “Laiki foni” yani “Halkın sesi” isimli gazetesinin 685"inci nüshasında, Bulgar Yahudilerinden 33 dereceli farmason Avram Beneraoysan şunları yazar:” Mefkûremizi imha edici darbe vuranların akıbeti, feci şartlar altında ölümdür!..” 33 dereceli komünist mason hangi darbeden bahsetmektedir ve “akıbeti feci şartlar altında ölüm” olan kimdir?
Bırakalım onu da kendi söylesin: “(..) Mustafa Kemal Atatürk, 10.10.1935 tarihinde Ankara"da Çankaya köşkünde doktor Mim Kemal Öke"ye hitaben, "Mason cemiyetinin faaliyetini inkılaplarıma muarız gördüğüm için kapatılmasını elzem gördüm. Bu dakikadan itibaren bu cemiyeti ölmüş biliniz. Ve bir daha diriltmeğe teşebbüs etmeyiniz" demişti..
(...) O zannetti ki; bütün muhalif ve muarızlarını tasfiye ve bertaraf ettiği gibi masonları da tasfiyeye tabi tutmaya muvaffak olacaktır.
Fakat asla! Türkiye"deki mason cemiyetinin Kemal Atatürk tarafından kapatılarak faaliyetinin durdurulduğunu Moskova"da tarihi bir yerde yoldaşlar arasında yapılan bir toplantıda işittiğim zaman, beynimden okla vurulmuş gibi sersemledim. Heyecandan şaşırmış bir halde, orada-kilere şaşkınlık içinde haykırdım:
"- O sarı lider ortadan suret-i katiyetle kaldırılacaktır!" İşte böyle.. 1948 yılı Ağustos ayının 1"inde Yunan Komünist Halk Cumhuriyeti örgütünün yayın organı “Laiki Foni”nin 685 sayılı nüshasında Ege ve Balkanların kıdemli komünistlerinden 33 derece mason Bulgar Yahudi Avram Benaroyas"ın itirafları.”
Özkök yazdı, satış iptal oldu
Türk masonlar bir yandan kapılarını açtıklarını iddia ediyorlar, diğer yandan ölmüş bir masonun evraklarının müzayedede satılmasına izin vermiyorlar. Nitekim, Hürriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök"ün, müzayedeye çıkacak olan bir masonun evrakları ile ilgili yazısından sonra, müzayedeyi düzenleyen yayınevi sahibi, masonun yakınlarının dev-reye soktuğu avukatların salona gelmesi üzerine, bunları müzayededen geri çekti.
Oysa, Özkök, masonun arşivindeki evrakların hiç de önemli olmadığını iddia etmiş ve müzayedeye çıkmadan evrakların dökümünü vermişti.
Kitap ve yayınevi sahibi bundan sonra bir daha mason Aydın Bilge ve Sevgi Locası"nın eserlerini müzayedeye sokup satmayacağına yönelik açıklama yapma gereği de duydu!
(çok ilginç bir yazı ,başka TÜRKİYE YOK.COM dan alıntılanmıştır)
Bırakalım onu da kendi söylesin: “(..) Mustafa Kemal Atatürk, 10.10.1935 tarihinde Ankara"da Çankaya köşkünde doktor Mim Kemal Öke"ye hitaben, "Mason cemiyetinin faaliyetini inkılaplarıma muarız gördüğüm için kapatılmasını elzem gördüm. Bu dakikadan itibaren bu cemiyeti ölmüş biliniz. Ve bir daha diriltmeğe teşebbüs etmeyiniz" demişti..
(...) O zannetti ki; bütün muhalif ve muarızlarını tasfiye ve bertaraf ettiği gibi masonları da tasfiyeye tabi tutmaya muvaffak olacaktır.
Fakat asla! Türkiye"deki mason cemiyetinin Kemal Atatürk tarafından kapatılarak faaliyetinin durdurulduğunu Moskova"da tarihi bir yerde yoldaşlar arasında yapılan bir toplantıda işittiğim zaman, beynimden okla vurulmuş gibi sersemledim. Heyecandan şaşırmış bir halde, orada-kilere şaşkınlık içinde haykırdım:
"- O sarı lider ortadan suret-i katiyetle kaldırılacaktır!" İşte böyle.. 1948 yılı Ağustos ayının 1"inde Yunan Komünist Halk Cumhuriyeti örgütünün yayın organı “Laiki Foni”nin 685 sayılı nüshasında Ege ve Balkanların kıdemli komünistlerinden 33 derece mason Bulgar Yahudi Avram Benaroyas"ın itirafları.”
Özkök yazdı, satış iptal oldu
Türk masonlar bir yandan kapılarını açtıklarını iddia ediyorlar, diğer yandan ölmüş bir masonun evraklarının müzayedede satılmasına izin vermiyorlar. Nitekim, Hürriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök"ün, müzayedeye çıkacak olan bir masonun evrakları ile ilgili yazısından sonra, müzayedeyi düzenleyen yayınevi sahibi, masonun yakınlarının dev-reye soktuğu avukatların salona gelmesi üzerine, bunları müzayededen geri çekti.
Oysa, Özkök, masonun arşivindeki evrakların hiç de önemli olmadığını iddia etmiş ve müzayedeye çıkmadan evrakların dökümünü vermişti.
Kitap ve yayınevi sahibi bundan sonra bir daha mason Aydın Bilge ve Sevgi Locası"nın eserlerini müzayedeye sokup satmayacağına yönelik açıklama yapma gereği de duydu!
(çok ilginç bir yazı ,başka TÜRKİYE YOK.COM dan alıntılanmıştır)
(4000 MEHMETÇİKLE ROMAYA GİRERİM! ATATÜRK)
4000 Mehmetçikle Roma 'ya Girerim!
« :»
--------------------------------------------------------------------------------
Hala hayatta olan ATATÜRK'ün şoförünün sözlerinden:
"Seyfettin bey İtalyan sefiri ile Atatürk arasında İtalyanca tercümanlık da yapmış. Konuşmaların bir kısmını mükemmel bir İtalyanca ile anlattı.
"Mussoloni bütün dünyaya meydan okuyordu. Rodos adasına 40 bin asker yığmış. İzmir'i istiyor bizden. İtalyan sefiri Povli Atatürk'ün yanına geldi. Atatürk gece adamıydı.
Bana 'Sor bakalım niye geldi?' dedi. O da 'Eğer 4 ay içinde İzmir'i bize vermezsen, zorla alacağız' diye cevap verdi. Atatürk, 'Ben yarın cevap vereceğim' dedi. Ben İtalyan sefirine, 'Yarın sabah 9'da gel. Atatürk cevabını o zaman verecek' dedim. İtalyan sefiri ertesi gün sabah 9'u çeyrek geçe geldi. Atatürk işaret parmağını kaldırarak İtalyan sefirine 'söyle o koca herife, o 40 bin askerle İzmir'i alamaz ama ben 4 bin mehmetcikle Roma'ya girerim.' dedi.." (Birol Aslan /pirahmetli Köyü/Taşköprü/kastamonu)
« :»
--------------------------------------------------------------------------------
Hala hayatta olan ATATÜRK'ün şoförünün sözlerinden:
"Seyfettin bey İtalyan sefiri ile Atatürk arasında İtalyanca tercümanlık da yapmış. Konuşmaların bir kısmını mükemmel bir İtalyanca ile anlattı.
"Mussoloni bütün dünyaya meydan okuyordu. Rodos adasına 40 bin asker yığmış. İzmir'i istiyor bizden. İtalyan sefiri Povli Atatürk'ün yanına geldi. Atatürk gece adamıydı.
Bana 'Sor bakalım niye geldi?' dedi. O da 'Eğer 4 ay içinde İzmir'i bize vermezsen, zorla alacağız' diye cevap verdi. Atatürk, 'Ben yarın cevap vereceğim' dedi. Ben İtalyan sefirine, 'Yarın sabah 9'da gel. Atatürk cevabını o zaman verecek' dedim. İtalyan sefiri ertesi gün sabah 9'u çeyrek geçe geldi. Atatürk işaret parmağını kaldırarak İtalyan sefirine 'söyle o koca herife, o 40 bin askerle İzmir'i alamaz ama ben 4 bin mehmetcikle Roma'ya girerim.' dedi.." (Birol Aslan /pirahmetli Köyü/Taşköprü/kastamonu)
ATATÜRK VE KAYIP MU KITASI
"M.Ö. 200.000 ile 70.000 yillari arasinda
Pasifik'te Mu adinda Avustralya'dan kat
kat büyük bir Kita mi vardi? Yüksek bir
medeniyet yarattiktan sonra batmis miydi?
Atatürk bu kitayla neden ilgilenmisti?"
Türkler'in kökenini ortaya çikarmak Gazi'nin en büyük isteklerinden biriydi. Cumhuriyetin ilk yillarinda Osmanlilar'in son dönemlerinde Türklük Akimlari üzerine yapilan arastirmalari derledi. Atatürk'ün istegiyle birçok bilim adami ve arastirmaci bu alanda arastirmalar yapti. Yabanci bilim adamlari davet edildi. 1930'da Türk Tarih Kurumu kuruldu. Çok zengin malzeme ve bilgilere ulasildi. Yine de Türkler'in nereden geldikleri tam açiklik kazanmadi.
Maya Diliyle Türkçe Arasindaki Benzerlik
1932'de emekli General Tahsin Bey Atatürk'ü ziyaret etti. Maya dili ile Türkçe arasindaki benzerliklerden bahsetti. Mayalar Meksika'da yasamislar, Türkler ise Orta Asya'dan gelmislerdi. Aradaki uzakliga ragmen, Gazi konuyla ilgilendi. Tahsin Bey'i Meksika'ya elçi olarak atadi. Ona iki dil arasindaki benzerlikleri ortaya çikarma görevini verdi.
Tahsin Bey Meksika'ya gitti. Orada kendisine Amerikali Arkeolog William Niven 'in buldugu tabletlerden bahsettiler. Maya dilinin kökeninin bu tabletlerde oldugu anlasilmisti. Türkçe ile Maya dili benzerlik bu tabletlerde aranacakti. Bu tabletler Tahsin Bey'i saskina çevirdi. Çünkü tabletler MÖ 200.000 ile 70.000 yillari arasinda Pasifik'de yer almis bir kitayi haber veriyordu. Kitanin adi MU idi. Avustralya'dan birkaç kat büyüktü. Yüksek bir uygarliga ulastiktan sonra deprem veya tufan sonucu battigi saniliyordu.
Ingiliz Albay James Churcward Hindistan'daki tabletleri Tahsin Bey'e bilgi olarak sundu. Bunlar da kayip Mu Kitasi ile ilgiliydi. Ve Churcward 50 yil çalismisti bu tabletleri çözebilmek için. Bu konuda 5 kitap yayinlamis bir uzmandi.
Tahsin Bey, ögrendiklerini, bulduklarini düzenli olarak Atatürk'e rapor ediyordu. Gazi; Churcward'in Mu ile ilgili kitaplarini getirtti ve 60 kisilik bir tercüme heyetine Türkçe'ye çevirme emrini verdi. Kitaplar basilmadi. Daktilo edilerek Atatürk'ün önüne kondular.
Atatürk metinleri büyük bir dikkatle okudu. Insanin yaradilisini anlatan bölümle özellikle ilgilenmisti. Mu'nun insanligin ana vatani oldugunu nüfusun 64 milyona çiktigini anlatan bölümlerin altini çizmisti. Mu'da geçen Tanri kavramiyla da yakindan ilgilenmis, yaraticinin insan akliyla anlasilamayacagi, sekillendirilemeyecegi ve adlandirilamayacagi üzerinde durmustu. Tercümelerde Maya dili de dahil tüm lisanlarin Mu dilinden türedigi belirtiliyordu.
Mu kitasinin batisini anlatan bölümde halkin "Ya Mu bizi kurtar." diye bagirdigina dikkat çekerek Mu'nun bir ilah adi oldugu sonucuna vardi. Mu kökenli özel isim ve sifatlari, Öztürkçe ile karsilastirarak (Kui: kögü : Aile vb.) not aliyordu. Atatürk, önce Türkler'in kökenini ve Mu dilinin Türkçe ile baglantisini incelemis sonra da Mu sembollerini Latin alfabesiyle karsilastirmisti.
Daha ilginç olan Mu'nun demokrasi ile yönetildigini ve günes enerjisinin aydinlatmada kullanildigini anlatan satirlarin altini çizmekle kalmamisti kendi notlarini da ilistirmisti.
Bugün bu kitaplardan Kayip Mu Kitasi ve Mu'nun Çocuklari Anıtkabir kitapliginda 1301, 1302 no ile kayitlidir. Çeviri metinleri ise kitaplikta 4 dosya halinde bulunur. Gazi'nin Mu ile ilgili çikardigi sonuçlari ne yazik ki tam olarak bilemiyoruz.
Emekli general Tahsin Mayatepek Meksika'daki arastirmalarinda çok daha fazlasini bulmustu. Maya, Aztek ve Inka uygarliklarinin Türkler'in kullandigi esyalara benzer esyalar kullandigini Atatürk'e iletmisti. Davullar, kalkanlar üzerlerindeki ay ve yildiz sembollerine kadar bizimkilere benziyordu. Tahsin Mayatepek, çalismalarini belge ve fotograflarla 3 ciltlik defter olarak toplayarak
Atatürk'e gönderdi. Bunlarin ikisi 70'lere kadar TDK kütüphanesinde idi. (No:57-56) Üçüncü defter kayiptir. Bu defterlerde dini tören, ibadet ve tapinaklarin bile sasilacak kadar benzerligi gösteriliyordu.
Atatürk'ün 6 ay gibi bir sürere Türkçe'yi Latin harflerine kavusturacak kadar bilgili ve yetenekli oldugu düsünülürse, onun kesinlikle siradan bir dil bilimci ve tarihçi oldugu düsünülemez. Öyleyse bu arastirmalari da siradan bir merak olamazdi. Yine O, neyi nerede arayacagini herkesten iyi biliyordu. Bugün Atatürk'ün gizli kalmis düsünceleriyle birlikte bu arastirmalar da Anitkabir'in sessizliginde uyumaya devam ediyorlar. Eger gerçekten var olduysa, Mu Kitasi'nin kalintilarinin Pasifik'in derinliklerinde durdugu gibi...(birol alan pirahmetli köyü/TAŞKÖPRÜ/KASTAMONU)
Pasifik'te Mu adinda Avustralya'dan kat
kat büyük bir Kita mi vardi? Yüksek bir
medeniyet yarattiktan sonra batmis miydi?
Atatürk bu kitayla neden ilgilenmisti?"
Türkler'in kökenini ortaya çikarmak Gazi'nin en büyük isteklerinden biriydi. Cumhuriyetin ilk yillarinda Osmanlilar'in son dönemlerinde Türklük Akimlari üzerine yapilan arastirmalari derledi. Atatürk'ün istegiyle birçok bilim adami ve arastirmaci bu alanda arastirmalar yapti. Yabanci bilim adamlari davet edildi. 1930'da Türk Tarih Kurumu kuruldu. Çok zengin malzeme ve bilgilere ulasildi. Yine de Türkler'in nereden geldikleri tam açiklik kazanmadi.
Maya Diliyle Türkçe Arasindaki Benzerlik
1932'de emekli General Tahsin Bey Atatürk'ü ziyaret etti. Maya dili ile Türkçe arasindaki benzerliklerden bahsetti. Mayalar Meksika'da yasamislar, Türkler ise Orta Asya'dan gelmislerdi. Aradaki uzakliga ragmen, Gazi konuyla ilgilendi. Tahsin Bey'i Meksika'ya elçi olarak atadi. Ona iki dil arasindaki benzerlikleri ortaya çikarma görevini verdi.
Tahsin Bey Meksika'ya gitti. Orada kendisine Amerikali Arkeolog William Niven 'in buldugu tabletlerden bahsettiler. Maya dilinin kökeninin bu tabletlerde oldugu anlasilmisti. Türkçe ile Maya dili benzerlik bu tabletlerde aranacakti. Bu tabletler Tahsin Bey'i saskina çevirdi. Çünkü tabletler MÖ 200.000 ile 70.000 yillari arasinda Pasifik'de yer almis bir kitayi haber veriyordu. Kitanin adi MU idi. Avustralya'dan birkaç kat büyüktü. Yüksek bir uygarliga ulastiktan sonra deprem veya tufan sonucu battigi saniliyordu.
Ingiliz Albay James Churcward Hindistan'daki tabletleri Tahsin Bey'e bilgi olarak sundu. Bunlar da kayip Mu Kitasi ile ilgiliydi. Ve Churcward 50 yil çalismisti bu tabletleri çözebilmek için. Bu konuda 5 kitap yayinlamis bir uzmandi.
Tahsin Bey, ögrendiklerini, bulduklarini düzenli olarak Atatürk'e rapor ediyordu. Gazi; Churcward'in Mu ile ilgili kitaplarini getirtti ve 60 kisilik bir tercüme heyetine Türkçe'ye çevirme emrini verdi. Kitaplar basilmadi. Daktilo edilerek Atatürk'ün önüne kondular.
Atatürk metinleri büyük bir dikkatle okudu. Insanin yaradilisini anlatan bölümle özellikle ilgilenmisti. Mu'nun insanligin ana vatani oldugunu nüfusun 64 milyona çiktigini anlatan bölümlerin altini çizmisti. Mu'da geçen Tanri kavramiyla da yakindan ilgilenmis, yaraticinin insan akliyla anlasilamayacagi, sekillendirilemeyecegi ve adlandirilamayacagi üzerinde durmustu. Tercümelerde Maya dili de dahil tüm lisanlarin Mu dilinden türedigi belirtiliyordu.
Mu kitasinin batisini anlatan bölümde halkin "Ya Mu bizi kurtar." diye bagirdigina dikkat çekerek Mu'nun bir ilah adi oldugu sonucuna vardi. Mu kökenli özel isim ve sifatlari, Öztürkçe ile karsilastirarak (Kui: kögü : Aile vb.) not aliyordu. Atatürk, önce Türkler'in kökenini ve Mu dilinin Türkçe ile baglantisini incelemis sonra da Mu sembollerini Latin alfabesiyle karsilastirmisti.
Daha ilginç olan Mu'nun demokrasi ile yönetildigini ve günes enerjisinin aydinlatmada kullanildigini anlatan satirlarin altini çizmekle kalmamisti kendi notlarini da ilistirmisti.
Bugün bu kitaplardan Kayip Mu Kitasi ve Mu'nun Çocuklari Anıtkabir kitapliginda 1301, 1302 no ile kayitlidir. Çeviri metinleri ise kitaplikta 4 dosya halinde bulunur. Gazi'nin Mu ile ilgili çikardigi sonuçlari ne yazik ki tam olarak bilemiyoruz.
Emekli general Tahsin Mayatepek Meksika'daki arastirmalarinda çok daha fazlasini bulmustu. Maya, Aztek ve Inka uygarliklarinin Türkler'in kullandigi esyalara benzer esyalar kullandigini Atatürk'e iletmisti. Davullar, kalkanlar üzerlerindeki ay ve yildiz sembollerine kadar bizimkilere benziyordu. Tahsin Mayatepek, çalismalarini belge ve fotograflarla 3 ciltlik defter olarak toplayarak
Atatürk'e gönderdi. Bunlarin ikisi 70'lere kadar TDK kütüphanesinde idi. (No:57-56) Üçüncü defter kayiptir. Bu defterlerde dini tören, ibadet ve tapinaklarin bile sasilacak kadar benzerligi gösteriliyordu.
Atatürk'ün 6 ay gibi bir sürere Türkçe'yi Latin harflerine kavusturacak kadar bilgili ve yetenekli oldugu düsünülürse, onun kesinlikle siradan bir dil bilimci ve tarihçi oldugu düsünülemez. Öyleyse bu arastirmalari da siradan bir merak olamazdi. Yine O, neyi nerede arayacagini herkesten iyi biliyordu. Bugün Atatürk'ün gizli kalmis düsünceleriyle birlikte bu arastirmalar da Anitkabir'in sessizliginde uyumaya devam ediyorlar. Eger gerçekten var olduysa, Mu Kitasi'nin kalintilarinin Pasifik'in derinliklerinde durdugu gibi...(birol alan pirahmetli köyü/TAŞKÖPRÜ/KASTAMONU)
22 Mart 2008 Cumartesi
NEDEN ERGENEKON
Neden Ergenekon ?
--------------------------------------------------------------------------------
KİMİLERİNE göre "derin", kimilerine göre de "sıcak ve serin"...
Birileri çıktı "haraç çetesi" dedi, birileri de "tahsilat"...
Bir başkası "insanın aklına gelebilecek her türlü melanet için oluşturulmuş bir yapı" diye tanımladı...
Ve sonunda adına "Ergenekon Operasyonu" denildi.
Merak ediyorum; polis yasadışı diye tanımladığı bir örgüte karşı yaptığı operasyona neden Türkler için "yeniden var oluş" anlamına gelen bir destanının adını verir ki?
Yoksa, psikolojik savaşın karanlık dehlizlerinde "oyun içindeki oyun" bilinmezleri mi var?
Örneğin, son yıllarda "Türklerin milliyetçi kodları değiştiriliyor" iddiaları gibi.
Neymiş efendim, grup kendisine bu ismi verdiği için operasyona da Ergenekon denilmiş.
Peki, bu adamlar kendisine "mücahit" ismi takmış olsalardı, bu operasyona "Cihat Operasyonu" mu diyeceklerdi?
Hani minare ve kılıf misali...
Kısacası bana göre böyle bir isimlendirme Türk'e ve Türklüğe ait olanı aşağılamaktır.
Ergenekon nedir?
BİLMEYENLER için kısa bir hatırlatma!
Ergenekon, Türeyiş gibi, Göç gibi Bozkurt Destanı gibi büyük Türk destanının bir parçasıdır.
Ergenekon, düşman tarafından hile ile yenilgiye uğratılan Türk'e, demir dağları eriterek cihana yeniden nizam salacağı güne değin, 400 yıl boyunca yurt olmuş kutlu mekanın adıdır.
Ergenekon, Asena'nın işaretiyle, Kayı Han soyundan gelen Kağan Börteçine'nin demir dağları delerek tarihi yeniden başlattığı kutlu yuvanın adıdır.
Ergenekon,Türk'ün ilk ata ocağıdır.
Ergenekon Destanının, Türk toplum yaşamında yüzyıllarca etkisi olduğu gibi, bugün bile Anadolu'nun dağlık köylerinde, birtakım gelenek ve göreneklerde etkisi görülmektedir.
Ergenekon Destanı, Bozkurt Destanı'nın ana çizgileri üzerine kurulmuş olup, bu destanın serbestçe genişletilmiş biçimidir diyebiliriz. Daha doğrusu, Bozkurt Destanı ile kaynağını belirleyen Türk soyu, Ergenekon Destanı ile de gelişip güçlenmesini, yayılış ve büyüyüş dönemlerini anlatmıştır.
Çin tarihlerinin de yazmış olduğu Bozkurt Destanı'nın bittiği yerde, Ergenekon Destanı başlar.
Ergenekon Destanı, Cengiz Han çağında Moğollaştırılmıştır; ancak bu efsanenin kökleri ve ana motifleri, açıkça Kök Türkler ile ilgilidir.
Kök Türk Devleti, MS 6.yy.dan itibaren bir cihan imparatorluğu olmuş ve 200 yıl yaşamıştır.
Toplumsal DNAmızla oynanırken...
YASALARA aykırı faaliyet içinde oldukları iddia edilen bir grup kendisine ne kadar "Ergenekon" derse desin, bir suç örgütü varsa ve ona yönelik bir operasyon yapılıyorsa bunun adını "Ergenekon" koymak, ya tarih dersinden nasiplenmemişliktir ya da bilinçli bir psikolojik propagandanın esiri olmaktır.
Açık söyleyeyim; son yıllarda "ulus devlet" ilkemize ve "üniter yapımız"a yönelik saldırıların başlıca hedefi "Türklük" bilinci olmuştur. Hangi kökenden gelirsek gelelim, bizleri bir arada tutan "Ne Mutlu Türk'üm Diyene!" bilincini törpülemek için "Türkiyelilik" kavramını üreten beyinler, adım adım kültür ve tarih kodlarımızı da değiştirmeye çalışıyor. Sosyal yapımızdan kültürel motiflerimize, devlete bakışımızdan tarihi geçmişimize kadar ön planda olan "Türklük" bilinci, hızla arka plana taşınmaya uğraşılıyor. Çanakkale'yle, Sakarya'yla, Dumlupınar'la taçlanan bu birliktelik, daha önce AB talepleri, ABD'nin bilinçli politikaları ve çevre ülkelerdeki rejimlerin girişimiyle bozulmaya çalışılırken, bugün artık içimizde büyütülmeye çalışılan "habis ur"lar tehlikeli bir hal almaya başlamıştır. Hedef, Türk Milleti'nin DNA kodlarıdır.
Peki 'kan'la, 'destan'la oluşturulmuş bu motiflerin yerine ne konulmak isteniyor? Ne acıdır ki, onun için de "Türklük" bilinciyle birlikte büyüyen "iman" gücünü simgeleyen kutsal dinimizi kullanmaya çalışıyorlar. Benim bildiğim ve bu yaşıma kadar öğrendiğim İslamiyet bozulmamış tek dindir. Kitabı da "Kur'an-ı Kerim"dir. Peygamberi "Hazreti Muhammed"dir. Türkler ise bu dini en çok yücelten ve yayan millet olmuştur.
Adına "BOP" dedikleri projelerinde ise İslamiyet'e "ılımlı-ılımsız" gibi farklı kıyafetler biçmeye çalışan çevreler, yan yana büyüyen Türklük ve İslamiyet'i, rakip iki motif gibi yansıtarak, "Türklük" bilincini törpüleyip, dini tek gerçek olarak sunma gayretindeler. Hedefleri açık; tarikatlara, mollalara itibar kazandırıp, dinimizin koruyucu kalkanı olan Türklük kalesini yıkmaya çalışıyorlar. Emin olun, "Türklük" bilinci ne kadar arka planda kalırsa, İslamiyet de o kadar zarar görecektir.
Uyan ey Türk Milleti!
"Ergenekon"u kimlerin, nasıl ve niçin kullandığını, bunun kimlere yaradığını bir kez daha düşün!
Metin Özkan / H.O.Tercümanblockquote>
--------------------------------------------------------------------------------
KİMİLERİNE göre "derin", kimilerine göre de "sıcak ve serin"...
Birileri çıktı "haraç çetesi" dedi, birileri de "tahsilat"...
Bir başkası "insanın aklına gelebilecek her türlü melanet için oluşturulmuş bir yapı" diye tanımladı...
Ve sonunda adına "Ergenekon Operasyonu" denildi.
Merak ediyorum; polis yasadışı diye tanımladığı bir örgüte karşı yaptığı operasyona neden Türkler için "yeniden var oluş" anlamına gelen bir destanının adını verir ki?
Yoksa, psikolojik savaşın karanlık dehlizlerinde "oyun içindeki oyun" bilinmezleri mi var?
Örneğin, son yıllarda "Türklerin milliyetçi kodları değiştiriliyor" iddiaları gibi.
Neymiş efendim, grup kendisine bu ismi verdiği için operasyona da Ergenekon denilmiş.
Peki, bu adamlar kendisine "mücahit" ismi takmış olsalardı, bu operasyona "Cihat Operasyonu" mu diyeceklerdi?
Hani minare ve kılıf misali...
Kısacası bana göre böyle bir isimlendirme Türk'e ve Türklüğe ait olanı aşağılamaktır.
Ergenekon nedir?
BİLMEYENLER için kısa bir hatırlatma!
Ergenekon, Türeyiş gibi, Göç gibi Bozkurt Destanı gibi büyük Türk destanının bir parçasıdır.
Ergenekon, düşman tarafından hile ile yenilgiye uğratılan Türk'e, demir dağları eriterek cihana yeniden nizam salacağı güne değin, 400 yıl boyunca yurt olmuş kutlu mekanın adıdır.
Ergenekon, Asena'nın işaretiyle, Kayı Han soyundan gelen Kağan Börteçine'nin demir dağları delerek tarihi yeniden başlattığı kutlu yuvanın adıdır.
Ergenekon,Türk'ün ilk ata ocağıdır.
Ergenekon Destanının, Türk toplum yaşamında yüzyıllarca etkisi olduğu gibi, bugün bile Anadolu'nun dağlık köylerinde, birtakım gelenek ve göreneklerde etkisi görülmektedir.
Ergenekon Destanı, Bozkurt Destanı'nın ana çizgileri üzerine kurulmuş olup, bu destanın serbestçe genişletilmiş biçimidir diyebiliriz. Daha doğrusu, Bozkurt Destanı ile kaynağını belirleyen Türk soyu, Ergenekon Destanı ile de gelişip güçlenmesini, yayılış ve büyüyüş dönemlerini anlatmıştır.
Çin tarihlerinin de yazmış olduğu Bozkurt Destanı'nın bittiği yerde, Ergenekon Destanı başlar.
Ergenekon Destanı, Cengiz Han çağında Moğollaştırılmıştır; ancak bu efsanenin kökleri ve ana motifleri, açıkça Kök Türkler ile ilgilidir.
Kök Türk Devleti, MS 6.yy.dan itibaren bir cihan imparatorluğu olmuş ve 200 yıl yaşamıştır.
Toplumsal DNAmızla oynanırken...
YASALARA aykırı faaliyet içinde oldukları iddia edilen bir grup kendisine ne kadar "Ergenekon" derse desin, bir suç örgütü varsa ve ona yönelik bir operasyon yapılıyorsa bunun adını "Ergenekon" koymak, ya tarih dersinden nasiplenmemişliktir ya da bilinçli bir psikolojik propagandanın esiri olmaktır.
Açık söyleyeyim; son yıllarda "ulus devlet" ilkemize ve "üniter yapımız"a yönelik saldırıların başlıca hedefi "Türklük" bilinci olmuştur. Hangi kökenden gelirsek gelelim, bizleri bir arada tutan "Ne Mutlu Türk'üm Diyene!" bilincini törpülemek için "Türkiyelilik" kavramını üreten beyinler, adım adım kültür ve tarih kodlarımızı da değiştirmeye çalışıyor. Sosyal yapımızdan kültürel motiflerimize, devlete bakışımızdan tarihi geçmişimize kadar ön planda olan "Türklük" bilinci, hızla arka plana taşınmaya uğraşılıyor. Çanakkale'yle, Sakarya'yla, Dumlupınar'la taçlanan bu birliktelik, daha önce AB talepleri, ABD'nin bilinçli politikaları ve çevre ülkelerdeki rejimlerin girişimiyle bozulmaya çalışılırken, bugün artık içimizde büyütülmeye çalışılan "habis ur"lar tehlikeli bir hal almaya başlamıştır. Hedef, Türk Milleti'nin DNA kodlarıdır.
Peki 'kan'la, 'destan'la oluşturulmuş bu motiflerin yerine ne konulmak isteniyor? Ne acıdır ki, onun için de "Türklük" bilinciyle birlikte büyüyen "iman" gücünü simgeleyen kutsal dinimizi kullanmaya çalışıyorlar. Benim bildiğim ve bu yaşıma kadar öğrendiğim İslamiyet bozulmamış tek dindir. Kitabı da "Kur'an-ı Kerim"dir. Peygamberi "Hazreti Muhammed"dir. Türkler ise bu dini en çok yücelten ve yayan millet olmuştur.
Adına "BOP" dedikleri projelerinde ise İslamiyet'e "ılımlı-ılımsız" gibi farklı kıyafetler biçmeye çalışan çevreler, yan yana büyüyen Türklük ve İslamiyet'i, rakip iki motif gibi yansıtarak, "Türklük" bilincini törpüleyip, dini tek gerçek olarak sunma gayretindeler. Hedefleri açık; tarikatlara, mollalara itibar kazandırıp, dinimizin koruyucu kalkanı olan Türklük kalesini yıkmaya çalışıyorlar. Emin olun, "Türklük" bilinci ne kadar arka planda kalırsa, İslamiyet de o kadar zarar görecektir.
Uyan ey Türk Milleti!
"Ergenekon"u kimlerin, nasıl ve niçin kullandığını, bunun kimlere yaradığını bir kez daha düşün!
Metin Özkan / H.O.Tercümanblockquote>
16 Mart 2008 Pazar
ERMENİ --PKK DOSTLUĞU
Ermeni-PKK Dosluğu
Ermeni terör örgütleri, dış dünyanın tepkileri üzerine 1980'li yıllarda taktik değiştirerek, PKK terör örgütü ile işbirliğine gitmişlerdir. 1984 yılında cereyan eden Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla PKK sahneye itilmiş ve Asala-Ermeni terörü geri plana çekilmiştir. Ermeniler ile PKK arasındaki bağlantıyı ortaya koyan bazı somut örnekler şunlardır:
· Terör örgütü PKK, 21-28 Nisan 1980 tarihini "Kızıl Hafta" olarak ilan etmiş ve 24 Nisan tarihini sözde Ermenilerin katledilme günü olarak anarak ve toplantılar yapmaya başlamıştır.
· 8 Nisan 1980 tarihinde Lübnan'ın Sidon kentinde PKK ve ASALA terör örgütleri ortak basın toplantısı düzenlemişler ve toplantı sonucu bir deklarasyon yayınlamışlardır. Ancak bu olayın tepki çekmesi üzerine ilişkilerin illegal alanda gizli olarak sürdürülmesi kararlaştırılmıştır. Toplantı akabinde 9 Kasım 1980 tarihinde Strazburg Başkonsolosluğumuza, 19 Kasım 1980 tarihinde ise Roma Türk Hava Yolları büromuza yönelik olarak düzenlenen saldırılar, PKK ve ASALA terör örgütleri tarafından ortaklaşa üstlenilmiştir.
· Bölücü terörist elebaşı Abdullah Öcalan, Ermeni Yazarlar Birliği tarafından "Büyük Ermenistan hayali fikrine olan katkılarından dolayı" onur üyeliğine seçilmiştir.
· Ermeni Halk Hareketi'nin bünyesinde, bir çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi bir Kürdistan Komitesi oluşturulmuştur.
· 4 Haziran 1993 tarihinde; Ermeni Hınçak Partisi, ASALA ve PKK terör örgütü mensuplarının katılımıyla Batı Beyrut'ta bulunan PKK terör örgütü merkezinde bir toplantı yapılmıştır.
Ermeni-PKK ilişkisiyle ilgili bir başka çarpıcı örnek ise, 6- 9 Ocak 1993 tarihlerinde Beyrut'taki iki ayrı kilisede düzenlenen ve Lübnan Ermeni Ortodoks Başpiskoposu, Ermeni Parti yetkilileri ile 150 gencin katıldığı toplantılarda kullanılan şu ifadelerdir:
· Şimdilik Türkiye'ye karşı sakin tutum gösterilmelidir.
· Ermeni toplumu gittikçe büyümekte ve ekonomik yönden güçlenmektedir.
· Geliştirilen propaganda faaliyetleri sayesinde, bütün dünyada (sözde) soykırım daha iyi bilinmeye başlanmıştır.
· Ermenistan devleti kurulmuştur, her geçen gün toprakları genişlemektedir ve atalarının intikamını mutlaka alacaklardır.
· Başta ABD olmak üzere, diğer batılı ülkeler de Karabağ'da sürdürülen savaşta Ermenileri haklı bulmaktadırlar. Bu fırsatı değerlendirmek gerekir; ve Karabağ'da savaşan Ermeni gençlerine yenileri katılacaktır.
· Türkiye'de -PKK terör örgütü ile yapılan mücadele kastedilerek- iç savaş devam edecek, Türk ekonomisi sıfır noktasına gelecek ve vatandaşlar baş kaldıracaklardır.
· Türkiye bölünecek ve bir Kürt devleti kurulacaktır.
· Ermeniler Kürtlerle olan ilişkilerini iyi bir şekilde yürütmeli ve Kürtlerin mücadelelerini desteklemelidirler.
· Bugün Türklerin elinde olan topraklar, yarın Ermenilerin olacaktır.
PKK TERÖR ÖRGÜTÜNÜN ERMENİSTAN'DAKİ YAYIN ORGANLARI
Ermenistan'da Reya Taze ve Bota Redaksiyon adlı gazetelerin PKK terör örgütü kontrolünde Kiril Alfabesiyle yazıldığı ve PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı bilinmektedir. Bu gazeteler Türkiye ve Avrupa'dan gelen PKK terör örgütü mensuplarınca yayımlanmaktadır.
PKK - ASALA İLİŞKİLERİ
Uluslararası nitelikteki Ermeni terörizmi, 1973 yılında ortaya çıkarak 1974 Kıbrıs barış harekatını müteakip yurtdışında bulunan vatandaşlarımız ve temsilciliklerimize yönelik sabotaj, suikast ve saldırı türü terör hareketleri ile kendini göstermeye başlamıştır.
Başta Ermeni terör örgütü ASALA olmak üzere 1984 yılına kadar eylemler sürdürmüş ve l970'li yıllarda çeşitli legal siyasi oluşumlar içinde kendisini göstermeye başlayan Kürtçülük hareketini, terör örgütü PKK ile ivme kazanması üzerine, yerini Abdullah ÖCALAN liderliğinde Kürt-Türk ayırmadan öldürebilen, katliamlarla ismini duyurmaya çalışan PKK terör örgütüne bırakmıştır.
Fakat bu tarihten önce de PKK-ASALA terör örgütleri arasındaki işbirliğinin, ortaklaşa yapılan eylemler, yayınlanan deklarasyonlar, ASALA ve diğer Ermeni terör örgütü mensuplarının PKK terör örgütü kamplarındaki eğitimi, ASALA terör örgütünün üst düzey yetkililerinin eğitim yaptırdıkları, bunların dışında PKK terör örgütünün Ermeni Taşnaksutyun Partisi ile ilişki içerisinde olduğu bilinmektedir.
PKK-ASALA terör örgütü işbirliğinde ortak amaç olarak, Marksist-Leninist ideoloji doğrultusunda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde devlet kurmaktır. İki örgütün de hedef aldığı bölgeler göz önünde bulundurulduğunda hedeflerin çakıştığını görüyoruz. Bu durumda iki örgütten birinin diğerine taşeronluk yaptığı fikri güçlenmektedir.
Ele geçirilen belgeler neticesinde Bekaa ve Zeli kamplarında Ermeni terör örgütü ASALA ile terör örgütü PKK militanları ile birlikte eğitim gördükleri ortaya çıkmıştır.
PKK İLE ERMENİLER ARASINDA 1987 YILINDA YAPILAN ANLAŞMA
1987 yılında bölücü terör örgütü PKK ile Ermeniler arasında bir anlaşma yapılmıştır. Söz konusu anlaşmanın hükümleri şunlardır:
1. Ermeniler PKK terör örgütü içinde eğitim faaliyetlerinde bulunacaklar
2. PKK terör örgütüne her yıl için adam başına 5.000 ABD Doları ödenecek
3. Ermeniler küçük çaplı eylemlere katılacaklar
Yapılan bu anlaşmanın akabinde örgüt içerisinde Ermenilerin sivrilmeleri üzerine, PKK-ASALA ilişkilerinden sorumlu Hermez Samurouyan adlı şahısla birlikte 18 Nisan 1990 tarihinde yapılan toplantıda şu kararlar alınmıştır:
1. PKK ve ASALA terör örgütlerinin artık ortak yönetilecektir
2. Türkiye'de güvenlik kuvvetlerine yönelik eylemlerde istihbaratı Ermeniler yapacak
3. Muhtemel devrimden sonra elde edilen topraklar eşit olarak bölüşülecek
4. Kamp masraflarının % 75'ini Ermeniler karşılayacak
5. Türkiye'deki metropol şehirlerde eylemler yapılacak
1992 Ekim ayından itibaren Kuzey Irak'ta üslenen terör örgütü PKK'ya karşı gerçekleştirilen sınır ötesi operasyonlarda örgütün büyük darbeler alması ve barınma imkanlarını kaybetmesi üzerine bir kısım örgüt mensuplarının İran ve Ermenistan'a geçmeleri ile PKK terör örgütünün Ermenistan'daki aktif faaliyetleri başlamıştır.
PKK terör örgütünün Avrupa temsilcilerinden bir grubun Ermenistan'a giderek, PKK terör örgütü mensuplarının Kars bölgesinden Ermenistan'a rahatça girip çıkmaları için anlaşma yaptığı, Sovyet Rusya'nın dağılması ile Ermenistan'ın bağımsızlığına kavuşması sonucu PKK terör örgütünün Ermenistan'da Kürt yerleşim birimlerinde barınma imkanı bularak burada örgüte maddi-manevi destek sağlayıp, faaliyetlerini sürdürdüğü ayrıca, 19-20 Mayıs 1992 tarihlerinde bir grup PKK terör örgütü mensubunun Ermenilerle beraber Azeri Türklerine karşı savaşmak için 3 araçla Urumiye'den Ermenistan'a hareket ettiği belirlenmiştir.
Copyright © BASKA TÜRKIYE YOK Tüm hakları saklıdır.
Ermeni terör örgütleri, dış dünyanın tepkileri üzerine 1980'li yıllarda taktik değiştirerek, PKK terör örgütü ile işbirliğine gitmişlerdir. 1984 yılında cereyan eden Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla PKK sahneye itilmiş ve Asala-Ermeni terörü geri plana çekilmiştir. Ermeniler ile PKK arasındaki bağlantıyı ortaya koyan bazı somut örnekler şunlardır:
· Terör örgütü PKK, 21-28 Nisan 1980 tarihini "Kızıl Hafta" olarak ilan etmiş ve 24 Nisan tarihini sözde Ermenilerin katledilme günü olarak anarak ve toplantılar yapmaya başlamıştır.
· 8 Nisan 1980 tarihinde Lübnan'ın Sidon kentinde PKK ve ASALA terör örgütleri ortak basın toplantısı düzenlemişler ve toplantı sonucu bir deklarasyon yayınlamışlardır. Ancak bu olayın tepki çekmesi üzerine ilişkilerin illegal alanda gizli olarak sürdürülmesi kararlaştırılmıştır. Toplantı akabinde 9 Kasım 1980 tarihinde Strazburg Başkonsolosluğumuza, 19 Kasım 1980 tarihinde ise Roma Türk Hava Yolları büromuza yönelik olarak düzenlenen saldırılar, PKK ve ASALA terör örgütleri tarafından ortaklaşa üstlenilmiştir.
· Bölücü terörist elebaşı Abdullah Öcalan, Ermeni Yazarlar Birliği tarafından "Büyük Ermenistan hayali fikrine olan katkılarından dolayı" onur üyeliğine seçilmiştir.
· Ermeni Halk Hareketi'nin bünyesinde, bir çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi bir Kürdistan Komitesi oluşturulmuştur.
· 4 Haziran 1993 tarihinde; Ermeni Hınçak Partisi, ASALA ve PKK terör örgütü mensuplarının katılımıyla Batı Beyrut'ta bulunan PKK terör örgütü merkezinde bir toplantı yapılmıştır.
Ermeni-PKK ilişkisiyle ilgili bir başka çarpıcı örnek ise, 6- 9 Ocak 1993 tarihlerinde Beyrut'taki iki ayrı kilisede düzenlenen ve Lübnan Ermeni Ortodoks Başpiskoposu, Ermeni Parti yetkilileri ile 150 gencin katıldığı toplantılarda kullanılan şu ifadelerdir:
· Şimdilik Türkiye'ye karşı sakin tutum gösterilmelidir.
· Ermeni toplumu gittikçe büyümekte ve ekonomik yönden güçlenmektedir.
· Geliştirilen propaganda faaliyetleri sayesinde, bütün dünyada (sözde) soykırım daha iyi bilinmeye başlanmıştır.
· Ermenistan devleti kurulmuştur, her geçen gün toprakları genişlemektedir ve atalarının intikamını mutlaka alacaklardır.
· Başta ABD olmak üzere, diğer batılı ülkeler de Karabağ'da sürdürülen savaşta Ermenileri haklı bulmaktadırlar. Bu fırsatı değerlendirmek gerekir; ve Karabağ'da savaşan Ermeni gençlerine yenileri katılacaktır.
· Türkiye'de -PKK terör örgütü ile yapılan mücadele kastedilerek- iç savaş devam edecek, Türk ekonomisi sıfır noktasına gelecek ve vatandaşlar baş kaldıracaklardır.
· Türkiye bölünecek ve bir Kürt devleti kurulacaktır.
· Ermeniler Kürtlerle olan ilişkilerini iyi bir şekilde yürütmeli ve Kürtlerin mücadelelerini desteklemelidirler.
· Bugün Türklerin elinde olan topraklar, yarın Ermenilerin olacaktır.
PKK TERÖR ÖRGÜTÜNÜN ERMENİSTAN'DAKİ YAYIN ORGANLARI
Ermenistan'da Reya Taze ve Bota Redaksiyon adlı gazetelerin PKK terör örgütü kontrolünde Kiril Alfabesiyle yazıldığı ve PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı bilinmektedir. Bu gazeteler Türkiye ve Avrupa'dan gelen PKK terör örgütü mensuplarınca yayımlanmaktadır.
PKK - ASALA İLİŞKİLERİ
Uluslararası nitelikteki Ermeni terörizmi, 1973 yılında ortaya çıkarak 1974 Kıbrıs barış harekatını müteakip yurtdışında bulunan vatandaşlarımız ve temsilciliklerimize yönelik sabotaj, suikast ve saldırı türü terör hareketleri ile kendini göstermeye başlamıştır.
Başta Ermeni terör örgütü ASALA olmak üzere 1984 yılına kadar eylemler sürdürmüş ve l970'li yıllarda çeşitli legal siyasi oluşumlar içinde kendisini göstermeye başlayan Kürtçülük hareketini, terör örgütü PKK ile ivme kazanması üzerine, yerini Abdullah ÖCALAN liderliğinde Kürt-Türk ayırmadan öldürebilen, katliamlarla ismini duyurmaya çalışan PKK terör örgütüne bırakmıştır.
Fakat bu tarihten önce de PKK-ASALA terör örgütleri arasındaki işbirliğinin, ortaklaşa yapılan eylemler, yayınlanan deklarasyonlar, ASALA ve diğer Ermeni terör örgütü mensuplarının PKK terör örgütü kamplarındaki eğitimi, ASALA terör örgütünün üst düzey yetkililerinin eğitim yaptırdıkları, bunların dışında PKK terör örgütünün Ermeni Taşnaksutyun Partisi ile ilişki içerisinde olduğu bilinmektedir.
PKK-ASALA terör örgütü işbirliğinde ortak amaç olarak, Marksist-Leninist ideoloji doğrultusunda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde devlet kurmaktır. İki örgütün de hedef aldığı bölgeler göz önünde bulundurulduğunda hedeflerin çakıştığını görüyoruz. Bu durumda iki örgütten birinin diğerine taşeronluk yaptığı fikri güçlenmektedir.
Ele geçirilen belgeler neticesinde Bekaa ve Zeli kamplarında Ermeni terör örgütü ASALA ile terör örgütü PKK militanları ile birlikte eğitim gördükleri ortaya çıkmıştır.
PKK İLE ERMENİLER ARASINDA 1987 YILINDA YAPILAN ANLAŞMA
1987 yılında bölücü terör örgütü PKK ile Ermeniler arasında bir anlaşma yapılmıştır. Söz konusu anlaşmanın hükümleri şunlardır:
1. Ermeniler PKK terör örgütü içinde eğitim faaliyetlerinde bulunacaklar
2. PKK terör örgütüne her yıl için adam başına 5.000 ABD Doları ödenecek
3. Ermeniler küçük çaplı eylemlere katılacaklar
Yapılan bu anlaşmanın akabinde örgüt içerisinde Ermenilerin sivrilmeleri üzerine, PKK-ASALA ilişkilerinden sorumlu Hermez Samurouyan adlı şahısla birlikte 18 Nisan 1990 tarihinde yapılan toplantıda şu kararlar alınmıştır:
1. PKK ve ASALA terör örgütlerinin artık ortak yönetilecektir
2. Türkiye'de güvenlik kuvvetlerine yönelik eylemlerde istihbaratı Ermeniler yapacak
3. Muhtemel devrimden sonra elde edilen topraklar eşit olarak bölüşülecek
4. Kamp masraflarının % 75'ini Ermeniler karşılayacak
5. Türkiye'deki metropol şehirlerde eylemler yapılacak
1992 Ekim ayından itibaren Kuzey Irak'ta üslenen terör örgütü PKK'ya karşı gerçekleştirilen sınır ötesi operasyonlarda örgütün büyük darbeler alması ve barınma imkanlarını kaybetmesi üzerine bir kısım örgüt mensuplarının İran ve Ermenistan'a geçmeleri ile PKK terör örgütünün Ermenistan'daki aktif faaliyetleri başlamıştır.
PKK terör örgütünün Avrupa temsilcilerinden bir grubun Ermenistan'a giderek, PKK terör örgütü mensuplarının Kars bölgesinden Ermenistan'a rahatça girip çıkmaları için anlaşma yaptığı, Sovyet Rusya'nın dağılması ile Ermenistan'ın bağımsızlığına kavuşması sonucu PKK terör örgütünün Ermenistan'da Kürt yerleşim birimlerinde barınma imkanı bularak burada örgüte maddi-manevi destek sağlayıp, faaliyetlerini sürdürdüğü ayrıca, 19-20 Mayıs 1992 tarihlerinde bir grup PKK terör örgütü mensubunun Ermenilerle beraber Azeri Türklerine karşı savaşmak için 3 araçla Urumiye'den Ermenistan'a hareket ettiği belirlenmiştir.
Copyright © BASKA TÜRKIYE YOK Tüm hakları saklıdır.
ERMENİ TERÖRİZMİ
ERMENİ TERÖRİZMİ
Justin McCarty
Tarihçiler genellikle, geçmişteki daha uzak konular üzerinde çalışmayı tercih ederek, günümüzün tarihsel bir gerçeği olan terörizm ile ilgili tartışmalara katılmak istemiyorlar. Buna karşılık tarih tarafından kabul edilemez olan Ermeni Kıyımı (Genocide) nedeniyle tarihin bizzat kendisi, hem Ermeni terörünün sebebi hem de çaresi olmaktadır. Ermeni terörü maalesef tarihin yanlış bir yorumunun görüntüsü olarak kök salmıştır ve bu manzara, sadece tarihi gerçeklere uygun olarak yenilgiye uğratılabilir.
Birilerinin terörist olması için pek çok sebep vardır ve belki onlardan bazıları inançları gereği bu işi yapmak zorunda kalmışlardır; ama, teröristleri etkileyen asıl saiklerin psikolojik ve ekonomik nedenler olduğunu çoğu kişi daha iyi bilir. Bununla birlikte her terörist, varlığının nedeni olan bir felsefeye ihtiyaç duyar, bu nedenle katleder ya da öldürür. Çoğu kez tarih, teröristlerin sıklıkla hem halkı ve ilgili olarak her şeyin mükemmel olduğu ideal bir geçmişi hayal ettileri için, hem de kin, garez ve düşmanlıklarını boşaltmalarında bir rol oynadığı için, bunda önemli bir paya sahiptir. İster Viet Minh, ister Mau Mau, ister I.R.A. ya da ötekiler olsunlar, teröristler gerçek veya vehmedilerek sonradan yarattıkları zulme uğramalarını ve intikam yeminlerini hatırlayarak dünya güçlerine saldırırlar. Fakat çoğu teröristlerin masumiyetlerini gösterme aracı olarak tarih, çok az bir paya sahiptir. Günümüz Ermeni teröristleri kendi gerçek mazuriyetlerini sadece tarihte bulmaktadırlar. Ermeni teröristlerin amacı, geçmişte yanlış yaşanan olaylar ile ilgili olarak intikam almaktır.
Ermeni terörizminin uygulanabilir bir mazeretinin olduğunu söylemenin imkanı yoktur. Ermeni şiddetinden yararlanmak, Türkiye’yi ve NATO’yu karıştırmak isteğiyle, (eski) Sovyetler Birliği gibi (Batı ve ABD ekseninin dışında Türkiye başka seçeneklere yönelmesin diye, aynı güçlerce de desteklenmemiş midir ?) kimi güçler Ermeni terörüne destek sağlamaktadırlar. Ermeniler bu işi kendi başlarına yapamazlar ve bir kazanç da elde edemezler. Elde etmek istedikleri bölgenin (Doğu Anadolu) sadece kendi yurtları olduğunu iddia edemezler. Bugün üç milyondan daha az Ermeni, Sovyetler Birliği dışında yaşamaktadır ve bunların yüzde olarak çok az bir kısmı yeni yaratılmış olan Ermenistan’a (tarihi Ermenistan yani Doğu Anadolu) göçmek isteyebilir. Ermeniler en iyi tahminle bu nüfusun ancak % 10’unu oluşturabilirler. Halbuki aynı bölgede, Türk vatandaşı olan on bir milyon Müslüman yaşamaktadır. Ancak büyük bir savaşın çıkması sonucu on bir milyon Müslüman nüfus katledilir ve Anadolu’da bir Ermeni devleti kurulur ki bu imkansızdır.
Ayrıca Ermeni teröristlerin kendi halklarını boyunduruktan kurtarmak ya da daha iyi bir yaşam için savaşmak zorunda oldukları söylenemez. Hiç kimse Türkiye’de yaşayan Ermenilerin politik baskılar altında olduklarını ileri süremez ve herhalde Türkiye’nin Ermeni (kökenli) vatandaşları haklarında yazılar yazan teröristler “gerçek Ermeniler” değillerdir. Çünkü Türk vatandaşı olan Ermeniler gönüllü olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin bir parçası olmuşlardır. Eğer Ermeni teröristler, gerçekten, kendi kardeşlerini politik baskılardan kurtarmak istiyorlarsa, Türkiye’ye değil, doğrudan Rusya’ya (eski Sovyetler) saldırmaları gerekirdi.
Bu durumda açıktır ki, Ermeni terörü gerçekçi bir politik amaca sahip değildir. Erzurum’a yada Elazığ'a geri dönmek için politik söylemler ortaya atmak ve kurnazca çığırtkanlık yapmak, Ermeni terörizminin sadece rövanşı almak isteğinin bir ürünüdür.
Ermenilerin çeşitli şekillerde ve çok sayıda Türk’ü suçladıkları toplu kıyım olayı tüm insanlara atfedilmektedir, ama üst derecede önemli olan iki iddia vardır. Bunlardan birincisi, Doğu Anadolu’da bir Ermeni devleti kurulması istemi Türkiye reddetmektedir; diğeri ise Birinci Dünya Savaşı esnasında ve daha sonra sözde 1.5 milyon ya da fazla Ermeni’nin soykırıma uğradığı görüşüdür ki, Türkiye tarafından kabul edilmemektedir.
Bunlar tarihi iddialardır. Doğru olup olmadıkları sorgulanmadan kabul edilen bu iddialar sadece Ermenilerin değil, Batı Avrupa ve Amerikan vatandaşlarının büyük bir çoğunluğunun da ortak kabulüdür. İlgili insanlar bilmeliler ki, kesinlikle masum diplomatları ve diğerlerini katletmeyi amaçlayanlara Ermeni terörizmi, bir katletme değil, haklı bir intikam alma olarak yansımaktadır.
Ermeni terörizminin, teröristler yakalanıncaya kadar takip edilmesi ve büyükelçilik kapılarının devamlı kontrol edilmesi gerekli bir davranıştır; fakat aynı zamanda bu, hastalığın devam ettiğinin de işaretidir. Mademki gençler atalarının düşmanlarından nefret etmeyi düşünmektedirler, terörizmin kaynağı devam edecektir. Ermeni terörizminini yapılanması tarihin yanlış versiyonunun sonucudur. Sonuçta iyi yazılmış ve yorumlanmış gerçek tarih bu hastalığa çözüm olacaktır.
Ermenilerin tarihlerinin çoğu kısmı, kesinlikle bilinmemektedir. Orta Doğu tarihi üzerine araştırma yapanların trajik durumlarından birisi, bağımsız tarihçilerin Ermeni sorunundan uzak durmalarından ve çekinmelerinden kaynaklanmaktadır. Olanaklar ölçüsünde Ermeniler üzerine yapılan bilimsel araştırmalar, bilimadamına çok az değer kazandırırken çok şey kaybettirmektedir. Bir nüfus bilimci olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun üç yüz yıllık bir dönemi ile ilgili yazılı tarihi beni büyüledi; fakat hiç kimse imparatorlukta yaşananlarla ile ilgili olarak tam ve doğru bir bilgiye sahip değildir. Anadolu’da yaşayan her bir milletin sayısını bulmak osmanlı Anadolu nüfusu üzerinde çalışmak ve Osmanlı İmparatorluğu’na son veren savaşlar esnasında Anadolu halkına neler olduğunu araştırmakla işe başladım. ARAŞTIRMALARIM SIRASINDA ERMENİLERDEN ÇOK DAHA FAZLA ANADOLU MÜSLÜMANLARININ ÖLMÜŞ OLDUĞUNU GÖSTEREN VERİLERİ BULDUĞUMDA, ERMENİLER KONUSUNDA KABUL EDİLMİŞ BİLGİLERLE İLGİLİ İLK YANLIŞLIKLARI KEŞFETTİM. SORUN, BANA SOYKIRIM OLARAK GÖRÜNMEDİ.
Çünkü benim araştırmalarım Türkler ve Ermenilerin bilinen çatışmalarını kanıtlayan çok sayıda malzemeye dayanmaktadır. Bulgularım Osmanlılar tarafından, kendi nüfus kayıtlarını bir parçası olan Ermenilerle ilgili nüfus istatistiklerinden çıkartılmıştır. Bu veriler, Ermenilerin sayılarını bilmeye ihtiyacı olan bir hükümetin, kendi istihbarat değerlendirmesi için topladığı programlı ve doğru bilgilerdi. Savaş öncesinde toplanılmış olan istatistiksel bilgilerin, siyaseten veya propaganda amacıyla, Ermeni sorunu ile ilgili tartışmalarda kullanılacağını Osmanlı Hükümeti hiç düşünemezdi. Kısaca nüfus istatistiklerinin toplanması, dünyada her hükümetin yaptığı şekilde olmuştur. Bununla birlikte istatistiksel veriler 70 yıllık bir süre için muhafaza edilirken, Ermenilerle ilgili materyaller değerlendirilmemiş olarak kaldılar. Politikacılar, teröristler ve Ermeni (kökenli ya da sempatizanı) bilim adamları kendi doğrularını savunmayı tercih ettiler. Kuşkusuz onların tahminleri, milyonlarca Ermeni’nin katledildiği ya da Doğu Anadolu’dan sürüldüğü ile ilgili, kendi kavgaları için bir destek aracı niteliğindedir. Gerçek arşiv belgeleri çok farklı bir fotoğraf sergilemektedir.
Birincisi, XIX. Yüzyıl haritalarında Ermenistan’ın varlığını ve tarihsel gerçeğini öğrenmenin yol ve yönteminden nasipsiz Avrupalı politikacıların iddialarına rağmen, osmanlı imparatorluğu’nda Ermenistan diye bir coğrafi bölge bulunmuyordu. “Türkiye Ermenistanı” olarak iddia edilen bölge, yaygın bir şekilde Van, Bitlis, Elazığ, Diyarbakır, Sivas ve Erzurum’u kapsayan “altı vilayet” olarak bulunuyordu. Bu vilayetlerde, 1912 yılı itibarıyla toplam 870.000 Ermeni nüfus yaşamakta idi; Ermenilerin bu “altı vilayet”teki sayısı (aynı bölge için) toplam nüfusun beşte birinden daha azdı. Altı vilayetin bazılarında Müslümanlar, sayıca Ermenilerden altıda bir oranında üstündüler. Daha da öte Ermeniler sadece Doğu bölgesinde değil, imparatorluğun her tarafına yerleştirilmişlerdir. İmparatorluğun öteki bölgelerinde yaşayanlar Doğu Anadolu’ya göç etmiş olsa idiler dahi, aynı bölgede Müslümanların sayıları ikiye bir oranında Ermenilerden daha fazla olurdu. Bu sayılarla çağdaş bir devletin kurulamayacağı açıktır.
İkinci ise Ermeni kıyımı (jenosit) iddialarıdır: Bir kişiye ait günlük bulunmasaydı hiç kimse Talat Paşanın, Osmanlı Ermenileri ile ilgili niyetlerini ispat edemezdi. Biz biliyoruz ki, Hitler’e ait kötü şöhretten esinlenerek, Talat Paşa'nın, sözde imha emirleri, sahte imzalarla taklit edildi. Tehcir (zorunlu göç ettirme) edilen Ermenilere karşı genel merakı giderici kanıtlara ışık tutacak olan sadece Osmanlı arşiv belgeleridir. Müslümanların Birinci Dünya Savaşı yıllarında Ermenileri katletmeleri (Ermenilerin Müslümanları katletmiş olmaları gibi) ve Ermenilerin tehcir esnasında ölmeleri, elbette önemlidir. Şayet Ermeni propagandacılarının belgeleri doğru olarak kabul edecekleri şüphe götürecek ise, Osmanlı resmi belgelerinin, Ermenilere karşı Osmanlının niyetlerinin su yüzüne çıkarmasının önemi yoktur.
Belgelerin çoğu, henüz üzerinde tartışılmamış olguları sunar. Belgeler, Birinci Dünya Savaşı yılları Doğu Anadolu’nun kimileri tarafından görülmesine, etnik kimlik körlüğüne yakalanmaksızın imkan verirler; çünkü sayıların milliyeti yoktur.
Doğu Anadolu’da geçen olayların tarihi, soykırımın ve sürgünün tek taraflı öyküsüne yer vermez. Tehcir uzun süren Osmanlı-Rus savaşlarının son kertesinde, 1915 Nisanında başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeni liderleri savaşa karşı iki farklı tutum sergilediler: Vatandaş olarak mecburi askerlik yükümlülüğünü ve diğer zorunlu görevleri kabul etmiş olmalarına rağmen büyük iş adamları, kilise erbabı ve aydınlar tarafsızlıklarını ilan ettiler. Ermeni ihtilalcileri Doğu Anadolu kentlerinde silahlı soygunu da kapsayan Osmanlı karşıtı hareketlerini hızlandırdılar. Öte yandan Ermeniler Rusya’da, sözde tarafsızlıklarından çok uzak, Osmanlı Ermenistanını (Doğu Anadolu) almak ve kardeşleriyle birleşmek maksadıyla, çar ve Rus kuvvetleri ile birleşik Ermenileri desteklediler.
Hem Osmanlılar, hem de Ruslar savaş hazırlıkları esnasında hudut bölgelerini nüfustan arındırdılar. Geçmişteki savaşlarda Ruslara verilen Ermeni desteğini hatırlayan Osmanlı Hükümeti, potansiyel savaş bölgesindeki ve ulaşım merkezlerindeki Ermenileri göç ettirmeyi kararlaştırdı. İster eski, ister modern etik açıdan ele alınsın “tehcir” bir hata değildi. Hiç kimse Osmanlı Hükümeti’nin Anadolu Ermenilerinin çoğunu göç ettirmeyi amaçlamış olmasından şüphe edemez. 1828, 1854 ve 1877 yıllarında istilacı Rus ordularına Ermeniler tarafından verilmiş olan destek yüzünden Osmanlılar Ermenilere, çoğu kez Birleşik Devletlerde de olduğu gibi adil davranamazdı. ABD’nin Japonlara Birinci Dünya Savaşı’nda davrandığı gibi…
Bu nedenle Ermeni tehciri başlatıldı. Ermeni tehcirinin yapıldığı bölgelerde hükümet otoritesi zaten zayıftı ve savaş alanı olan bu yerlerde Ermeniler çok acılar çektiler. Onlar, yollarda bazen Kürt, eşkiya bazen de Osmanlı resmi görevlileri tarafından saldırıya uğradılar. İLGİNÇ OLAN, SON ZAMANLARDA RUS İMPARATORLUĞU’NDAN SIKLIKLA SÜRÜLMÜŞ OLAN MÜSLÜMANLARIN KAFKASYA’DAKİ TOPRAKLARININ ERMENİLER TARAFINDAN İŞGAL EDİLMESİDİR. Osmanlı yönetiminin daha güçlü olduğu güney bölgelerinde ufak tefek bazı olaylar gerçekleşmekle birlikte, Ermenilerin kendilerinin de tanıklık ettiği gibi, mülteciler Suriye’ye göre güvenlik içinde ulaştılar.
Tehcir başlamadan önce, ilk olarak Osmanlılar Rusya’ya başarısız bir harp taarruzunda bulundular ama Ruslar buna güçlükle bir karşı taarruzla cevap verdiler. Bu esnada Osmanlı ordularının arkasında kalan Ermeni ihtilalcileri Van’I kuşattılar ve şehri ele geçirdiler. Birer mülteci drurumuna düşen binlerce Müslümanı sürgün ettiler. Bu sürgün edilenler daha sonra, Rus orduları tarafından toprakları işgal edilmiş olan 800.000 kişilik erkek Müslümanlar topluluğu ile birleştirildi. Bu zamana kadar savaştan firar eden ve sayıları 400.000’den fazla olup Kafkasya’dan kovulan Türkler de bu mülteci sayısına dahil edilmelidir. Müslüman sığınmacılar, Ermenilere saldıran aynı Kürt eşkıya tarafından taciz edildiler; aynı zamanda Ermeni ihtilalcileri ve Kafkasya’dan gelen Ermeni gönüllüleri tarafından katledildiler. Müslüman ve Ermeni mültecilerin kaderi hemen hemen benzer idi. Savaş, Haydutluk, açlık ve hastalık Türkleri ve Ermenileri ayırmaksızın katletti.
Doğu Anadolu savaşlarının sonucunda Doğu Anadolu ve Kafkasyalı 1.2 milyon Müslüman mülteci durumuna düştü. En azından 130.000 Kafkasyalı Müslüman mülteci gibi, Doğu Anadolu’daki “altı vilayet”te 870.000 Ermeni ya mülteci durumuna düştü ya da öldü. BU OLAYLAR ESNASINDA ANADOLU’DA TOPLAM OLARAK 600.000 ERMENİ VE 2.500.000 MÜSLÜMAN ÖLMÜŞTÜR. Eğer bu bir soykırımsa içinde, imha olan kurbanlardan daha çok, katilleri olan bir tarafın bulunduğu, gerçekten inanılmaz bir soykırım idi.
Eğer olay Ermeni soykırımına yönelik idiyse, daha başka kanıtlara ihtiyaç vardır. Birilerinin, çoğunlukla hükümetin kontrolü altındaki bölgede imparatorluğun başkenti İstanbul’a bakabilirdi. İstanbul’da Osmanlı Hükümeti’ni suçlamak ve ayıplamak için belki yargılanmaksızın 200 kadar Ermeni politikacı öldürülmüştür. Fakat İstanbul’da oturan hiçbir tehdit etkeni taşımayan Ermenilerin hepsi savaş boyunca İstanbul’da yaşamıştır. Bugün onların çocukları ve torunları İstanbul’da yaşamaktadır. Nazi Almanyası örneğinde en kötü anlamında soykırımı düşünmek, ancak, Hitler'in Berlin’de yaşayan Yahudilerin hepsini imha etmesini çağrıştırabilir.
Osmanlılarla Naziler arasında, Türklerin eylemlerini tanımlamak amacıyla, soykırım (genocide) sözcüğünün kullanılması açısından yapılan karşılaştırma gülünçtür. Türklerle Ermeniler arasında geçen şeyin adı, soykırım değil doğrudan doğruya savaş idi.
1915 yılında Türklerle Ermeniler arasında bir girdaba dönüşen savaş, aslında XIX. Yüzyılda vuku bulan Türk-Rus savaşlarının sonuncusu idi. Anadolu Ermenilerinin yer ve yurtlarını tahrip eden işte bu savaş olmuştur. 1700’lerde Ruslar Kırım Tatarlarının yurtlarını işgal ve istila etmeye başladılar ve onların yayılmaları 1800’lerde Kafkasya’ya kadar uzandı. Her iki bölgenin de ezici çoğunluğu Müslüman nüfustan oluşuyordu. Sömürgeci politikalarının bir parçası olarak Ruslar, bölgenin doğal demoğrafik yapısını değiştirmeye koyuldular.
Rusya’nın ilgili konudaki siyasetinin görüntüsü, Müslümanları sürmek ve Hıristiyanları getirip yerleştirmek şeklinde idi. Sürgün hem barış hem de savaş zamanlarında etkili biçimde devam ettirildi. 1828-1920 yılları arasında 2.000.000’dan fazla Müslüman nüfus yer ve yurtlarından zorla sürüldü ve öldürülenlerin hesabı ise maalesef bilinmemektedir. Bu süreçte Kırım Tatarları, Abhazalar, Çerkezler gibi bütün uluslar, atalarının evlerinde kalmak için anlaşma yaptılar.
Rusya’nın yayılması siyasetinin diğer ayağı ise Kırım’a steplere ve Kafkasya’ya Hıristiyan nüfus getirip yerleştirmek şeklinde oldu. Kırım’a ve Kuzey Kafkasya’ya Slav kökenli Hıristiyanları yerleştirdiler. Ermeniler Güney Kafkasya’da ilgi gördüler ve yerleştirildiler. 1828-29 savaşının başlamasıyla Ruslar Ermenileri Türklere Karşı destek vermeleri karşılığında, bugün hala yerine getirmedikleri Ermenilere bazı muafiyetler ve özerklik vadettiler. 1828 ve 1854 yıllarında olmak üzere Ruslar iki kez Doğu Anadolu’yu istila ettiler ve her iki zamanda da Ermenileri kolladılar ve Türkiye’yi terk ettiklerinde, göç eden Ermenilerin ve ölen Türklerin yerine, kendileriyle birlikte Kafkasya’ya 100.000 Ermeni sempatizanını götürüp yerliştirdiler. Örnek olarak bugün Sovyet Ermenistan Cumhuriyeti’nin sınırları içinde olan Erivan eyaletinini 1828 öncesi nüfusunun % 80’I Müslüman idi. 1877-78 savaşında Ruslar Kars-Ardahan bölgesini ele geçirdiler. Aynı bölgede Müslümanları yurtlarından sürerek, yerlerine çoğunluğunu Anadolu’nun diğer bölgelerinden gelen Ermenilerini oluşturduğu 70.000 kişiye birer ev verdiler. Osmanlı’daki 1895-96 olaylarında belki 60.000 Ermeni Rusya Kafkasya’sına gitti. Sonuçta Birinci Dünya Savaşı göçleri Doğu Anadolu’dan 400.000 Ermeni ve Kafkasya’dan 400.000 Müslümanın değişimiyle sona erdi.
Sığınmacı sayısı ile ilgili rakamlar bir dereceyşe kadar bilinemez, ayrıca araştırmalar devam etmektedir. Bununla birlikte 1820’ye uzanan süreçte 600.000 Ermeni nüfus Osmanlı İmparatorluğu’ndan Rusya’ya göç etmiştir. 2.000.000 Müslüman nüfus Rusya’dan Türkiye’ye gelmiştir. Birkez daha belirteyim ki çekilen acılar tek yönlü olmaktan çok uzaktı.
Tarihsel bir gerçek olarak Rus İmparatorluğunun yayılmacı siyaseti Doğu Anadolu ve Kafkas halklarının geleneksel dengesini alt üst etti. Rakamlar ölüm ve sürgünler açısından değerlendirildiğinde, en büyük zulüm ve acıyı Kırımlı ve Kafkasyalı Müslümanların çektiği görülür. Eğer hangi halk jenosit kurbanıdır diye sorulursa, bu soruya Büyük Katerina (II) ile başlayıp joseph Stalin ile son bulan, kendi yurtlarında planla bir şekilde uygulanan imha politikasının kurbanı olan Kırım Tatarları cevabı örnek gösterilebilir. Şimdi Ermeniler tamamen soykırımın failleri olarak Müslümanları görmekte ve ilginçtir ki Müslümanları soykırımın kurbanı olarak hiç akıllarına getirmemektedirler.
Gerçek, henüz sadeleştirilmiş bir taslaktan ibarettir. Çoğu benzer öyküler gibi bu hikaye de, kahramanı ve kötü adamı olmayan insanlık dramının öyküsüdür. Türk ya da Ermeni, sadece kurban vardır. Bir insanlık faciası olan gerçeğin yerine, kahramanları kötü Türk ve iyi Ermeni olan büyük bir efsane icat edilmiştir. Efsane Ermenilerin acılarını içeren öykülerle devam etmektedir. Öyküler sıklıkla doğrudur, fakat Ermeniler Türklerle eşit ya da Türklerden daha fazla acı çektiklerini iddia edemezler. Efsane genellikle Ermeni olmayanlar tarafından ilgi görmektedir. Çünkü efsane yüzyıllardır devam edegelen vahşi Türk imajına büyük oranda denk düşmektedir. Beş yüzyıldan daha fazla bir süreyle Türklerden korkmuş olan Avrupalılar için Ermeni soykırımı efsanesi, kafalarında tahayyül ettikleri “Türk vahşiliği”ne tam olarak uygun biri model görünmesiyle, ilginç bulunmuştur. Efsane önceleri bir ön yargı oluşturmak için ders kitapları, dinsel öyküler, halk masalları ve “Doğu’dan gelen ve atalarından miras kalan korkuları ile iç içe geçmiştir. Türklerle ilgili yanlış imajın, tarihi olaylar ve olgularla değiştirilmesi hemen hemen imkansız gibidir.
Türkler, Ermenilerin ölülerine ağladıkları gibi, kendi ölülerine ağlamış olsalar ve sesleri işitilse; dişarıdan hiç ilgi ve anlayış görmemektedirler. Türklerin sunduğu delillerin ve inandıkları şeyleri söylemelerinin hiç önemi yoktur. Zaten kısa bir süre sonra uğradıkları haksızlığa karşı göstermiş oldukları tepkilerine son vermektedirler. Mustafa Kemal ATATÜRK’ün önderliğinde, yeni cumhuriyetlerini kurma girişimini başlatmaları modern bir ulus olarak başarılarının, “vahşi Türk” imajına karşı en iyi silah olacağını mağrur bir şekilde gösterdiler.
Büyük bir kabul görmek yolunda, Türkler başarı elde ettiler. Politikacılar ve devlet adamları Avrupa’da ve Amerika’da dost ve müttefik olarak ilgi gördüler. Bununla birlikte Ermeni soykırımı ile ilgili efsaneyi yok etmek konusunda Türkler suskun kaldılar. Buna karşın iyi eğitimi görmüş, yazılı ve sözlü basını bilinçli bir şekilde kullanan Ermeni gruplar, inandıkları kendi gerçek endişelerini, geçmişte yaptıklarını çocukları öğrensinler diye, soykırımın yanlış fotoğrafını canlı tuttular. Böylece efsanenin devamını ve etkisinin yayılmasını sağladılar. Ermeni soykırımın yanlış fotoğrafı, tarihte Türk-Ermeni ilişkileri açısından görünen biricik manzara oldu.
Bu makaleyi kaleme aldığım sıralarda posta kutusuna bırakılmış bir kitap gördüm. Öğrencilerimi kendilerine angaje etmem beklentisiyle, tüm profesörlere ve yayıncılara yaptıkları gibi, bana da ders kitaplarının bir nüshasını gönderdiler. Kitap, Lois Aroiyan ve Richard Mitchell tarafından yazılmış, Birleşik Devletleri’in en büyük yayıncılarından Mcmillan tarafından yayınlanmış olup Modern Ortadoğu ve Kuzey Afrika (The Modern Middle East and North Africa) adını taşıyordu. Tahmin ediyorum Orta Doğu tarihi öğretimi konusunda uzman her bilim adamına ücretsiz bir nüshası gönderilmektedir. Binlerce Amerikan kolej öğrencileri bu kitabı okuyacaklardır.
Modern Orta Doğu ve Kuzey Afrika adlı kitapta yer alan bir bölümün başlığı “Ermenilerin Ölümü” adını taşımaktadır. Bu kısımdan sadece bir kaç cümle aktaracağım:
“Ermeniler baştan başa Anadolu’yu güneye, doğuya ve Suriye çöllerine doğru yürüyerek telef oldular. Türk ve Kürt güçleri, onları istirahat, yiyecek ve sudan yoksun bıraktı. Binlercesi yollarda öldü. Bunlardan öldürülmemiş olanlar Fırat üzerdindeki Diyar el zor (?) a ulaşanlar çoğunlukla öldürülmediler. Doğu’da yakalanan Ermeniler tamamen imha edildiler.”
Kitap şu cümlelerle devam ediyor: “… tarihçiler ne kadar Ermeni’nin öldüğünü belirleyemediler. Cümle, özellikle bu işi yaptığım için, kafamı allak bullak etti. Ermenilerin ölümü konusundaki bilgi eksikliği uydurma iddialarla açıklanarak, “Osmanlı Hükümeti eğitimli Ermeni seçkin yazarlarını, öğretmenlerini, iş adamlarını, olaylar hakkında yazılar yazan hakim papazlar sınıfı (mensuplarının) çoğunu önce tutukladılar, sonra da katlettiler” denilmektedir. Sonunda da olaylara ilgili olgusal bilgi yokluğunu belirtmiş olmalarına rağmen yazarlar ve tarihçiler tüm bunlardan sonra bir sayı keşfettiler. Hükümet tarafından, varsayıma dayalı idam edilen 200.000 kişiyi de içeren, genellikle 1,5 milyon Ermeni’nin ölmüş olduğu görüşünü kabul ettiler. Ermenilerle ilgili kitapta yazılan bilgilerin bir kısmının yarısı doğru, bir kısmı ise tamamen yanlıştır. Kitap her şekilde bütünüyle doğru değildir.
Kuşkusuz ders kitabı yazmanın büyük yararlarından birisi (!), iddialarınızı kanıtlamak zorunda değilsiniz. “Tarihçiler genellikle kabul eder” örnegindeki gibi, zaman zaman yapılan bir ima, geçerliliği çok zayıf bir düşünce kabul edilir. Kitabı okuduktan sonra, birileri, sadece Ermenilerin acı çekmiş olmalarından üzülebilir. Çünkü ilgili dönemde tüm Müslümanların ölümü üzerine yapılan atıfta yalnızca bir cümle bulunmaktadır. “Anadolu’da savaşçı olmayan Rumlar, Kürtler ve Türkler açlık ve hastalıkla savaşta öldüler, fakat onlar örgütlü bir savaşın içinde düelloya katılmamışlardı” Bununla birlikte (kitapta), Müslümanlara yapılan Rum ve Ermeni saldırılarına değinilmemiştir. Oysa her iki grup da örgütlü savaşın içinde yer almışlardır. Kitapta Türk İstiklal Savaşı’na yalnızca iki paragraf ayrılmıştır.
Ermeni ve diğer bilim adamlarınca yazılan çoğu kitapların aksine, bu kitap Türklere karşı bir Ermeni polemiği yaratmak amacı taşımamaktadır. İyi yazılmış, çekiciliği olan bir ders kitabıdır. Kitap çoğu profesörün ve öğrencilerin begenisine hitap edecektir. Efsane yaşamını sürdürmektedir. Ermenilerin ve Türklerin tarihlerinde, tarihin çarpık yorumunun bu tarz örnekleri çoktur. Ermeni sorunu, yarı gerçek veya yanlışlıklarına bakılmaksızın, ender olarak basılı yayınlarda ifade edilmektedir. Gerçekten, Birleşik Amerika’da ve Batı Avrupa’da tarihin yanlış yorumlandığı yeni bir dalga görmekteyiz. Ermeni iddiacılar, Yahudi holocaustunda çekilen acıları asla unutmak istemeyenlerle, Yahudi katliamından esinlenerek kendileri arasında bağ kurmayı başardılar ve Ermenilerin yaşadıkları olaylar bir “proto-holocaust” olarak sözlü ve resimli benzeri tasvirlerle yaşatılmaya çalışıldı.
Televizyon gösterileri ve gazetelerde yayınlanana makalelerde, Amerikalıların ve Avrupalıların gerçeği söylememeleri yüzünden, eski Ermeni efsanesi tekrar tekrar canlandırıldı ve pekiştirildi. Yeni kuşak Ermeniler, geleceğin teröristlerini yaratacak işte bu hikayeleri öğrenmektedirler.
Derslerde verilen mesaj açıktır, sessizliğin ise hiçbir gücü yoktur. Bunlar hesaba katılmadığı takdirde, tarihsel yalanlar kendi kendisini edebileştirecektir. Mademki Ermeni gençler büyük atalarının Türkler tarafından katledildiklerine inanmaktadırlar, öyleyse bazı Ermeni gençler atalarının intikamını almak isteyeceklerdir. Mademki dünya, Türklerin suçlu olduklarına inanıyor; çok az kişi katilleri durdurmak için bir şeyler yapacaktır.
Çözüm, gerçeğin korkusuzca ifade edildiği bir güçlüğü içermektedir. Korkusuzca belirtiyorum, çünkü bir Amerikalı profesör olan Stanford Shaw ve ailesi, Ermenilerin akıbetleri ile ilgili bazı açıklamaları yüzünden, hemen psikolojik saldırıya uğradılar. “Korkunç Türk" efsanesine olan inancın yoğun olarak verilmesi, belki de gerçeğin hiçbir zaman duyurulamayacağı anlamına gelir. Bununla birlikte gerçek konuşulmalıdır. Bilim adamları özellikle Avrupalı ve Amerikalı bilim adamları, yapılacak bağımsız ve tarafsız tarih araştırmaları için davet edilmelidir. Onlar bu işi yapmaya başladıklarında, Türkler, tüm arşivlerini ve belgelerini açmaya devam etmelidirler ki bu araştırma yapılabilsin ve Ruslardan ve Ermenilerden de aynı şeyleri yapmaları istensin. Niçin eş zamanlı olarak başlamasın ? Bu işin çabuk bir çözümü olmayacaktır ve genç Ermeni kuşağının kendi gerekçelerinin doğru olmadığının farkına varmasından önce, uzun yılların geçmesi gerekecektir. Fakat ben inanıyorum ki, şayet Osmanlı Ermenileri otuz yıl önce yani İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana, kapsamlı şekilde doğru bir tarihe sahip olsaydılar, bugün Ermeni terörizmi olmayabilirdi. Tarihçiler olarak hakkını vermeliyiz ki bugünden itibaren otuz yıl içinde aynı çalışma yine yapılmış olmayacaktır.
İDDİA EDİYORUM Kİ ERMENİ TERÖRİZMİNE KARŞI EN İYİ SİLAH, TARİH ARAŞTIRMASI YAPMAKTIR. EN İYİ SİLAHIN GERÇEK OLDUĞUNUN SÖYLENİLMESİ GEREKİR.
Copyright © BASKA TÜRKIYE YOK Tüm hakları saklıdır.
Justin McCarty
Tarihçiler genellikle, geçmişteki daha uzak konular üzerinde çalışmayı tercih ederek, günümüzün tarihsel bir gerçeği olan terörizm ile ilgili tartışmalara katılmak istemiyorlar. Buna karşılık tarih tarafından kabul edilemez olan Ermeni Kıyımı (Genocide) nedeniyle tarihin bizzat kendisi, hem Ermeni terörünün sebebi hem de çaresi olmaktadır. Ermeni terörü maalesef tarihin yanlış bir yorumunun görüntüsü olarak kök salmıştır ve bu manzara, sadece tarihi gerçeklere uygun olarak yenilgiye uğratılabilir.
Birilerinin terörist olması için pek çok sebep vardır ve belki onlardan bazıları inançları gereği bu işi yapmak zorunda kalmışlardır; ama, teröristleri etkileyen asıl saiklerin psikolojik ve ekonomik nedenler olduğunu çoğu kişi daha iyi bilir. Bununla birlikte her terörist, varlığının nedeni olan bir felsefeye ihtiyaç duyar, bu nedenle katleder ya da öldürür. Çoğu kez tarih, teröristlerin sıklıkla hem halkı ve ilgili olarak her şeyin mükemmel olduğu ideal bir geçmişi hayal ettileri için, hem de kin, garez ve düşmanlıklarını boşaltmalarında bir rol oynadığı için, bunda önemli bir paya sahiptir. İster Viet Minh, ister Mau Mau, ister I.R.A. ya da ötekiler olsunlar, teröristler gerçek veya vehmedilerek sonradan yarattıkları zulme uğramalarını ve intikam yeminlerini hatırlayarak dünya güçlerine saldırırlar. Fakat çoğu teröristlerin masumiyetlerini gösterme aracı olarak tarih, çok az bir paya sahiptir. Günümüz Ermeni teröristleri kendi gerçek mazuriyetlerini sadece tarihte bulmaktadırlar. Ermeni teröristlerin amacı, geçmişte yanlış yaşanan olaylar ile ilgili olarak intikam almaktır.
Ermeni terörizminin uygulanabilir bir mazeretinin olduğunu söylemenin imkanı yoktur. Ermeni şiddetinden yararlanmak, Türkiye’yi ve NATO’yu karıştırmak isteğiyle, (eski) Sovyetler Birliği gibi (Batı ve ABD ekseninin dışında Türkiye başka seçeneklere yönelmesin diye, aynı güçlerce de desteklenmemiş midir ?) kimi güçler Ermeni terörüne destek sağlamaktadırlar. Ermeniler bu işi kendi başlarına yapamazlar ve bir kazanç da elde edemezler. Elde etmek istedikleri bölgenin (Doğu Anadolu) sadece kendi yurtları olduğunu iddia edemezler. Bugün üç milyondan daha az Ermeni, Sovyetler Birliği dışında yaşamaktadır ve bunların yüzde olarak çok az bir kısmı yeni yaratılmış olan Ermenistan’a (tarihi Ermenistan yani Doğu Anadolu) göçmek isteyebilir. Ermeniler en iyi tahminle bu nüfusun ancak % 10’unu oluşturabilirler. Halbuki aynı bölgede, Türk vatandaşı olan on bir milyon Müslüman yaşamaktadır. Ancak büyük bir savaşın çıkması sonucu on bir milyon Müslüman nüfus katledilir ve Anadolu’da bir Ermeni devleti kurulur ki bu imkansızdır.
Ayrıca Ermeni teröristlerin kendi halklarını boyunduruktan kurtarmak ya da daha iyi bir yaşam için savaşmak zorunda oldukları söylenemez. Hiç kimse Türkiye’de yaşayan Ermenilerin politik baskılar altında olduklarını ileri süremez ve herhalde Türkiye’nin Ermeni (kökenli) vatandaşları haklarında yazılar yazan teröristler “gerçek Ermeniler” değillerdir. Çünkü Türk vatandaşı olan Ermeniler gönüllü olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin bir parçası olmuşlardır. Eğer Ermeni teröristler, gerçekten, kendi kardeşlerini politik baskılardan kurtarmak istiyorlarsa, Türkiye’ye değil, doğrudan Rusya’ya (eski Sovyetler) saldırmaları gerekirdi.
Bu durumda açıktır ki, Ermeni terörü gerçekçi bir politik amaca sahip değildir. Erzurum’a yada Elazığ'a geri dönmek için politik söylemler ortaya atmak ve kurnazca çığırtkanlık yapmak, Ermeni terörizminin sadece rövanşı almak isteğinin bir ürünüdür.
Ermenilerin çeşitli şekillerde ve çok sayıda Türk’ü suçladıkları toplu kıyım olayı tüm insanlara atfedilmektedir, ama üst derecede önemli olan iki iddia vardır. Bunlardan birincisi, Doğu Anadolu’da bir Ermeni devleti kurulması istemi Türkiye reddetmektedir; diğeri ise Birinci Dünya Savaşı esnasında ve daha sonra sözde 1.5 milyon ya da fazla Ermeni’nin soykırıma uğradığı görüşüdür ki, Türkiye tarafından kabul edilmemektedir.
Bunlar tarihi iddialardır. Doğru olup olmadıkları sorgulanmadan kabul edilen bu iddialar sadece Ermenilerin değil, Batı Avrupa ve Amerikan vatandaşlarının büyük bir çoğunluğunun da ortak kabulüdür. İlgili insanlar bilmeliler ki, kesinlikle masum diplomatları ve diğerlerini katletmeyi amaçlayanlara Ermeni terörizmi, bir katletme değil, haklı bir intikam alma olarak yansımaktadır.
Ermeni terörizminin, teröristler yakalanıncaya kadar takip edilmesi ve büyükelçilik kapılarının devamlı kontrol edilmesi gerekli bir davranıştır; fakat aynı zamanda bu, hastalığın devam ettiğinin de işaretidir. Mademki gençler atalarının düşmanlarından nefret etmeyi düşünmektedirler, terörizmin kaynağı devam edecektir. Ermeni terörizminini yapılanması tarihin yanlış versiyonunun sonucudur. Sonuçta iyi yazılmış ve yorumlanmış gerçek tarih bu hastalığa çözüm olacaktır.
Ermenilerin tarihlerinin çoğu kısmı, kesinlikle bilinmemektedir. Orta Doğu tarihi üzerine araştırma yapanların trajik durumlarından birisi, bağımsız tarihçilerin Ermeni sorunundan uzak durmalarından ve çekinmelerinden kaynaklanmaktadır. Olanaklar ölçüsünde Ermeniler üzerine yapılan bilimsel araştırmalar, bilimadamına çok az değer kazandırırken çok şey kaybettirmektedir. Bir nüfus bilimci olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun üç yüz yıllık bir dönemi ile ilgili yazılı tarihi beni büyüledi; fakat hiç kimse imparatorlukta yaşananlarla ile ilgili olarak tam ve doğru bir bilgiye sahip değildir. Anadolu’da yaşayan her bir milletin sayısını bulmak osmanlı Anadolu nüfusu üzerinde çalışmak ve Osmanlı İmparatorluğu’na son veren savaşlar esnasında Anadolu halkına neler olduğunu araştırmakla işe başladım. ARAŞTIRMALARIM SIRASINDA ERMENİLERDEN ÇOK DAHA FAZLA ANADOLU MÜSLÜMANLARININ ÖLMÜŞ OLDUĞUNU GÖSTEREN VERİLERİ BULDUĞUMDA, ERMENİLER KONUSUNDA KABUL EDİLMİŞ BİLGİLERLE İLGİLİ İLK YANLIŞLIKLARI KEŞFETTİM. SORUN, BANA SOYKIRIM OLARAK GÖRÜNMEDİ.
Çünkü benim araştırmalarım Türkler ve Ermenilerin bilinen çatışmalarını kanıtlayan çok sayıda malzemeye dayanmaktadır. Bulgularım Osmanlılar tarafından, kendi nüfus kayıtlarını bir parçası olan Ermenilerle ilgili nüfus istatistiklerinden çıkartılmıştır. Bu veriler, Ermenilerin sayılarını bilmeye ihtiyacı olan bir hükümetin, kendi istihbarat değerlendirmesi için topladığı programlı ve doğru bilgilerdi. Savaş öncesinde toplanılmış olan istatistiksel bilgilerin, siyaseten veya propaganda amacıyla, Ermeni sorunu ile ilgili tartışmalarda kullanılacağını Osmanlı Hükümeti hiç düşünemezdi. Kısaca nüfus istatistiklerinin toplanması, dünyada her hükümetin yaptığı şekilde olmuştur. Bununla birlikte istatistiksel veriler 70 yıllık bir süre için muhafaza edilirken, Ermenilerle ilgili materyaller değerlendirilmemiş olarak kaldılar. Politikacılar, teröristler ve Ermeni (kökenli ya da sempatizanı) bilim adamları kendi doğrularını savunmayı tercih ettiler. Kuşkusuz onların tahminleri, milyonlarca Ermeni’nin katledildiği ya da Doğu Anadolu’dan sürüldüğü ile ilgili, kendi kavgaları için bir destek aracı niteliğindedir. Gerçek arşiv belgeleri çok farklı bir fotoğraf sergilemektedir.
Birincisi, XIX. Yüzyıl haritalarında Ermenistan’ın varlığını ve tarihsel gerçeğini öğrenmenin yol ve yönteminden nasipsiz Avrupalı politikacıların iddialarına rağmen, osmanlı imparatorluğu’nda Ermenistan diye bir coğrafi bölge bulunmuyordu. “Türkiye Ermenistanı” olarak iddia edilen bölge, yaygın bir şekilde Van, Bitlis, Elazığ, Diyarbakır, Sivas ve Erzurum’u kapsayan “altı vilayet” olarak bulunuyordu. Bu vilayetlerde, 1912 yılı itibarıyla toplam 870.000 Ermeni nüfus yaşamakta idi; Ermenilerin bu “altı vilayet”teki sayısı (aynı bölge için) toplam nüfusun beşte birinden daha azdı. Altı vilayetin bazılarında Müslümanlar, sayıca Ermenilerden altıda bir oranında üstündüler. Daha da öte Ermeniler sadece Doğu bölgesinde değil, imparatorluğun her tarafına yerleştirilmişlerdir. İmparatorluğun öteki bölgelerinde yaşayanlar Doğu Anadolu’ya göç etmiş olsa idiler dahi, aynı bölgede Müslümanların sayıları ikiye bir oranında Ermenilerden daha fazla olurdu. Bu sayılarla çağdaş bir devletin kurulamayacağı açıktır.
İkinci ise Ermeni kıyımı (jenosit) iddialarıdır: Bir kişiye ait günlük bulunmasaydı hiç kimse Talat Paşanın, Osmanlı Ermenileri ile ilgili niyetlerini ispat edemezdi. Biz biliyoruz ki, Hitler’e ait kötü şöhretten esinlenerek, Talat Paşa'nın, sözde imha emirleri, sahte imzalarla taklit edildi. Tehcir (zorunlu göç ettirme) edilen Ermenilere karşı genel merakı giderici kanıtlara ışık tutacak olan sadece Osmanlı arşiv belgeleridir. Müslümanların Birinci Dünya Savaşı yıllarında Ermenileri katletmeleri (Ermenilerin Müslümanları katletmiş olmaları gibi) ve Ermenilerin tehcir esnasında ölmeleri, elbette önemlidir. Şayet Ermeni propagandacılarının belgeleri doğru olarak kabul edecekleri şüphe götürecek ise, Osmanlı resmi belgelerinin, Ermenilere karşı Osmanlının niyetlerinin su yüzüne çıkarmasının önemi yoktur.
Belgelerin çoğu, henüz üzerinde tartışılmamış olguları sunar. Belgeler, Birinci Dünya Savaşı yılları Doğu Anadolu’nun kimileri tarafından görülmesine, etnik kimlik körlüğüne yakalanmaksızın imkan verirler; çünkü sayıların milliyeti yoktur.
Doğu Anadolu’da geçen olayların tarihi, soykırımın ve sürgünün tek taraflı öyküsüne yer vermez. Tehcir uzun süren Osmanlı-Rus savaşlarının son kertesinde, 1915 Nisanında başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeni liderleri savaşa karşı iki farklı tutum sergilediler: Vatandaş olarak mecburi askerlik yükümlülüğünü ve diğer zorunlu görevleri kabul etmiş olmalarına rağmen büyük iş adamları, kilise erbabı ve aydınlar tarafsızlıklarını ilan ettiler. Ermeni ihtilalcileri Doğu Anadolu kentlerinde silahlı soygunu da kapsayan Osmanlı karşıtı hareketlerini hızlandırdılar. Öte yandan Ermeniler Rusya’da, sözde tarafsızlıklarından çok uzak, Osmanlı Ermenistanını (Doğu Anadolu) almak ve kardeşleriyle birleşmek maksadıyla, çar ve Rus kuvvetleri ile birleşik Ermenileri desteklediler.
Hem Osmanlılar, hem de Ruslar savaş hazırlıkları esnasında hudut bölgelerini nüfustan arındırdılar. Geçmişteki savaşlarda Ruslara verilen Ermeni desteğini hatırlayan Osmanlı Hükümeti, potansiyel savaş bölgesindeki ve ulaşım merkezlerindeki Ermenileri göç ettirmeyi kararlaştırdı. İster eski, ister modern etik açıdan ele alınsın “tehcir” bir hata değildi. Hiç kimse Osmanlı Hükümeti’nin Anadolu Ermenilerinin çoğunu göç ettirmeyi amaçlamış olmasından şüphe edemez. 1828, 1854 ve 1877 yıllarında istilacı Rus ordularına Ermeniler tarafından verilmiş olan destek yüzünden Osmanlılar Ermenilere, çoğu kez Birleşik Devletlerde de olduğu gibi adil davranamazdı. ABD’nin Japonlara Birinci Dünya Savaşı’nda davrandığı gibi…
Bu nedenle Ermeni tehciri başlatıldı. Ermeni tehcirinin yapıldığı bölgelerde hükümet otoritesi zaten zayıftı ve savaş alanı olan bu yerlerde Ermeniler çok acılar çektiler. Onlar, yollarda bazen Kürt, eşkiya bazen de Osmanlı resmi görevlileri tarafından saldırıya uğradılar. İLGİNÇ OLAN, SON ZAMANLARDA RUS İMPARATORLUĞU’NDAN SIKLIKLA SÜRÜLMÜŞ OLAN MÜSLÜMANLARIN KAFKASYA’DAKİ TOPRAKLARININ ERMENİLER TARAFINDAN İŞGAL EDİLMESİDİR. Osmanlı yönetiminin daha güçlü olduğu güney bölgelerinde ufak tefek bazı olaylar gerçekleşmekle birlikte, Ermenilerin kendilerinin de tanıklık ettiği gibi, mülteciler Suriye’ye göre güvenlik içinde ulaştılar.
Tehcir başlamadan önce, ilk olarak Osmanlılar Rusya’ya başarısız bir harp taarruzunda bulundular ama Ruslar buna güçlükle bir karşı taarruzla cevap verdiler. Bu esnada Osmanlı ordularının arkasında kalan Ermeni ihtilalcileri Van’I kuşattılar ve şehri ele geçirdiler. Birer mülteci drurumuna düşen binlerce Müslümanı sürgün ettiler. Bu sürgün edilenler daha sonra, Rus orduları tarafından toprakları işgal edilmiş olan 800.000 kişilik erkek Müslümanlar topluluğu ile birleştirildi. Bu zamana kadar savaştan firar eden ve sayıları 400.000’den fazla olup Kafkasya’dan kovulan Türkler de bu mülteci sayısına dahil edilmelidir. Müslüman sığınmacılar, Ermenilere saldıran aynı Kürt eşkıya tarafından taciz edildiler; aynı zamanda Ermeni ihtilalcileri ve Kafkasya’dan gelen Ermeni gönüllüleri tarafından katledildiler. Müslüman ve Ermeni mültecilerin kaderi hemen hemen benzer idi. Savaş, Haydutluk, açlık ve hastalık Türkleri ve Ermenileri ayırmaksızın katletti.
Doğu Anadolu savaşlarının sonucunda Doğu Anadolu ve Kafkasyalı 1.2 milyon Müslüman mülteci durumuna düştü. En azından 130.000 Kafkasyalı Müslüman mülteci gibi, Doğu Anadolu’daki “altı vilayet”te 870.000 Ermeni ya mülteci durumuna düştü ya da öldü. BU OLAYLAR ESNASINDA ANADOLU’DA TOPLAM OLARAK 600.000 ERMENİ VE 2.500.000 MÜSLÜMAN ÖLMÜŞTÜR. Eğer bu bir soykırımsa içinde, imha olan kurbanlardan daha çok, katilleri olan bir tarafın bulunduğu, gerçekten inanılmaz bir soykırım idi.
Eğer olay Ermeni soykırımına yönelik idiyse, daha başka kanıtlara ihtiyaç vardır. Birilerinin, çoğunlukla hükümetin kontrolü altındaki bölgede imparatorluğun başkenti İstanbul’a bakabilirdi. İstanbul’da Osmanlı Hükümeti’ni suçlamak ve ayıplamak için belki yargılanmaksızın 200 kadar Ermeni politikacı öldürülmüştür. Fakat İstanbul’da oturan hiçbir tehdit etkeni taşımayan Ermenilerin hepsi savaş boyunca İstanbul’da yaşamıştır. Bugün onların çocukları ve torunları İstanbul’da yaşamaktadır. Nazi Almanyası örneğinde en kötü anlamında soykırımı düşünmek, ancak, Hitler'in Berlin’de yaşayan Yahudilerin hepsini imha etmesini çağrıştırabilir.
Osmanlılarla Naziler arasında, Türklerin eylemlerini tanımlamak amacıyla, soykırım (genocide) sözcüğünün kullanılması açısından yapılan karşılaştırma gülünçtür. Türklerle Ermeniler arasında geçen şeyin adı, soykırım değil doğrudan doğruya savaş idi.
1915 yılında Türklerle Ermeniler arasında bir girdaba dönüşen savaş, aslında XIX. Yüzyılda vuku bulan Türk-Rus savaşlarının sonuncusu idi. Anadolu Ermenilerinin yer ve yurtlarını tahrip eden işte bu savaş olmuştur. 1700’lerde Ruslar Kırım Tatarlarının yurtlarını işgal ve istila etmeye başladılar ve onların yayılmaları 1800’lerde Kafkasya’ya kadar uzandı. Her iki bölgenin de ezici çoğunluğu Müslüman nüfustan oluşuyordu. Sömürgeci politikalarının bir parçası olarak Ruslar, bölgenin doğal demoğrafik yapısını değiştirmeye koyuldular.
Rusya’nın ilgili konudaki siyasetinin görüntüsü, Müslümanları sürmek ve Hıristiyanları getirip yerleştirmek şeklinde idi. Sürgün hem barış hem de savaş zamanlarında etkili biçimde devam ettirildi. 1828-1920 yılları arasında 2.000.000’dan fazla Müslüman nüfus yer ve yurtlarından zorla sürüldü ve öldürülenlerin hesabı ise maalesef bilinmemektedir. Bu süreçte Kırım Tatarları, Abhazalar, Çerkezler gibi bütün uluslar, atalarının evlerinde kalmak için anlaşma yaptılar.
Rusya’nın yayılması siyasetinin diğer ayağı ise Kırım’a steplere ve Kafkasya’ya Hıristiyan nüfus getirip yerleştirmek şeklinde oldu. Kırım’a ve Kuzey Kafkasya’ya Slav kökenli Hıristiyanları yerleştirdiler. Ermeniler Güney Kafkasya’da ilgi gördüler ve yerleştirildiler. 1828-29 savaşının başlamasıyla Ruslar Ermenileri Türklere Karşı destek vermeleri karşılığında, bugün hala yerine getirmedikleri Ermenilere bazı muafiyetler ve özerklik vadettiler. 1828 ve 1854 yıllarında olmak üzere Ruslar iki kez Doğu Anadolu’yu istila ettiler ve her iki zamanda da Ermenileri kolladılar ve Türkiye’yi terk ettiklerinde, göç eden Ermenilerin ve ölen Türklerin yerine, kendileriyle birlikte Kafkasya’ya 100.000 Ermeni sempatizanını götürüp yerliştirdiler. Örnek olarak bugün Sovyet Ermenistan Cumhuriyeti’nin sınırları içinde olan Erivan eyaletinini 1828 öncesi nüfusunun % 80’I Müslüman idi. 1877-78 savaşında Ruslar Kars-Ardahan bölgesini ele geçirdiler. Aynı bölgede Müslümanları yurtlarından sürerek, yerlerine çoğunluğunu Anadolu’nun diğer bölgelerinden gelen Ermenilerini oluşturduğu 70.000 kişiye birer ev verdiler. Osmanlı’daki 1895-96 olaylarında belki 60.000 Ermeni Rusya Kafkasya’sına gitti. Sonuçta Birinci Dünya Savaşı göçleri Doğu Anadolu’dan 400.000 Ermeni ve Kafkasya’dan 400.000 Müslümanın değişimiyle sona erdi.
Sığınmacı sayısı ile ilgili rakamlar bir dereceyşe kadar bilinemez, ayrıca araştırmalar devam etmektedir. Bununla birlikte 1820’ye uzanan süreçte 600.000 Ermeni nüfus Osmanlı İmparatorluğu’ndan Rusya’ya göç etmiştir. 2.000.000 Müslüman nüfus Rusya’dan Türkiye’ye gelmiştir. Birkez daha belirteyim ki çekilen acılar tek yönlü olmaktan çok uzaktı.
Tarihsel bir gerçek olarak Rus İmparatorluğunun yayılmacı siyaseti Doğu Anadolu ve Kafkas halklarının geleneksel dengesini alt üst etti. Rakamlar ölüm ve sürgünler açısından değerlendirildiğinde, en büyük zulüm ve acıyı Kırımlı ve Kafkasyalı Müslümanların çektiği görülür. Eğer hangi halk jenosit kurbanıdır diye sorulursa, bu soruya Büyük Katerina (II) ile başlayıp joseph Stalin ile son bulan, kendi yurtlarında planla bir şekilde uygulanan imha politikasının kurbanı olan Kırım Tatarları cevabı örnek gösterilebilir. Şimdi Ermeniler tamamen soykırımın failleri olarak Müslümanları görmekte ve ilginçtir ki Müslümanları soykırımın kurbanı olarak hiç akıllarına getirmemektedirler.
Gerçek, henüz sadeleştirilmiş bir taslaktan ibarettir. Çoğu benzer öyküler gibi bu hikaye de, kahramanı ve kötü adamı olmayan insanlık dramının öyküsüdür. Türk ya da Ermeni, sadece kurban vardır. Bir insanlık faciası olan gerçeğin yerine, kahramanları kötü Türk ve iyi Ermeni olan büyük bir efsane icat edilmiştir. Efsane Ermenilerin acılarını içeren öykülerle devam etmektedir. Öyküler sıklıkla doğrudur, fakat Ermeniler Türklerle eşit ya da Türklerden daha fazla acı çektiklerini iddia edemezler. Efsane genellikle Ermeni olmayanlar tarafından ilgi görmektedir. Çünkü efsane yüzyıllardır devam edegelen vahşi Türk imajına büyük oranda denk düşmektedir. Beş yüzyıldan daha fazla bir süreyle Türklerden korkmuş olan Avrupalılar için Ermeni soykırımı efsanesi, kafalarında tahayyül ettikleri “Türk vahşiliği”ne tam olarak uygun biri model görünmesiyle, ilginç bulunmuştur. Efsane önceleri bir ön yargı oluşturmak için ders kitapları, dinsel öyküler, halk masalları ve “Doğu’dan gelen ve atalarından miras kalan korkuları ile iç içe geçmiştir. Türklerle ilgili yanlış imajın, tarihi olaylar ve olgularla değiştirilmesi hemen hemen imkansız gibidir.
Türkler, Ermenilerin ölülerine ağladıkları gibi, kendi ölülerine ağlamış olsalar ve sesleri işitilse; dişarıdan hiç ilgi ve anlayış görmemektedirler. Türklerin sunduğu delillerin ve inandıkları şeyleri söylemelerinin hiç önemi yoktur. Zaten kısa bir süre sonra uğradıkları haksızlığa karşı göstermiş oldukları tepkilerine son vermektedirler. Mustafa Kemal ATATÜRK’ün önderliğinde, yeni cumhuriyetlerini kurma girişimini başlatmaları modern bir ulus olarak başarılarının, “vahşi Türk” imajına karşı en iyi silah olacağını mağrur bir şekilde gösterdiler.
Büyük bir kabul görmek yolunda, Türkler başarı elde ettiler. Politikacılar ve devlet adamları Avrupa’da ve Amerika’da dost ve müttefik olarak ilgi gördüler. Bununla birlikte Ermeni soykırımı ile ilgili efsaneyi yok etmek konusunda Türkler suskun kaldılar. Buna karşın iyi eğitimi görmüş, yazılı ve sözlü basını bilinçli bir şekilde kullanan Ermeni gruplar, inandıkları kendi gerçek endişelerini, geçmişte yaptıklarını çocukları öğrensinler diye, soykırımın yanlış fotoğrafını canlı tuttular. Böylece efsanenin devamını ve etkisinin yayılmasını sağladılar. Ermeni soykırımın yanlış fotoğrafı, tarihte Türk-Ermeni ilişkileri açısından görünen biricik manzara oldu.
Bu makaleyi kaleme aldığım sıralarda posta kutusuna bırakılmış bir kitap gördüm. Öğrencilerimi kendilerine angaje etmem beklentisiyle, tüm profesörlere ve yayıncılara yaptıkları gibi, bana da ders kitaplarının bir nüshasını gönderdiler. Kitap, Lois Aroiyan ve Richard Mitchell tarafından yazılmış, Birleşik Devletleri’in en büyük yayıncılarından Mcmillan tarafından yayınlanmış olup Modern Ortadoğu ve Kuzey Afrika (The Modern Middle East and North Africa) adını taşıyordu. Tahmin ediyorum Orta Doğu tarihi öğretimi konusunda uzman her bilim adamına ücretsiz bir nüshası gönderilmektedir. Binlerce Amerikan kolej öğrencileri bu kitabı okuyacaklardır.
Modern Orta Doğu ve Kuzey Afrika adlı kitapta yer alan bir bölümün başlığı “Ermenilerin Ölümü” adını taşımaktadır. Bu kısımdan sadece bir kaç cümle aktaracağım:
“Ermeniler baştan başa Anadolu’yu güneye, doğuya ve Suriye çöllerine doğru yürüyerek telef oldular. Türk ve Kürt güçleri, onları istirahat, yiyecek ve sudan yoksun bıraktı. Binlercesi yollarda öldü. Bunlardan öldürülmemiş olanlar Fırat üzerdindeki Diyar el zor (?) a ulaşanlar çoğunlukla öldürülmediler. Doğu’da yakalanan Ermeniler tamamen imha edildiler.”
Kitap şu cümlelerle devam ediyor: “… tarihçiler ne kadar Ermeni’nin öldüğünü belirleyemediler. Cümle, özellikle bu işi yaptığım için, kafamı allak bullak etti. Ermenilerin ölümü konusundaki bilgi eksikliği uydurma iddialarla açıklanarak, “Osmanlı Hükümeti eğitimli Ermeni seçkin yazarlarını, öğretmenlerini, iş adamlarını, olaylar hakkında yazılar yazan hakim papazlar sınıfı (mensuplarının) çoğunu önce tutukladılar, sonra da katlettiler” denilmektedir. Sonunda da olaylara ilgili olgusal bilgi yokluğunu belirtmiş olmalarına rağmen yazarlar ve tarihçiler tüm bunlardan sonra bir sayı keşfettiler. Hükümet tarafından, varsayıma dayalı idam edilen 200.000 kişiyi de içeren, genellikle 1,5 milyon Ermeni’nin ölmüş olduğu görüşünü kabul ettiler. Ermenilerle ilgili kitapta yazılan bilgilerin bir kısmının yarısı doğru, bir kısmı ise tamamen yanlıştır. Kitap her şekilde bütünüyle doğru değildir.
Kuşkusuz ders kitabı yazmanın büyük yararlarından birisi (!), iddialarınızı kanıtlamak zorunda değilsiniz. “Tarihçiler genellikle kabul eder” örnegindeki gibi, zaman zaman yapılan bir ima, geçerliliği çok zayıf bir düşünce kabul edilir. Kitabı okuduktan sonra, birileri, sadece Ermenilerin acı çekmiş olmalarından üzülebilir. Çünkü ilgili dönemde tüm Müslümanların ölümü üzerine yapılan atıfta yalnızca bir cümle bulunmaktadır. “Anadolu’da savaşçı olmayan Rumlar, Kürtler ve Türkler açlık ve hastalıkla savaşta öldüler, fakat onlar örgütlü bir savaşın içinde düelloya katılmamışlardı” Bununla birlikte (kitapta), Müslümanlara yapılan Rum ve Ermeni saldırılarına değinilmemiştir. Oysa her iki grup da örgütlü savaşın içinde yer almışlardır. Kitapta Türk İstiklal Savaşı’na yalnızca iki paragraf ayrılmıştır.
Ermeni ve diğer bilim adamlarınca yazılan çoğu kitapların aksine, bu kitap Türklere karşı bir Ermeni polemiği yaratmak amacı taşımamaktadır. İyi yazılmış, çekiciliği olan bir ders kitabıdır. Kitap çoğu profesörün ve öğrencilerin begenisine hitap edecektir. Efsane yaşamını sürdürmektedir. Ermenilerin ve Türklerin tarihlerinde, tarihin çarpık yorumunun bu tarz örnekleri çoktur. Ermeni sorunu, yarı gerçek veya yanlışlıklarına bakılmaksızın, ender olarak basılı yayınlarda ifade edilmektedir. Gerçekten, Birleşik Amerika’da ve Batı Avrupa’da tarihin yanlış yorumlandığı yeni bir dalga görmekteyiz. Ermeni iddiacılar, Yahudi holocaustunda çekilen acıları asla unutmak istemeyenlerle, Yahudi katliamından esinlenerek kendileri arasında bağ kurmayı başardılar ve Ermenilerin yaşadıkları olaylar bir “proto-holocaust” olarak sözlü ve resimli benzeri tasvirlerle yaşatılmaya çalışıldı.
Televizyon gösterileri ve gazetelerde yayınlanana makalelerde, Amerikalıların ve Avrupalıların gerçeği söylememeleri yüzünden, eski Ermeni efsanesi tekrar tekrar canlandırıldı ve pekiştirildi. Yeni kuşak Ermeniler, geleceğin teröristlerini yaratacak işte bu hikayeleri öğrenmektedirler.
Derslerde verilen mesaj açıktır, sessizliğin ise hiçbir gücü yoktur. Bunlar hesaba katılmadığı takdirde, tarihsel yalanlar kendi kendisini edebileştirecektir. Mademki Ermeni gençler büyük atalarının Türkler tarafından katledildiklerine inanmaktadırlar, öyleyse bazı Ermeni gençler atalarının intikamını almak isteyeceklerdir. Mademki dünya, Türklerin suçlu olduklarına inanıyor; çok az kişi katilleri durdurmak için bir şeyler yapacaktır.
Çözüm, gerçeğin korkusuzca ifade edildiği bir güçlüğü içermektedir. Korkusuzca belirtiyorum, çünkü bir Amerikalı profesör olan Stanford Shaw ve ailesi, Ermenilerin akıbetleri ile ilgili bazı açıklamaları yüzünden, hemen psikolojik saldırıya uğradılar. “Korkunç Türk" efsanesine olan inancın yoğun olarak verilmesi, belki de gerçeğin hiçbir zaman duyurulamayacağı anlamına gelir. Bununla birlikte gerçek konuşulmalıdır. Bilim adamları özellikle Avrupalı ve Amerikalı bilim adamları, yapılacak bağımsız ve tarafsız tarih araştırmaları için davet edilmelidir. Onlar bu işi yapmaya başladıklarında, Türkler, tüm arşivlerini ve belgelerini açmaya devam etmelidirler ki bu araştırma yapılabilsin ve Ruslardan ve Ermenilerden de aynı şeyleri yapmaları istensin. Niçin eş zamanlı olarak başlamasın ? Bu işin çabuk bir çözümü olmayacaktır ve genç Ermeni kuşağının kendi gerekçelerinin doğru olmadığının farkına varmasından önce, uzun yılların geçmesi gerekecektir. Fakat ben inanıyorum ki, şayet Osmanlı Ermenileri otuz yıl önce yani İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana, kapsamlı şekilde doğru bir tarihe sahip olsaydılar, bugün Ermeni terörizmi olmayabilirdi. Tarihçiler olarak hakkını vermeliyiz ki bugünden itibaren otuz yıl içinde aynı çalışma yine yapılmış olmayacaktır.
İDDİA EDİYORUM Kİ ERMENİ TERÖRİZMİNE KARŞI EN İYİ SİLAH, TARİH ARAŞTIRMASI YAPMAKTIR. EN İYİ SİLAHIN GERÇEK OLDUĞUNUN SÖYLENİLMESİ GEREKİR.
Copyright © BASKA TÜRKIYE YOK Tüm hakları saklıdır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)